Dijitalleşme ve Metodoloji

Tanol Türkoğlu
Dijitalleşme ve Metodoloji

Dijitalleşme her zamankinden çok daha fazla miktarda verinin “yakalanıp” işlenmesini sağlıyor. Öyle ki konu daha çok veri ile daha hassas ölçüm yapma formülünün ötesine geçiyor; metodu değişmeye zorluyor.

Sosyal medya bağımlılık yapar mı? Kısa yoldan cevap evet. Hatta bazı araştırmalar, Facebook kullanımı ile kokain kullanımının vücutta benzer etkiler yaptığını da göstermekte. Ancak bu soruyu önce bir üst boyuttan irdelemek lazım. Yani, “Bir şeyin bağımlılık yaptığı nasıl anlaşılır?”

Bellidir ki bugün bilimsel olarak kabul edilmiş bir gözlem/deney modeli sonucunda bir şeyin bağımlılık yapıp yapmadığı belirlenmektedir. Peki dijital dünyada bir şeyin bağımlılık yapıp yapmadığı nasıl anlaşılır? Yine aynı yolla mı? Yoksa başka, “dijital”, alternatif model(ler) geliştirilebilir mi?


Mart ayında Brandwatch.com sitesi bir araştırma yapmış. Araştırma modeli oldukça basit: Sosyal medya üzerinde (İngilizce olarak) “Ben ... bağımlısıyım” veya “Ben .... kullanmayı bırakıyorum” (sırasıyla “I’m addicted to ...” ve “I’m quitting ...”) cümleleri araştırılmış. Ve bu formatta yazılmış cümlelerde ... ile belirtilen yerlere yazılmış olan kavramlar içinden sosyal medya sitelerine işaret edenler ayıklanıp, istatistiği çıkarılmış.

Bu çalışmaya göre kişiler sırasıyla Twitter, Facebook, Youtube ve Instagram “bağımlısı” olduklarını ve benzer şekilde yine Twitter, Facebook ve Youtube “kullanmayı bırakıyor olduğunu” beyan etmekte.

Bu çalışma bilimsel mi? Sanırım mevcut bilimsel kriterler çerçevesinde değil. Bir yanda bağımlılık beyanını destekleyen “bilimsel” veri eksikliği (bağımlı olduğunu nereden bileceğiz?), diğer yanda “bırakıyorum” beyanının ardından bırakıp bırakmadığının bilinmemesi.

Mevcut kriterler çerçevesinde bilimsel olmadığı halde bu araştırmayı ilginç kılan şey nedir? Yaklaşık 40 bin kişinin beyan verisi, altı aylık bir araştırma süresi. Benzer bir çalışma bütünüyle bilimsel kriterler gözetilerek yapılsaydı, altı ayda 40 bin kişi üzerinde gerçekleştirilebilir miydi? Maliyeti aynı mı olurdu?

40 bin değil belki de bir kaç düzine denek üzerinde yapılacak bilimsel bir çalışma, “bilimsel” olduğu için, tüm dünyanın tablosu diye kabul edilecekti. Oysa şimdi elde 40 bin kişinin beyan verisi olduğu halde süreç “bilimsel” olmadığı için, dudak bükülecek.

Benzer ikilemi başka pek çok alanda tespit etmek olası. En pratiği temsili demokrasi ile doğrudan demokrasi uygulamaları arasında. Temsili demokrasi, demokrasi dışındaki o kabul edilmez diğer modellerle kıyaslandığında en doğrusu olduğu ve eldeki lojistik imkanlarla demokrasinin başka türlü hayata geçirilmesi mümkün olmadığı için icat edilmiş bir model. Lojistik sıkıntılar aşıldığında gereksinim duyulmayacak ve yerini doğrudan katılımcı demokrasiye terk edecek bir alternatif.

Gerçekten de öyle mi? Yoksa temsili demokrasi, demokrasi denildiğinde kendisini alternatifsiz hale mi getirdi?

Dijitalleşme nasıl ki ekonomik süreçlerde değer katmayan aracıları ortadan kaldırıyorsa, bilim, demokrasi veya diğer alanları da benzer şekilde “tehdit” ediyor. Katalizör veya aracılık edenler ya değer kattığını yeniden ispat etmeli ya da model yenilenmeli. Dijitalleşme hiçbir şey yapmasa bile her zamankinden çok daha fazla miktarda verinin “yakalanıp” işlenmesini sağlıyor. Öyle ki konu daha çok veri ile daha hassas ölçüm yapma formülünün ötesine geçiyor; metodu değişmeye zorluyor.

Tanol Türkoğlu / [email protected]

Tanol Türkoglu