Hiperseksüaliteden istifçilik sendromuna 7 ruhsal bozukluk

Öne Çıkanlar Sağlık
Hiperseksüaliteden istifçilik sendromuna 7 ruhsal bozukluk

Psikolojinin başucu kitabı olan DSM-5’in (Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel Tedavi Kılavuzu) beşinci ve son baskısında herkesin aşina olduğu hastalıkların yanı sıra fazla anlaşılmamış ve daha nadir görülen ruhsal bozukluklara da yer veriliyor.

DSM-5’in son baskısı 2013 Mayıs ayında yapıldığı için uzmanlar şu an yeni baskı üzerinde çalışıyorlar. Akıllarındaki soru ise: “Hangi ruhsal bozuklukları dâhil etmeliyiz?”

Massachusetts Hastanesi Psikiyatri Bölümü danışman hekimi ve Harvard Tıp Fakültesi psikiyatri profesörü Dr. Theodore Stern’e göre bir ruhsal bozukluğun kesin ayrımının yapılabilmesi için, onu diğerlerinden ayıran özgün bulguları ve kanıtlanabilir tıbbi nedenleri olmalıdır.


Yeni baskıda görebileceğimiz 7 olası başlık:

1.Hiperseksüel bozukluk

ABD’li milletvekili Anthony Weiner’in yüz kızartıcı bir seks skandalına adının karışmasından sonra dikkatler “hiperseksüel bozukluk”a çevrildi. Hiperseksüel bozukluk, tekrarlayan ve yoğun cinsel fanteziler, arzular, davranışların en az altı ay boyunca devam etmesi olarak tanımlanabilir.

Uzmanlar, kontrolsüz cinsel davranışlara neden olan hiperseksüel bozukluğun, özgün ve benzersiz bir ruhsal bozukluk olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyorlar. Pedofili, fetişizm gibi sapkın davranışlar ise hali hazırda DSM rehberinde bulunuyor.

Dr. Stern “Çoğu kişi çevresindeki bazı insanları hiperseksüel olarak tanımlar. Ancak davranışların ne zaman ruhsal bozukluk seviyesinde olacağı hakkında araştırmalar devam ediyor” dedi.

DSM uzmanlarına göre cinsel fanteziler ve davranışlara aşırı zaman ayırmak, karşılaşılan stres dolu olaylar karşısında cinsel davranış ve düşüncelerde aşırı artış, hiperseksüel bozukluğun diğer bulguları arasında. Dahası bu bozukluğa sahip kişiler, cinsel dürtülerini kontrol etmek isteseler dahi başaramazlar ve kendilerine ya da diğer insanlara zarar vermek pahasına da olsa davranışlarını kısıtlamazlar.

2.Premenstrüel disforik bozukluk

ABD’nin önde gelen sağlık kurumlarından Mayo Klinik’e göre çoğu kadın her ay adet döngüsünden birkaç gün önce başlayan ve duygudurum dalgalanmaları, hassas göğüsler, yeme arzusu, yorgunluk, alınganlık ve depresyon gibi çeşitli belirtiler veren “Premenstrüel Sendrom”a (PMS) aşinadır.

Premenstrüel Disforik Bozukluk (PMDB) ise daha şiddetli ve DSM uzmanlarına göre ABD’de 2 milyon kadını etkileyen önemli bir bozukluktur. PMDB, kişiye aşırı hassaslık, gerginlik, sinirlilik, depresif ruh hali, umutsuzluk hissi, belirgin anksiyete (kaygı) getirir.

Uzmanlara göre PMDB, DSM tanı kriterleri içinde yer almadıkça hekimler bu bozukluğu PMS veya başka bir bozukluk olarak algılayacaklar ve yanlış tedavi uygulayacaklar.

Dr. Stern’e göre bu iki bozukluk arasına kesin bir çizgi çizmek gerekiyor. Ayrıca bu konudaki araştırmaların sayısı DSM’de yer alan diğer bozukluklara göre daha fazla.

3.Tıkınırcasına aşırı yeme bozukluğu (Binge eating disorder-BED)

 DSM-5 üzerinde çalışan uzmanlar davranışsal bağımlılıkları ve madde bağımlılıklarını da gruplandırdı. “Tıkınırcasına Aşırı Yeme Bozukluğu” da (Binge Eating Disorder-BED) bunlardan biri.

Uzmanlar BED’i “aynı şartlar altında, aynı zaman aralığında, normal insanlardan daha fazla yeme durumu” olarak tanımlıyor. Dahası bu bozukluğa sahip kişiler yemek yerken kontrollerini kaybettiklerini söylüyorlar.

Bu durum akşam yemeğinde biraz fazla kaçırmaya benzemiyor; daha çok dürtüsel, içten gelen bir yeme isteği denebilir. Örneğin, bu bozukluğa (BED) sahip kişiler normal insanlara göre daha hızlı, rahatsızlık hissedene kadar ve aç olmasalar bile yemek yiyorlar.

Aşırı yeme bozukluğu (BED) aşağı yukarı son 3 ayda haftada en az 1 kez yeme krizine tutulmakla kendisini belli eder. BED, bağırsakları isteğe bağlı temizleme, müshil kullanma gibi anoreksi ve bulimiaya (diğer yeme bozuklukları) ait özelliklere sahip olmadığı için bu bozukluklardan ayrılır. Araştırmacılar BED’in obeziteyle ilişkili olabileceği görüşünde ancak net bir yanıt verebilmek için araştırmalar sürüyor.

4.Travma sonrası stres bozukluğu

Post travmatik stres bozukluğu (PTSB) DSM rehberlerinde ilk kez 1980 yılında yer aldı ve 1987 yılında çocuklarda görülen travmalar bölümüne aktarıldı. DSM-5 üzerinde çalışan araştırmacılar bir bozukluğun hastanın yaşına göre nasıl değişebileceği konusu üzerinde kafa yoruyorlar.

DSM uzmanlarının dediğine göre ölüme veya ölüm tehlikesine, ciddi yaralanmaya veya yaralanma tehlikesine, cinsel saldırıya veya cinsel saldırı tehlikesine maruz kalan 6 yaş altındaki çocuklar bu bozukluğa sahip olabilir. Bu çocuklar doğrudan kendileri travmayı tecrübe edebilecekleri gibi travmayı yaşayan başka birisini, örneğin anne-babalarını da görüp, şahit olabilirler.

Belirtiler; aniden gelen rahatsız edici, üzücü anılar; tekrarlayan ıstıraplı rüyalar ve travmatik olayı tekrar yaşadığını zanneden çocuğun gerçek dünyadan kopmasıyla seyreden disosiyatif (çözülmeli) tepkiler ile karakterizedir. Bu bozukluğa sahip çocuklar genelde travmayı hatırlatan olaylardan kaçınırlar ve sosyal olarak içe kapanık, odaklanma problemi yaşayan, aşırı öfke nöbeti sergileyen çocuklar haline gelirler.

Mayo Klinik Psikiyatri bölümünden doçent Dr. Jeffrey P. Staab “İleriki araştırmalar beyin ve sinir sisteminin olgunluk seviyesinin, travmaya karşı verilen yanıtları nasıl etkilediğini gösterecektir. Ama şimdilik travmaya maruz kalmış, tedaviye muhtaç çocukların tedavilerini göz ardı etmemeliyiz, çünkü elimizde korkunç olaylara verilen yaşa uygun tepkiyi açıklayacak bilgiler yok” şeklinde konuştu.

5.Öğrenme bozukluğu

Şu ana kadar DSM’de genel öğrenme bozukluklarını konu alan bir bölüm bulunmamaktadır. Uzmanlar bu bozukluğa sahip kişilerin yaşları, eğitim fırsatları ve zekâ kapasiteleriyle bağlantılı olmaksızın basit akademik becerileri öğrenmekte güçlük çektiğini vurguluyorlar.

Bu bozukluk çocuklarda dil öğreniminde, okuma-yazmada veya matematikte ciddi zorluklar çıkarıyor. Bu bozukluk ortalama yeteneklere ve düşünme kapasitesine sahip bireylerde kendini göstermesi yönüyle diğer zekâ geriliklerinden ayrılıyor.

6.Esrar yoksunluğu

Son basılan DSM’de esrar kullanımı ve suiistimali ile ilgili birkaç bozukluk mevcut ancak “yoksunluk” bunların arasında değil. Alkol ve kokain gibi diğer maddelerden yoksunluk ise hâlihazırda DSM’de var olan durumlar.

Bu konuda araştırmalarını sürdüren uzmanlar uzun süren esrar kullanmama döneminin “gerçek” bir yoksunluk olup olmadığına karar vermeye çalışıyorlar.

Bu tartışmanın kalbinde yatan soru ise “bağımlılık aslında nedir?” Dr. Stern “biraz politika, biraz felsefe” diyerek bu soruya apayrı bir boyut kazandırıyor. Yoksunluk, vücuttan bir maddenin giderilmesiyle ortaya çıkan fiziksel değişimler veya uzaklaştırılan maddeyi arzulama, duygu durum değişimleri gibi psikolojik belirtilerin tümü olarak ifade edilebilir.

Bu bozukluğa sahip insanlar, ağır ve uzun esrar kullanımının kesilmesiyle şu belirtilerin en az üçüne sahip olurlar: asabilik, öfke, sinirlilik veya kaygı, uykusuzluk, iştahsızlık, kilo kaybı ve huzursuzluk. Uzmanlara göre bu belirtiler sosyal, mesleki veya diğer işlevsel alanlarda bozulmaya neden olabilir.

7.İstifleme davranış bozukluğu

Televizyon programları istifçileri izlediğimiz penceremiz haline geldi ancak bu bozukluğu inceleyen bilim gelişme aşamasında. İstifleme bozukluğu hem obsesif kompulsif kişilik bozukluğuyla hem de obsesif kompulsif bozuklukla (OKB) ilişkilidir. DSM’ye göre her iki tanının altında listelenir. Ancak uzmanlar istifleme bozukluğunun diğerlerinden farklı olarak ele alınması konusunda araştırma yapıyorlar.

Mayo Klinik’ten Dr. Staab bu bozukluğu şöyle tanımlıyor: “Çoğu insan çoğu şeyi biriktirir. Ancak bu istifleme bozukluğu anlamına gelmez. İstifleme bozukluğu, herhangi bir gereklilik olmaksızın bol miktarda nesneyi depolamaya derin ve yoğun bir dürtü hissetmek olarak tanımlanabilir. Çoğu zaman bu iş için evlerindeki boşlukları hatta işyerlerini kullanırlar, işlerini riske etmek söz konusu olsa bile çekinmezler.”

Bu bozukluğa sahip insanlar, değeri ne olursa olsun sahip olduğu şeylerden ayrılmakta çok zorlanırlar. Bu kimseler yaşadıkları yeri ve iş yerlerini kullanılmaz hale gelinceye dek sahip oldukları nesnelerle doldururlar.

Dr. Staab “Son yapılan fonksiyonel beyin görüntüleme yöntemleri istifleme bozukluğunun diğer OKB belirtilerinden farklı özellikte beyin aktivitesi oluşturduğunu göstermiştir. Tüm bu veriler ışığında OKB ve istifleme bozukluğunun ayrılması gerektiğini söyleyebiliriz” diyor.

Kaynak: http://www.livescience.com/35754-new-psychological-disorders-dsm5.html