İran’da Astronomi toplantısı: Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül

Fizik ve Uzay Öne Çıkanlar Toplum
İran’da Astronomi toplantısı: Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül

8-10 Mart 2017 tarihlerinde  İran’da yapılan uluslararası astronomi toplantısından izlenimler… Mehmet Emin Özel

Komşumuz İran’ın temel bilimler alanında büyük bir atılım içinde olduğunu okuyor ve duyuyorduk. 7. Uluslararası Tutulum ve Transit Astronomisi toplantısına katılım için, aynı adlı uluslararası kuruluşun Orta Doğu Seksiyonu (IATO-ME) tarafından yapılan daveti bir fırsat kabul ederek bu toplantıya 2 makale  (en az birinin kabul göreceği düşüncesi ile) gönderdim. Her iki önerimi kabul ederek ülkemize ilgilerini gösteren İranlı dostlar bunları davetli konuşmalar olarak sunmamı istediler.

“İbni Sina ve Venüs Geçişleri” başlıklı ilk konuşmam İbni Sina’nın bir kitabında yaptığını not ettiği Venüs Geçişi gözlemini ele alıyordu. Günümüz bilgisayar hesapları, böyle bir gözlemin, İbni Sina’nın yaşamı süresince (980-1037)  sadece 24 Mayıs 1032 günü olabileceğini göstermekteydi. Bu tarihte İbni Sina’nın Isfahan’da olduğu yolunda bazı kayıtlar vardı.


Sunumum, İbni Sina’nın çıplak gözle veya bir “iğne deliği kamerası” ile yapmış olabileceği gözlem için, Tarsus Çağ Üniversitesi Uzay Gözlem ve Araştırma Merkezi’nde 6 Haziran 2012 tarihli Venüs Geçişi gözlemlerimizde elde ettiğimiz sonuçları içeriyordu. Ayrıca, Isfahan yakınlarındaki Shahr-i Kurd kentinde (200bin nüfus)  yapılan toplantı vesilesi ile, toplantı sonrasında Isfahan’a uğramayı umduğumu, aynen İbni Sina gibi, gün batımı sırasında batmak üzere olan güneşe çıplak gözle bakmaya çalışarak, (Venüs Geçişi gözlemine en yakın bir olay olarak), var olabilecek bazı güneş lekelerini gözleyip gözleyemeyeceğimi ‘yerinde’  deneyimlemek istediğimi, İranlı dostlara iletme fırsatını da kaçırmıyordum!

İkinci konuşmam ise, 2014-2017 arasında Ege Üni. Fizik Böl.’den Doç. Dr. Ozan Ünsalan ve (arasında benim de bulunduğum) arkadaşlarınca gerçekleştirilen “Türkiye’de Meteor Biliminin Gelişimi ve Türkiye Meteor Takip Ağı Kurulması” adlı TUBITAK projesi ile ilgili tanıtım ve bilgilendirmeyi yaparak, İran’lı meteor-bilimcilerin ilgisini çekebilmeyi amaçlıyordu.

Toplantıda başka sunumlar

Çoğu İranlı genç sunumcular yanında, diğer davetli konuşmacılar olarak, İspanya Uzay Ajansından Prof Luis Vasquez’in ESA’nın 2016’da gerçekleştir(eme)diği “başarısız” fakat öğretici Schiaparelli Mars Yüzey Aracı olayı ve İspanya Uzay Ajansı’nın takip eden Mars programları hakkında bilgiler veren konuşması ülkemiz açısından da önemli idi.

Prof. Vasquez ile Türkiye Uzay Ajansı kuruluşu sonrasında gündeme gelebilecek olası bir Türk Mars Görevi için İspanya Uzay Ajansı’nın ve kendi grubunun ne gibi yardımları olabileceği konusunda da görüş alış verişinde bulunma fırsatımız oldu.

Ayrıca, Fransız Uzay Ajansı CNRS’ten Prof. Roger Ferlet’in  “Öte-gezegenlerden Öte-kometlere” başlıklı ve bu ülke bilimcilerince uzaya fırlatılıp başarı ile 32 adet güneş-ötesi gezegen (öte-gezegen) keşfeden CoRoT uzay aracı sonuçlarını açıklayan konuşması ve Japon Uzay Ajansı’ndan Dr. Mitsuru Soma’nın Kaguya adlı Ay yüzeyi haritalama deneyi sonuçları ve uygulamalarını içeren konuşması diğer dikkate değer katkılar arasında idi.

Toplantı organizatörü ve adı geçen kuruluşun (IOTA-ME) başkanı Dr. Atilla Poro ise, İran’nın Uzay ve Astronomi çalışmaları yanında, Güneş Sistemi çevresindeki Kuiper Kuşağı ve Oort Bulutu benzeri yapıların anlaşılması konusunda İran’da yapılan kuramsal ve gözlemsel çalışmaları özetledi.

Bu kentteki İranlıların ve yerel TV’nin büyük ilgisi ile karşılanan toplantı sırasında, konuşmalarım hakkında yerel TV’ye kısa bir özet-bilgi sunmam da istendi. İngilizce yapılan sunum ve konuşmalar, gerektiğinde Farsça’ya çevriliyordu. Toplantıya destek olan Shahr-i Kurd yerel yönetiminin desteği, İran halkının astronomiye olan yakın ilgisini bizlere gösterdi.

İranlılar ve Celali Takvimi

Bu arada tartışma ve görüş alış-verişleri sırasında farkına vardığım diğer ilginç bir konu da, Selçuklu Sultanı Alpaslan’ın oğlu Celalettin Melikşah döneminde (1072-1092), Müneccimbaşı Ömer Hayyam’ca yapılan gözlemler sonucu yaratılan Celali Takvimi’nin halen İranlıların geçerli olan resmi takvimleri olduğunu öğrenmem oldu.

Bu takvimde Toplantı günlerimizden 10 Mart 2017, 20 Esfand 1395 tarihine karşılık geliyordu. Bu takvimin halen kullanılan Miladi (Julyen) takviminden bile daha doğru olduğu şeklindeki “tarih dersi bilgilerim”, bu kadar doğru olan bir takvimin, bende uyanmış olan, neden Türk ve İslam âleminde hiçbir yerde kullanımda olmadığı (5) sorusunu da hep beraberinde taşımaktaydı!

Celali Takvimi, aslında Hicret’le (15 Temmuz 622’de) başlatılan ve Selçuklu Sultanı Melikşah’ın önayak olduğu bir İslami güneş takvimi durumundaydı. Temel ölçü 365 gün 6 saat süren yıl ve onu 12’ye bölen aylardı. Bu yılki yeni yılın (Nevruz’un) başı ise, 21 Mart 2017’ye karşılık gelen 1 Ferverdin 1396 idi! "Batı’yı keşfetmeye olan aşırı ilgimiz nedeni ile komşularımızı unuttuğumuz" şeklindeki eleştirilerin bazen ne kadar haklı olabileceğini görmekten hem üzüntü, hem de bu “keşfim” nedeni ile mutluluk duydum!

Şiraz

Toplantı sonrası yapılan “yerel tur” yardımı ile, Isfahan’dan önce Şiraz’ı tanıma fırsatı bulduk. Bu kentteki büyük şairlerin (ülkemizde en çok tanınanlar olarak Hâfız ve Sâdi) türbelerini ve Şiraz’ın diğer güzelliklerini yaşama fırsatı yakaladık. Şiraz’ı gezerken benim aklımdan geçenler  ise, büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın “Rindlerin Ölümü” şiirinde (1)

Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle;
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış;
Eski Şiraz’ı hayal ettiren âhengiyle.

dizeleri ile tasvir edilen Hâfız’ın türbesini görebilmek ve şiirde tanımlanan “kanayan” renklerde açan gül ile “tanışabilme” umuduydu… Ancak, kısmi bir hayal kırıklığı beni bekliyordu. O gün Hâfız’ın kabrinde sadece bazı saksılara yerleştirilmiş küçük gül fidanları görebilecektim (aşağıda, solda)…

Hafız’ın kabri ve önündeki minik çiçeksiz gül fidanı (solda); Persepolis’te bir çiçek tarhında karşımıza çıkan ve Yahya Kemal’in dizelerini hatırlatan rengiyle açmış bir gül… (sağda)

Kısmen “kanayan rengiyle” açmış, küçük boylu bir gül (İran’da bu yolculukta rastladığım tek açmış gül) ise ertesi gün, anıt-mezarla ilgisi olmayan başka bir yerde Taht-ı Cemşit (Persepolis)’te, beklemediğim bir anda, bir çiçek tarhında karşıma çıkacaktı (yukarıdaki resimde, sağda)! Biraz da üzüntü ile bu beklentimi Şiraz rehberimizle paylaştığımda, "Hafız’ın mekânının eskiden bir gül bahçesi durumunda olduğunu, yeniden düzenleme sırasında güllerin sökülerek bu duruma getirildiğini" öğrendim… Yahya Kemal’in dizelerine karşı, bu bir teselli sayılabilir miydi, buna karar veremedim!

Taht-ı Cemşid / Persepolis

Ertesi gün, İranlıların, Firdevsi’nin Şehname’sinden alıntıyarak Taht-ı Cemşid adını verdikleri Persepolis ziyaretine ayrıldı. MÖ 6. yy’a ait, gerçekten göz alıcı kalıntıların en etkileyici ve beklenmedik yanı ise, kentin kurucusu Kral Sirus (Cyrus)'a ait olan ve kalıntıların en haşmetli yapısı durumundaki  “Uluslar Kapısı” (Gate of Nations) üzerinde çivi yazısı ile o zaman geçerli 3 dilde yazılmış olan şu söylev idi:

"Ben Krallar Kralı, Babil’in ve Sümer’in ve Akkad’ın ve ülkemin kralı, büyük kral Kambiz’in oğlu Sirus, Tanrı Marduk’ın yardımı ile, İran tahtına gelmekle, ilan ediyorum ki, hükümdarı olduğum halklarımın dinleri, gelenekleri ve göreneklerini sayacağım; herhangi bir grup veya milletin, başkalarının din ve inanışlarına tepeden bakmalarına izin vermeyeceğim; herhangi bir kişi veya ulus istediği inanca sahip olmakta özgür olacak."

Bu metnin bir “ilk insan hakları bildirisi” olarak görülmesini de isteyen İngilizce/Farsça tanıtım broşürü, bu açıdan, bölgede ve çevresinde günümüzde hüküm süren bazı rejimler ve anlayışlar için de, kendi geriliklerini karşılaştırma açısında gerçekten ilginç bir mihenk taşı görünümündeydi.

        

“Uluslar Kapısı” olarak bilinen ve sağlı-sollu insan-başlı, dört ayaklı, uzun ve örülmüş sakallı yaratıklarca korunan kapının MÖ 500’lü yıllarda 21Mart tarihinde güneş’ in doğuş-batış yönünde inşa edildiği hesaplanmaktadır. Nevruz kutlamalarının başlangıcı da kral Sirus’a dayandırılmaktadır. Kapının iç üst taraflarında Eski Persçe, Elamca ve Yeni Babil dillerinde olmak üzere aynı çivi yazılı metin, tarihin ilk “insan hakları” bildirisi olarak kabul edilmektedir.

Isfahan

İran’a uzun süre başkentlik yapmış bulunan Isfahan, anıtsal mimari yapıları ve diğer sanat eserleri bakımından da ülkenin en zengin kentlerindendi. İlk kez 1051’de Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucusu Tuğrul Bey tarafından başkent seçildi(2).  Selçukluların, “yeni iktidarlarını yerli halka ve İslam âlemine duyurmak işini sanat ve mimari aracılığı ile gerçekleştirme politikası”, bu kente, Mescid-i Cuma başta olmak üzere, büyük kısmı bu gün de ayakta olan göz alıcı mimari eserler kazandırdı. Sultan Sencer’in ölümü ve Selçuklu devletinin yıkılması sonrasında gözden düşen Isfahan, 1598’de tekrar başkent olacak ve güzel yapılar, köprüler, saraylar ve bahçelerle donatılmaya devam edecektir (2).

Isfahan’daki en meşhur yapı, belki de Nakş-ı Cihan (Dünya’nın Resmi) denilen  bu meydandır. Çevresi çok özenle yapılmış güzel cami,  ve diğer yapılarla süslüdür. XVII.yy’da Şah Abbas’ın eseri sayılan yapının adı, İran devriminden sonra Meydan-ı Imam olarak değiştirilmişse de herkes burayı eski adıyla anmaktadır. Sağda görüne yapı, Abbas’ın gösteri ve diğer törensel olayları izlemek için yaptırdığı özel mekandır.

Ancak, benim Isfahan’la ilgim, mimari yapıları kadar, Ibni Sina’nın bir kitabına not olarak belirttiği bir göksel olayın (Venüs’ün 24 Mayıs 1032 tarihinde Güneş’in önünden geçişi olayının) gözlenme koşullarını, aynı kentte benzer bir Güneş gözlemi ile gerçekleştirme, böylelikle, tarihi gözlemi “denetleme” veya, daha çok, bir “hissetme” fırsatı yakalamak üzerinde idi.

Güneş’in yüzünden Venüs Geçişi olayı, en son 6 Haziran 2012’de Türkiye’den de görülebilir şekilde tekrar gerçekleştiği sırada, Tarsus Çağ Üniversitesi Gözlemevi’nde yapılmış gözlemlerimizin, “çıplak gözle” Venüs’ü Güneş üzerinde görebilme bölümü bu konuda çeşitli nedenlerle olumlu sonuç vermemiş, sadece teleskopla gözlem bölümünden olumlu sonuç alabilmiştik. Ancak, Antik dönemden beri bilinen ve İslam döneminde de bilinmekte olan “iğne deliği kamerası” (camera obscura) yolu ile yapılan gözlem çabamız olumlu sonuç vermiş, yaratılan böyle bir düzenekle Güneş’in aşırı parlak yüzeyinde Venüs’ün büyükçe bir nokta olarak görülebilirliği, hem gözle hem de fotoğraflarla tarafımızdan kanıtlanmıştı (3, 4).

14 Mart 2017 günü akşamı, Isfahan’da iken, Güneş’in engelsiz olarak yatay bir ufuk çizgisinde battığı bir konum bularak yaptığımız ilk gözlemlerimiz henüz bu konuda (İbni Sina’nın adı geçen gözlemini hangi koşullarda yapmış olabileceği konusunda) olumlu-olumsuz bir karar vermemize yardımcı olmadı. Ancak, İranlı astronom dostların da katılımı ile, takip eden günlerde benzeri Güneş gözlemleri yapmayı kararlaştırdık. Aynı akşamın gecesinde/sabahında (15 Mart 2017), konunun önümüzdeki dönemde. İşbirliği halinde bir sonuca ulaştırılabileceği umudu ile İsfahan-Istanbul THY uçağı ile ülkemize dönüş yaptık.

Sonuç

İranlı astronom dostlarımızla yaptığımız bu  temasımız, ortak çalışma ortamlarının varlığını ve birbirimize omuz vererek ve ortak tarihi geçmişimize de bakarak, daha önemli sonuçlara ulaşma umudumuzu arttıran ipuçları vermiştir. Hem meteor ağları ve meteorit toplama ve analizleri, hem de Türk-İslam bilim tarihi alanlarında yapılabilecek işbirliği umutları ile İran’da yapılan astronomi konulu toplantıdan çok olumlu izlenimlerle dönüldü.

Referanslar

(1) “Kendi Gök Kubbemiz”, Yahya Kemal, MEB 1000 Temel Eser serisi 19, İstanbul, 1969 (s. 87).
(2) “İmanın ve İktidarın Hizmetinde İslam Mimarisi”, Stierlin, YKY Kültür Dizisi 26, 2. Baskı, İstanbul, 2008 (s.52,  151).
(3) “İslam ve Batı arasında Değişen Roller ve İbni Sina”, E.Özel, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, 8 Haziran 2012 (s. 10-11.)
(4) “Tarihte Gezegen Geçişleri ve 2012 Venüs  Geçişi”,  E. Özel, A.Solmaz, E. Budding,  XVII. Ulusal Astronomi Kongresi, Malatya, Toplantı Tebliğler Kitabı (Proceedings), Malatya, Ağustos 2012 (s. 267-272).
(5) “Zaman, Takvim, Saatler (Yaz saati, Kış saati, Standart saat, Arabesk saat)”, E.Özel, yazımda tarih içinde kullandığımız takvimler ele alınmış, fakat Celali takvimi üzerinde durulmamıştı. Bu paragraf ile bu eksiklik de kısmen giderilmiş olmaktadır.

 Mehmet Emin Özel / Emekli Öğretim Üyesi / [email protected]