Bilmekle bilmemek arasındaki sınır

Öne Çıkanlar Yaşam Bilimleri
Bilmekle bilmemek arasındaki sınır

1347-1351 yılları arasında süren veba salgınından önce 450 milyon olan dünya nüfusunun 350 milyona düştüğü hesaplandı. Avrupa’nın nüfusu 75 milyondan fazla iken Avrupa halkının üçte biri salgında ölünce nüfus yaklaşık 50 milyona düştü.

Son derece tehlikeli ve bulaşıcı bir hastalık olan ve sık sık görülen veba, 14. yüzyıldaki korkunç saldırısında, Avrupa'ya eşi görülme­miş bir felaket getirmişti.

Veba, Çin ve Orta Asya’da başlamış buradan tüm dünyaya yayılmıştı. Vebanın Avrupa’ya ulaşması Asyalı tacirlerin Çin’den satın aldıkları vebalı kürkleri Avrupa’ya satması yoluyla bulaşmıştı. Gemide yaşayan pire ve farelerin de bu hastalığın yayılmasında etkili oldukları araştırmacılar tarafından söylenmektedir.


Ayrıca, o sıralarda Kırım Tatarlarının reisi Canıbek, Ceneviz limanını kuşatmış ve kendi vebalı adamlarını mancınıkla şehrin içine fırlatıp hastalığı İtalyanlara bulaştırmıştı. İtalyanlara bulaşan vebayla ilk karşılan şehirler Cenova, Messina ve Venedik olmuştu. Sonrasında Veba Salgını, 1348 yılında Paris’e kadar gelmiş 1349’da ise Londra’yı etkisi altına almış İskoçya ve İskandinavya’dan sonra da başlangıcı olan Tatarların yurduna tekrar ulaşmıştı.

Floransa’da 90.000’den 45.000’i, Fransa’da 125.000, İngiltere'de 1.000.000 kişi ve Venedik’te ise nüfusun %75 ‘i veba salgınından ölmüştü.

“Tanrının gazabı”

Hristiyanlar çaresiz kaldıkları bu salgını, "Tanrı'nın bir gazabı" olarak görmüşse de, buna karşılık çareyi, kutsallık atfettikleri bir takım putlara, azizlere sığınmakta ve azizlerden kalan bir takım cisimlere başvurmakta bulmaktaydılar. Onlardan geriye kalan eşyaları salgına çare olacağını zannıyla şehirlerde dolaştırıyorlardı. Böylelikle hekimlik işini de din adamları üstlenmiş oldu. Onlar da haçlar, mumlar, şeytan çıkarma ayinleriyle, salgını tedavi etmeye çalıştılar.

Hatta Tanrı'nın öfkesini yatıştırmak için en çok başvurulan yollardan biri, salgına sebep oldukları düşünülen Yahudileri öldürmekti. Salgının önlenememesi ile toplumlar korkuya kapıldılar. Kurtulmak için ondan kaçarak daha çok yayılmasına neden oldular. Bu anlamda Orta Çağ karanlığındaki Batı toplumlarında  “vebalıların yakılması”, “cadı” ve “Yahudi avı” meşhurdur.

İsviçre ve Güney Fransa'da halk Musevileri suçlu bularak yüzlercesini yaktı. Bu, aslında veba salgınından daha korkunç bir örnek olarak bütün dünyaya bulaştı. Narbonne ve Carcassone'de bağnaz halk, öfkesini Krallığın düşmanı sayılan İngilizlerden çıkardı. İngilizler bu kentlerin duvarlarında parça parça edilerek ateşe atıldılar.

Deprem olarak fışkıran veba!

Montpellier Üniversitesi profesörü, 1348 yılındaki korkunç veba salgınında yazdığı bilirkişi raporunda, vebanın yayılmasının sorumluluğunu hastanın bakışlarına yüklüyor ve hekim ya da papaza, muayene etmeden ve dokunmadan önce hastanın gözlerini ka­pamalarını ya da bir bezle örtmelerini salık veriyordu.

Gökyüzündeki pis kokulu havanın, yukarıdan düşen meteorlar­dan kaynaklandığına ya da Kunrat von Megenberg'in dediği gibi, depremlerle birlikte “arzın damarlarından fışkırdığı”na ve insanla­rın başına veba biçiminde bela olduğuna inanıyorlardı.

Belçikalı hekim Simon de Covino, bütün suçun, 20 Mart 1345 günü, öğlen saat 1'de, kova burcunun 14 derece altında Jüpiter, Sa­türn ve Merih arasındaki büyük kavuşumda olduğunu belirtiyor ve “en düşman gök cisimlerinin, özellikle Satürn'ün sınırsız ölçüde olumsuz etkisi vardır ve bu nedenle her şeyden önce ölüm meleği­ne gün doğmaktadır!” diyordu.

14.yüzyılda bu salgına “Büyük Ölüm” dense de, daha sonraki yıllarda "Kara Ölüm" olarak tanımlanmıştır. Bunun
sebebi de, genel inanca göre, bu hastalık sonucunda deri altı kanamalar yüzünden derinin siyaha dönmesidir. Aslında bu ad mecazi anlamda kullanılmış olup, "kara" burada kasvetli, sıkıntılı, kederli anlamına gelir.

Kara Ölümün Avrupa'nın nüfusu üzerinde büyük bir etkisi olmuş ve Avrupa'nın sosyal temellerini değiştirmiştir. Roma Katolik Kilisesi için de büyük bir darbe olan Kara Ölüm; Museviler, Müslümanlar, yabancılar, dilenciler başta olmak üzere azınlıklara zulmedilmesine yol açmıştır. Günlük yaşamın belirsizliği insanları o günü yaşamaya itmiş, ve bu da Giovanni Boccaccio'nun 1353'de yazdığı Decameron'una yansımıştır.

Şu tabloya bakın!

Decameron'un giriş bölümünde ayrıntılı bi­çimde anlattığı Veba Salgını, Avrupa toplumunun bu kor­kunç felaket karşısında nasıl bir tutum sergilediğinin en çarpıcı, en canlı belgesidir: “Yurttaşın yurttaştan nasıl kaçındığını anlatmak iç açıcı olmayacaksa da (...) kardeş kardeşten, amca yeğeninden, çoğu zaman da kadın koca­sından kaçıyordu. Çocuklarını bir başlarına bırakan analar, babalar gö­rüldü (...) bir çokları gece gündüz sokaklarda ölüp gittiler; evlerinde can verenlerin çoğunun ölümünden, cesetlerinin kokusu çevreye yayılana dek komşularının bile kolay kolay haberi olmuyordu (...) aynı anda aynı tabutla iki ya da üç cenaze birden taşınıyordu. Karı koca, iki veya üç er­kek kardeş, ya da baba oğul için yalnızca bir tek tabut vardı (...) kaç ce­naze olursa olsun, ne arkalarında yas tutup gözyaşı dökecek bir kalaba­lık, ne de mum yakacak kimseler bulunurdu. Öyle ki, o günlerde insan ölümünün günümüzdeki tavuk ölümü kadar önemi yoktu.”

Bu korkunç yılın veba salgınındaki genel kanı da şuydu:

"Gök cisimlerinin etkisinin sonucudur ya da bizim haksız hareketlerimizden dolayı Tanrı’nın duyduğu öfkenin ve fanileri terbiye etmek istemesinin bir sonucu. Ne herhangi bir bilgi ne de insani bir tedbir işe yarıyor… Bu nedenle, bir kere değil birçok kere dini tören düzenlemeli ve Tanrı’nın huzurunda tövbe edilmelidir.”

Ve böylece insanlar tekrar tekrar bir araya toplandığından salgına ek destekler verilmiş oluyordu.

Temastan kaynaklanan enfeksiyon tehli­kelerini iyi bilen İslam dünyası için vebanın ne metafizik, ne de sihirli bir yanı vardı. Soğukkanlı karar verme yeteneğiyle batıl inançlar ara­sındaki sınır, -söz konusu zaman diliminde-, aydınlanmış İslam Uygarlığı ile düşünsel olarak "geri kalmış" Hristiyanlık arasındaki sınırdı.

1347-1351 yılları arasında süren salgından önce 450 milyon olan dünya nüfusunun 350 milyona düştüğü hesaplandı. Avrupa’nın nüfusu 75 milyondan fazla iken Avrupa halkının üçte biri salgında ölünce nüfus yaklaşık 50 milyona düştü.

Prof. Dr. Kadircan Keskinbora / Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi 

Kaynak:
- Barry S, Gualde N. The Biggest Epidemics of History (La plus grande épidémie de l'histoire, inL'Histoire , June 2006, article from  the whole issue is dedicated to the Black Plague, pp. 38-60).
- Tuncer A. Toplum Sağlığında İnfeksiyon Hastalıkları ve Korunma, Ankara, 1983, s.3-5.