Keşifleri kadınlar yaptı, ödülleri erkekler kaptı

Öne Çıkanlar Toplum

Marie Curie'nin dışında, aklınıza kaç ünlü bilim kadını geliyor? Ya da kadınların hangi keşifleri yaptığını biliyor musunuz?

Yıllarca bilim dünyasında kadınlara çok az yer verildi. Fakat bu kadınların bilimle ilgilenmediği anlamına gelmiyor, zira keşifleri çoğunlukla erkek meslektaşları tarafından unutturuldu, çalındı ya da görmezden gelindi.

Pek çok bilim kadınının tarihte çığır açan keşfi hak ettiği ilgiyi görmedi. Gözlem yapmak, hipotez önermek, deneyler yapmak ya da sadece çalışmak için bile yeterince fırsat elde edemediler. Tüm bunlara rağmen başarılı olsalar bile, çalışmaları erkek meslektaşlarına mal edildi ve tarih kitaplarına giremedi.


Tarihte çığır açan fakat keşifleri ellerinden alınan ve erkeklerin gölgesinde kalan bilim kadınları:

Vera Rubin

Vera Rubin'in (solda) bilimsel kariyeri acımasız eleştiriler ve düşmanlıklarla dolu. Rubin, üniversiteye kabul edildiğinde lise fizik öğretmeni "Bu büyük bir başarı, tabii bilimden uzak durduğun sürece" demişti. Rubin’in, daha sonra Princeton Üniversitesi’ndeki astronomi programına yaptığı başvuru ‘kadınlara izin verilmediği’ gerekçesiyle reddedildi (bu yasak 1975’e dek sürdü).

Ama bunlar Rubin’i yıldırmadı. Georgetown Üniversitesi’nde doktorasını yaparken, meslektaşı Kent Ford ile birlikte galaksilerin dışındaki yıldızların, merkezindeki yıldızlarla eşleşen bir yörünge hızına sahip olduğunu gözlemleyen ilk kişiler oldular. Rubin dönüş eğrileri üzerine çalışmaya devam ederek, galaksilerin açısal hareketinin tahmin edilenden farklı olduğunu ortaya çıkardı. Ancak erkek meslektaşları bulgularının Newton yasalarına ters düştüğünü ve yanlış bir hesaplama yapıldığını düşünüyorlardı. Doktora ve yüksek lisans tezi hem eleştirildi hem de göz ardı edildi. Ancak yıllar sonra değeri anlaşıldı.

Karanlık maddeyi keşfederek astronomi alanında yeni bir alan yaratan Rubin, yıllarca Nobel Fizik Ödülü’nü kazanacağı düşünülen bir adaydı. Fakat Nobel alamadan 88 yaşında öldü. Rubin’in ölümü bilim çevresini yasa boğdu. Sayısız bilim insanına ilham kaynağı olmuştu ve onun çalışmaları olmasaydı, birçok bilim insanı şu an hala var olmayan şeyleri araştırıyor olabilirdi.

Cecilia Payne

İnanılmaz keşifleri, erkek yöneticileri tarafından göz ardı edilen bir bilim kadını. 1919'da Cambridge Üniversitesi'nde burslu olarak botanik, fizik ve kimya dersleri aldı. Cambridge, o yıllarda kadınlara diploma bile vermediği için, dersleri boşuna tamamlamış gibi görünüyordu.

Payne (solda) bu yıllarda astronomiyle ilgilendi. Radcliffe Koleji'ne geçti ve astronomi doktorası alan ilk kadın oldu. Yıldızların büyük miktarlarda hidrojen ve helyumdan oluştuğunu buldu. Ancak erkek meslektaşları böyle düşünmüyorlardı. Zamanın astrofizik ve uzay bilimleri uzmanı Henry Norris Russel, Payne’i makalesini yayınlamaması için ikna etti. Russell, bu fikrin dönemin yaygın bilgisi ile çeliştiğini ve kabul edilemeyeceğini düşünüyordu. Ancak Russel 4 yıl sonra, farklı yöntemlerle yine aynı sonuçlara varan bir çalışma yayınladı. Ne yazık ki Payne adı, Galilei, Newton ve Einstein'la birlikte anılması gerekirken, tarih kitaplarından çıkarıldı. Daha da kötüsü yıllar sonra Payne, astronomiye yaptığı katkılarından dolayı “Henry Norris Russell Ödülü”ne layık görüldü.


Chien Shiung Wu

Çin asıllı bilim kadınının (solda) bilim dünyasına yaptığı en büyük katkı, o sırada geniş kabul görmüş Eşlem Korunumu Yasası’nı (Law of Conservation of Parity) çürüten bir keşifti.

Bilimsel bir kuramın yanlış olduğunu ispatlamak oldukça zordur. Wu'nun meslektaşları Chen Ning Yang ve Tsung Dao Lee, bu teoriyi ispatlaması için Wu’ya yardımcı olabileceklerini söyleyerek bir deney teklifinde bulundu. Wu tekliflerini kabul etti ve birkaç deney gerçekleştirdi. Onun deneyleri inanılmaz derecede önemliydi, çünkü parçacığın bir elektronunu, diğerlerine oranla daha kolay bırakma eğiliminde olduğunu ve bu nedenle parçacıkların simetrik olmadığını gösterdi. Gözlemi, 30 yıllık bir inancı bozdu ve Eşlem Konumu (Law of Conservation of Parity) yasasını çürüttü. Elbette Yang ve Lee, Wu’nun gözlemlerini kaydetmedi ve bunun yerine keşfi kendilerine mal ederek ödüller kazanmaya devam ettiler.

 

 

Nettie Stevens

 

Kromozomlar hakkında çok şey bilinmiyor olsa da, en azından cinsiyetimizin 23. kromozom çifti X ve Y tarafından belirlendiği biliniyor. Çoğu ders kitabı, bu büyük keşif için Thomas Morgan adlı bir erkeği işaret ediyor, ancak keşif Nettie Stevens (solda) adında bir bilim kadınına ait.  Stevens, un kurtlarındaki cinsiyet ayrımını inceledi ve cinsiyetin X ve Y kromozomlarına bağlı olduğunu fark etti. Stevens gözlemlerinin neredeyse tamamını tek başına yapmasına rağmen, tüm emekleri çalışma arkadaşı Morgan’a mal edildi ve Nobel Ödülü'nü Morgan aldı.

Morgan, ödülü almış olsa da öfkesini bastıramadı ve Stevens’ı küçük düşürmek için, Science dergisinde bir makale yayımladı. Bu makalede Stevens'in tüm deney boyunca gerçek bir bilim insanından çok bir teknisyen gibi davrandığını söyledi, ancak keşfin sahibi yıllar sonra geç de olsa anlaşıldı.

 

Ida Tacke

 

Ida Tacke (solda), iki yeni element olan renyum (75) ve masuriyumu (43) buldu. Periyodik tabloda atom numarası 43 olan masuriyum adlı bir element olmadığını fark edebilirsiniz. Bunun nedeni, bu elementin Carlo Perrier ve Emilio Segre'in bulduğu teknetiyum olarak biliniyor olması.

Tacke bu elementi bulduğunda kanıtları çok açık şekilde sunmuştu. Buna rağmen söz konusu element, laboratuvar ortamında Perrier ve Segre tarafından yapay olarak üretilince kabul gördü. Buluş Tacke’ye ait olmasına rağmen Perrier ve Segre’ye mal edildi.

 

 


Esther Lederberg

 

İlk eşi Joshua Lederberg ile birlikte, bakteriyel kolonilerini laboratuvar ortamında farklı yöntemler kullanarak inceledi ve elde ettikleri bulgular antibiyotik direnci konusunda önemli sonuçlar doğurdu. “The Lederberg” adı verilen bu yöntem bugün hâlâ kullanılmakta.

Joshua Lederberg çalışmaları için fizyoloji ve tıp alanındaki Nobel Ödülü’nü George Beadle ve Edward Tatum ile paylaştı. Ancak katkısı çok büyük olmasına rağmen Esther Lederberg’e (solda) ödül verilmedi.

 

 


Lise Meitner

Nükleer fisyon süreci, bilim dünyası için büyük bir keşif ve çok az insan bu keşfin ilk kez Lise Meitner (solda) tarafından hipotez haline getirdiğini biliyor. Meitner, Stockholm’de Otto Hahn ile radyoaktivite üzerine çalışmalar yürütüyordu. Ancak Avusturya'nın ilhakı sırasında Meitner, Stockholm'den ayrılmak zorunda kaldı. Otto Hahn ve ortağı Fritz Strassman, uranyum ile yaptıkları çalışmaya yalnız devam ettiler. Meitner’in erkek meslektaşları, uranyumun nötronlar tarafından bombardıman edildiğinde ortaya atomların çıkmasına çok şaşırdı. Bu şaşkınlıklarını bir mektupla Meitner’e bildirdiler. Meitner ise atomun parçalandığına dair bir teorisi olduğunu yazdı. Bu fikir, kimya dünyasında bomba etkisi yarattı ve nükleer fisyon teorisi açıklanmış oldu.

Strassman ve Hahn yayımladıkları makalede Meitner’den hiç bahsetmedi. Nobel Kimya Ödülü komitesi, Lise Meitner'in oynadığı rolü göz ardı ederek, ödülü Otto Hahn'a verdi. Hahn, bu yanlışlık konusunda hep sessiz kaldı. Meitner, Nobel Ödülü'nü alamamış ve resmi olarak tanınmamış olsa da yıllar sonra 109 numaralı elemente onun anısına meitneryum denildi.

 


Henrietta Leavitt

Henrietta Leavitt'in (solda) adı pek duyulmamış olsa da keşifleri, astrolojiyi, fiziği ve evreni görme biçimimizi kökten değiştirdi. Leavitt çalışmalarına, yıldızları Harvard Gözlemevi’nde ölçüp kayda almakla başladı. O yıllarda, yıldızların ölçülmesi ve kayıt altına alınması bilim kadınlarına uygun görülen birkaç işten biriydi. Leavitt, erkek üstlerine veri toplamak için bir bilgisayar gibi çalışıyordu. Bu yorucu iş için saatte sadece 30 sent kazandı.

Bir süre sonra Leavitt, yıldızların parlaklığı ve Dünya ile olan mesafesi arasında bir bağlantı olduğunu fark etti. Yıldızın parlaklık değerine bakılarak, Dünya'ya uzaklığının hesaplanabileceğini buldu. Bu sayede bilim insanları, bütün yıldızların bizim galaksimizde olmadığını ve evrenin birçok galaksiden oluştuğunu keşfetti. Fakat ne yazık ki Leavitt hiç tanınmadı. Nihayet Nobel Ödülü için fark edildiğinde, ne yazık ki ölmüştü.

 

 

Jocelyn Bell Burnell

 

Jocelyn Bell Burnell (solda), Cambridge Üniversitesi’nde henüz öğrenciyken pulsarları keşfetti. Pulsarlar bir yıldız türüdür, aslında bir yıldızın ölmeden önceki evrelerinden biridir ve genelde nebulaların içinde görülür. Pulsarlar, devasa yıldız patlamalarının kalıntılarıdır. Pulsarların varlığı, dev yıldızların patladıktan sonra yok olmadığını, bunun yerine, küçük ve inanılmaz yoğun yıldızlara dönüştüklerini gösteriyor.

Bell Burnell, bu keşfi yaparken, teleskobundan elde ettiği ve yazdırılıp art arda dizildiğinde 5 km uzunluğa erişen kâğıt şeritleri inceledi. Bu bulgu Nobel’e layık görüldü, ancak ödül Bell Burnell'in danışman hocası Anthony Hewish’e ve Cambridge Üniversitesi'nden bir radyo astronomu olan Martin Ryle'ye verildi.

 


Rosalind Franklin

Rosalind Franklin (solda), erkek meslektaşları tarafından haksızlığa uğrayan en ünlü bilim kadınlarından biri. Bilimle ilgiliyseniz muhtemelen DNA'nın yapısının keşfi ile ilgili James Watson ve Francis Crick adlarını duymuşsunuzdur. Fakat Watson ve Crick’in "keşifleri” büyük bir tartışma konusu.

Rosalind Franklin, Londra'da Kings Koleji'ne bağlı bir laboratuvarlarda çalışırken Maurice Wilkins ile tanıştı. Her ikisi de DNA üzerinde fakat iki ayrı ekipte ve iki ayrı proje üzerine çalışıyorlardı. Franklin burada DNA'nın yoğunluğunu ve sarmal biçimini saptadı. DNA'nın iki zincir ve bir fosfat omurgasından oluştuğu sonucuna vardı. Çalışmaları sırasında Rosalind Franklin'in bulguları erkek meslektaşlarının gölgesinde kaldı.

Bu dönemde Franklin, meslektaşları Wilkins, Watson ve Crick'e birçok çalışmasını gösterdi. Bunların arasında sadece X-ray çalışmaları değil, son bulgularını içeren kapsamlı raporlar bile vardı. Franklin daha sonra kansere yakalandı ve hayatını kaybetti. Franklin’in bulgularından yararlanan Watson ve Crick, çalışmalarına öncülük eden kişi olarak Franklin'den çok Wilkins'in adını andı. Ancak Franklin’in gümüş tepsi ile sunduğu bilgilerle Watson ve Crick’in keşfi, bir keşiften çok Franklin’in buluşunu onaylatmaya benziyordu. Watson, Crick ve Wilkins DNA çalışmalarından dolayı Nobel Ödülü alırlarken Franklin'in adı bile anılmadı.

Sonuç

Yıllarca toplumlar, belirlenen kalıpların dışına çıkan, çalışan ve üreten kadını yok saydı, günümüzde bu tutumun değiştiğine inanılıyor olabilir. Ancak bilim kadınlarına karşı önyargılar azalmış olsa da tamamen ortadan kalkmış değil.

Bugün bile, Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu raporu, kadın-erkek ücret eşitliğinin sağlanması için 118 sene daha geçmesi gerektiğini söylüyor. Bu da kadınların önündeki engelleri kaldırmamız için daha çok çaba sarf etmemiz gerektiği anlamına geliyor.

Derleyen: Cemre Yavuz

Kaynaklar
http://news.nationalgeographic.com/news/2013/13/130519-women-scientists-overlooked-dna-history-science/
http://listverse.com/2013/10/14/10-groundbreaking-women-scientists-written-off-by-history/