İnsanoğluna özgü en yıkıcı 10 davranış

Öne Çıkanlar Toplum

Hayvanların büyük bir bölümüne kıyasla insanlar kendi türlerine ve bizzat kendilerine zarar veren bir dizi davranışlar sergilerler. İnsanlar yalan söyler, aldatır, çalar, kendi bedenlerini oyup kazıyarak süsler, çok gerilip kendilerini ve elbette başkalarını da öldürürler. İnsanoğlu gibi zeki bir türün görünürde neden öylesine kötücül, kinci, kendine ve başkalarına zarar veren davranışlarda bulunduğu konusunda epey bilimsel veri var.

Dedikodu


Uzmanlara göre insanlar, ne denli acıtıcı olursa olsun, başkalarını çekiştirmek ve onları yargılamak üzere evrilmişlerdir. Habeş maymunları toplumsal bağları pekiştirmek amacıyla birbirlerinin bakımını üstlenir. Daha gelişmiş bir tür olan insanlar toplumsal bağlayıcı olarak dedikodudan yararlanır. Her ikisi de sonradan edinilmiş davranışlardır.

Araştırmalar dedikodunun grup sınırları oluşturduğunu ve özsaygıyı körüklediğini ortaya koyuyor. Dedikodu çoğu zaman doğruluğu ve kesinliği hedeflemez. Önemli olan, dedikodunun -çoğu zaman üçüncü bir kişiye zarar verme pahasına- yaratacağı bağdır. Üçüncü bir kişiye duyulan hoşnutsuzluğun paylaşılması iki kişiyi birbirlerine daha da yakınlaştırır.

Kumar

Görünüşe bakılırsa, kumar da genlerimize ve beyinlerimize kazınmış bir özellik. Bu da, kişide son derece yıkıcı etkiler yaratabilecek bir davranışın neden öylesine yaygın olduğunu açıklayabilir. Kumar, maymunlarda da tanık olunan bir davranış. Maymunların meyve suyu ödülünü kazanma arzularını ölçen bir araştırmada, olası ödüller azaldığında bile bu canlıların mantıksız davranışlar sergilediklerine ve ötekilerden biraz olsun daha kazançlı çıkmak için kumarı sürdürdüklerine tanık olundu.

Cambridge Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma da, kazanma eşiğinde olma duygusunun bile maymunların beynindeki kazanmayla ilintili devreleri devinime geçirdiği ve kumar güdüsünü körüklediğini gözler önüne seriyor.

Başka araştırmalar kumarda yitirmenin bireyleri aşka getirdiğini de gösteriyor. İnsanlar ne denli kumar oynayacaklarını önceden tasarladıklarında serinkanlı bir mantık sergiledikleri, ancak yitirdiklerinde bu mantıklı tavrın uçup gittiği ve sonuçta oyun taktiğini değiştirerek daha da büyük oynadıkları görülüyor.

Gerginlik

Gerginlik, kalp sorunları ve kanser çekincesini bile arttırarak, ölümcül bir etki yaratabilir. Gerginlik, bunalıma neden olabilir ve bu da-salt insanlara özgü bir başka yıkıcı davranış olmakla birlikte bu listede açıkça yer almayan-intihara yol açabilir.

Gelgelelim, insanlarda neyin gerginliğe yol açtığını tam olarak kestirmek güç. Ancak günümüz iş çevrelerinin birçok kişi ve de çocuklar için belirgin bir gerginlik kaynağı olduğu da bir gerçek.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün verilerine göre, dünya üzerinde 600 milyonu aşkın kişi haftada 48 saatten çok bir süreyi işine harcıyor. Teknolojik gelişmeler - akıllı telefonlar ve genişbant internet - çalışma saatleri ile boş zaman arasındaki sınırın belirsizleşmesi anlamına geliyor. Son bir araştırmaya göre, A.B.D nüfusunun hemen hemen yarısı eve iş götürüyor.

Bir araştırma hem çalışıp hem de çocuk bakmaktan kaynaklanan gerginliğin 2007 yılından bu yana ciddi bir sorun olarak karşımıza çıktığını, daha yaşlılarda bu denli yoğun bir gerginliğe rastlanmadığını gösteriyor. Sağlık uzmanları gerginlikle baş edebilmenin iki yolu olarak, insanlara daha çok egzersiz yapmalarını ve uykularını yeterince almalarını öneriyorlar.

Bedende düzenleyici birtakım oynamalar yapmak ve dövme yaptırmak

Kozmetik endüstrisinin verilerine göre, 2015 yılında A.B.D halkının %17’sine estetikle ilgili işlemler uygulandı. Kimileri bu tür işlemleri, doğal olarak, kendini geliştirme çabası, sanat, ya da bir tür zaman öldürme ya da yetkeye başkaldırı olarak değerlendiriyor. Ancak, estetik cerrahi işlemleri sırasında yaşamlarını yitiren insanlar olduğu da düşünüldüğünde, insanların kendilerini yenilemeye bu denli merak sarmaları neden?

Öncelikle, estetik işlemlerle ilgili seçeneklerde hiç bu denli büyük bir çeşitliliğe tanık olunmamakla birlikte, uygulamanın çok eskilere uzandığını ve çoğu zaman inançlar ve dinlerle, ya da güç ve statü ile ilintili olduğunu belirtmekte yarar var.

Nitekim, günümüzde estetik amaçlarla bedene uygulanan kesme, kırma, boyama, uzatma ve dolgunlaştırma işlemleri eski çağlarda uygulanan kimi işlemlerin yanında çok masum kalırlar. Binlerce yıl boyunca insanlar başlarına farklı biçimler verdiler, boyunlarını uzattılar, kulak ve dudaklarını gerdiler, bedenlerini  boya ya da kalıcı ziynet eşyalarıyla bezediler.

Günümüzde insanları bu tür bir uygulamaya iten en güçlü unsurlar -tanımı ne olursa olsun- güzel olmak ya da yalnızca belli bir topluluğa uyum sağlamak olsa gerek.

Güzelliğin çekiciliği yadsınması olanaksız bir gerçek. Araştırmalar insanların çekici satış elemanlarından daha fazla alışveriş ettiklerini ortaya koyuyor. Çekici olanlar çok daha kolay göze çarptıkları gibi, zayıf kişiler çok daha kolay iş buluyor ve terfi ediyorlar.

Ruhbilimci Diana Zuckerman insanların hoş göründüklerinde kendilerini daha mutlu hissettiklerine, görüntünün büyük ölçüde önemsendiği bir toplumda yaşadığımıza göre bunun son derece akla yatkın bir durum olduğuna dikkat çekiyor.

Sataşmak

Araştırmalar ilkokul çağındaki çocukların en az yarısının sataşmaya hedef olduklarını ortaya koyuyor. 2009 yılında İtalya’da yapılan ve okulda kabadayılık taslayan çocukların bir olasılıkla evde de kardeşlerine aynı davranış biçimini sergilediklerini gösteren bir araştırmadan yola çıkan Ersilia Menesini, sataşmanın çoğu zaman evlerde gelişen bir özellik olduğuna inanıyor.

Ne var ki, sataşma yalnızca çocuklara özgü bir durum değil. A.B.D’de yapılan bir araştırma ofis çalışanlarının yaklaşık %30’unun patronlarının ve iş arkadaşlarının -işin yapılması için gerekli bilgileri vermemekten tutun da, aşağılayıcı söylentiler yaymak ve daha başka küçültücü davranışlarda bulunmaya uzanan- çeşitli türlerde zorbalıklarına hedef olduklarını ortaya koyuyor.

Sataşma, doğası  gereği ufaktan ufaktan başlayıp giderek tırmanan bir davranış olduğundan, önüne geçilmesi son derece güçtür. Ruhbilimcilere göre insanlar statü ve güç sahibi olmak amacıyla birbirlerine sataşıyorlar ve kimileri sataşmaları katlanılması son derece güç bir durum olarak değerlendiriyorlar. Araştırmacılar maymunlarda da bu tür davranışlara tanık olunduğuna dikkat çekerek köklerinin evrimsel sürecin çok gerilerine uzandığını düşünüyor.

Kötü alışkanlıklara saplanıp kalmak

İnsanoğlu alışkanlıklarına bu denli bağlı bir tür olmasaydı belki de bu listede yer alan öteki unsurların tümü de o denli büyük bir sorun yaratmazdı. Gerçekten de, araştırmalar kötü bir alışkanlığın doğurabileceği kötü sonuçlar çok iyi bilinse de insanların o alışkanlıktan kolay kolay vazgeçmediklerini ortaya koyuyor. Burada bir bilgiden yoksunluktan çok, insanların genellikle içinde bulundukları anı ve yakın geleceği düşünerek yaşama eğiliminde olmalarından söz ediliyor. Alberta Üniversitesi ruhbilim uzmanlarından Cindy Jardine’e göre insanlar aşağıdaki nedenlerden ötürü alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlı kalıyorlar:

  • İnsanın doğuştan edindiği başkaldırma güdüsü
  • Toplumsal kabul gereksinimi
  • Çekincenin doğasını tam olarak kavrayamama
  • Dünyayı bireysel bir bakış açısıyla görme ve kötü alışkanlıklara kendince haklı bir gerekçe bulma yeteneği
  • Bağımlılığa genetik açıdan yatkın olmak

Aldatmak

İnsana özgü çok az sayıda özellik bizleri bu denli büyüleyebilir. İnsanların büyük bir çoğunluğu dürüstlüğün bir erdem olduğunu öne sürerken, Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir araştırma, A.B.D’de her beş kişiden birinin vergi kaçırmanın törel bir sorun oluşturmadığına inandığını ortaya koyuyor. Nüfusun yaklaşık %10’u eşini aldatma konusunda benzer bir ikircikli tavır sergiliyor.

Araştırmalar törel değerleri en çok önemseyen kişilerin en büyük dolandırıcılar olduklarını ortaya koyuyor. Bu kişiler yüksek törel değerleri benimserlerken, garip bir biçimde yoldan çıkarak, aldatmanın kimi durumlarda etik açıdan savunulabileceğine inanıyorlar.

Aşırmak

Gereksinim insanı hırsızlığa itebilir. Ne var ki, çalma hastaları (kleptomanlar) salt aşırmanın yaratacağı coşku uğruna hırsızlık yapabilirler. 43 bin kişi üzerinde yapılan bir araştırmada deneklerin %11’inin yaşamlarının belli bir noktasında en az bir kez mağaza hırsızlığı yaptıklarını itiraf ettiklerine tanık olundu. Araştırmacılar bu kişilerin çaldıkları eşyayı rahatlıkla satın alabilecekken, salt haz duyma pahasına aşırmayı yeğlediklerini belirtiyorlar.

2009 yılında yapılan bir araştırmada da, deneklere ya bağımlılığı gemleyici naltrexone adlı bir ilaç, ya da plasebo verildi. Naltrexone, araştırmacıların aşırma sırasında salgılandığından ve beyinde haz duygusunu tetiklediğinden kuşkulandıkları iç kaynaklı opioidler adı verilen maddeleri etkisiz kılıyordu. Sonuçta ilacın, aşırma dürtüsünü azalttığı görüldü.

Hırsızlık insanların genlerinden gelen bir özellik olabilir. Maymunlarda bile böyle bir eğilime tanık olunuyor. Başlıklı maymunlar uyarıcı sesler çıkartarak düşmanın gelişini öteki maymunlara bildirirler. Ancak kimileri yalancıktan ses çıkartıp kaçanların bıraktıkları yiyecekleri aşırırlar.

Şiddet delisi olmak

İnsan tarihinin her evresinde şiddete tanık olunduğundan yola çıkan kimi araştırmacılar, insanın şiddet delisi olduğu, şiddetin genlerimizden kaynaklandığı ve beynin ödül merkezlerini etkilediği yönünde bir yargıya vardılar. Gelgelelim milyonlarca yıl öncesine baktığımızda, en erken tarih öncesi insanlar arasında yamyamlığın izlerine rastlanmakla birlikte, insanların o dönemlerde günümüzden çok daha barışçıl olduklarını görüyoruz.

2008’de yapılan bir araştırma, görünürde insanların şiddete tıpkı cinselliğe duydukları gibi bir arzu duyduklarını ortaya koyuyor. Söz konusu araştırmada farelerin beyinlerindeki ödül merkezleriyle ilintili hücrelerin şiddete duyulan istek karşısında da devinime geçtikleri görüldü.

Araştırmacılar insan beyninde de aynı durumun geçerli olduğuna inanıyor ve insanlarda şiddetin yaşamda kalabilmeye yardımcı olmak üzere evrilmiş bir eğilim olabileceğine dikkat çekiyorlar.

Yalan

İnsanların neden sürekli yalan söyledikleri konusunda kesin bir bilgimiz yok. Ancak araştırmalar yalan söylemenin son derece yaygın bir davranış olduğunu ve çoğu zaman derin ruhsal unsurlarla bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor.

Massachusetts Üniversitesi ruhbilimcilerinden Robert Feldman, yalan söylemenin kişinin özsaygı duygusuyla ilintili olduğuna inanıyor ve insanların özsaygılarının tehlikeye düştüğü duygusuna kapıldıkları anda, çok daha yüksek dozlarda yalan söylemeye başladıklarını öne sürüyor.

Üstelik yalan söylemek hiç de kolay bir iş değil. Bir araştırma yalan konuşmanın doğruyu söylemekten %30 oranında daha uzun bir zaman gerektirdiğini gözler önüne serdi. Son araştırmalar e-posta aracılığıyla gönderilen iletilerde eski yöntem mektuplara kıyasla çok daha fazla yalana yer verildiğini de ortaya koyuyor.

İnsanların kimi zaman gerçekten kasıtlı olarak yalan söyleyip söylemediklerini anlamak başlı başına bir sorun. Bunu açıklığa kavuşturmak için öncelikle yalanın bir tanımlamasını yapmak gerekiyor. Washington Üniversitesi felsefe uzmanlarından James E. Mahon’a göre, bir tümcenin yalan düzeyine ulaşması için öncelikle kişinin yalan olduğuna inandığı bir tümceyi dile getirmesi gerekiyor. İkincisi, tümceyi dile getiren kişinin seslendiği kişileri o tümcenin doğru olduğuna inandırmak istemesi gerekiyor.

Mahon’a göre bu koşullar olmadığı sürece söylenenler yalan kapsamının dışında kalıyor.

Hayvanların da yalana eğilimli oldukları, dahası robotların bile yalan söylemeyi öğrendikleri görülüyor!

Rita Urgan

Kaynak: Live Science/ 25 Mart 2016