İnsan sevgisiyle başlayan yeni bir düzene ihtiyaç var!

Doğan Kuban
İnsan sevgisiyle başlayan yeni bir düzene ihtiyaç var!

Tarih bir suç tutanağıdır: İyi ve kötü birlikte yaşarlar

Dünyanın geleceğini kurtarmanın uygarlıklar, dinler, ırklar, diller, ideolojiler dışında bir tek olasılığı var. Bilim insanlarının iklimle ilgili olarak dile getirdikleri, insanlığın tümünü yok edeceği öngörüsünün yakın tehdidini de düşünürseniz, bugün yapılması gereken, bütün toplumların ziyafetler düzenleyerek birbirlerini ağırlamasıdır. Bu dünyada geçerli söylemlerle çelişen çok açık bir durum.

Fakat toplumların cehaleti ve birikmiş önyargıları böyle bir barış ortamına ulaşmayı engelliyor. Bunun iki ters boyutunu öğrenmek istiyorsanız Suriye ile Finlandiya’yı karşılaştırın. En az 200 yıl önce ‘İnsan hakları’ kavramına ulaşan Aydınlanma düşüncesi, 20. yüzyılın canavarlığına engel olamadı. Uygarlık kavramı ile insanların yaşamı arasında uçurumlar var.


Toplumlar iyi ve kötü birlikte olduğu için ortak yaşamın sorunlarını çözmeye çalışarak uygarlaşırlar. Binlerce yıldır uğraşıyorlar. Her toplumda iyi ve kötü insan var. Demokrasi bu olguyu değiştirmez. Kendini tanrı yerine koyan Firavunlar, katil kahramanlar, Avrupa kralları, Papaları, Osmanlı sultanları, Hitler gibiler saymakla bitmez. Aralarında Asoka, Marcus Aurelius, Harun Reşid, Lincoln gibi bazı iyiler de bulunur. Haydut, hırsız, hain, yalancı her toplumda olur. Kötülük bir insan özelliğidir. Farklı düşünce taşıyanlar arasında iyi ve kötü oranı pek değişmez. İnsanlar birbirlerini sömürür, birbirlerine zulüm yapar ve hatta yok ederler. Tarih bir suç tutanağıdır.

Evrensel başlangıç: Hoşgörü

Geçmişte insanlığın yaşadıkları ve hala yaşadığı koşulları tanıyarak günümüzün birlikte uygar yaşama koşullarını yeniden tasarlamak zorundayız. Sayısız gelenek içinde, İdeolojik, dini, ekonomik ve felsefi bağlamda sınırlar tanımlamak olanaksız olduğu için, ilk evrensel davranış hoşgörüdür. Psikolojik bir bozukluk olan haydutluk için ise yanıt sadece bilimdedir.

Günümüz dünyasında hiçbir neden insanları birbirlerine düşman olmaya davet etmemelidir. Modern toplumların kendi kalabalık nüfusları içine yabancıları kabul etme olasılığı çok. Milyarlar kendi ülkelerinde, dünyanın ve kendilerinin geleceğini bekleyecekler. Her ülkenin hayır ve evetleri birlikte yaşamak zorundalar.

80 milyonluk toplumların düşman gruplar olarak gelecekleri olamaz. Çağdaş dünya ile ortaklık edemezler. Böyle bir tablo Batılıların hoşuna gidebilir. Sömürülerini sürdürürler. İslam dünyasının bugünkü durumu Batılının burnunu işimize soktuğunu gösteriyor. FETÖ öyküsünün sürüp gitmesi ülkenin altında sürekli deprem anlamına gelir.

Toplumlar farklı yaşıyorlar

Sevgili okuyucular,

İnsanlığa yüz milyonlarca ölüye mal olan savaşların arkasındaki iktidar örnekleri, Batı felsefesinin 200 yıl önce ulaştığı demokrasi kavramına aykırı politikalara dayanır. Gerçi toplumlar felsefi düşüncelere uygun yaşamazlar. Fakat demokrasi kavramı çağdaşlığın temel simgesidir.

Günlük yaşamda hiçbir insan diğerinden farklı haklara sahip olamaz. Ordu komutanı ordunun tümünden, tümen komutanı tümenden, bölük kumandanı bölükten, genel müdür genel müdürlük mensuplarından, lise müdürü liseden, ilkokul öğretmeni sınıftan sorumludur. Sorumluluk onlara insanlar üzerinde bazı kontrolleri yapmak hakkı verir. Fakat ‘İnsan Hakkı’ denen hiçbir hakka müdahale etmek, örneğin onu işsiz ve aç bırakmak anlamına gelmez.

Gelişmiş toplumlar denen ülkelerde, insanların devlet anayasalarında belirtilmiş haklarına dokunulmaz. Demokrasi bunun adıdır. Ordu komutanı hiçbir askerin kişisel yani demokratik haklarına dokunamaz. En yüksek görevli, sistemin çalışmasını sağlamla görevlidir. Fakat hiçbir vatandaşın iş, aş, insani ilişki haklarına dokunamaz. Bunun yapılamadığı ülkeler çağdaş dünyanın üyesi sayılmıyorlar. Ekonomik ortaklıkları onları Batı kapitalizminin sömürü pazarı yapıyor. İnsan hakkı sömürüsü yerine para sömürüsüne evet diyen kapitalist ekonomi gelişmemiş ülkelerdeki huzursuzlukların virüsüdür. Dünya toplumlarının dengesini bozar. Kökeni zengin Batı toplumlarıdır.

Oy farkıyla demokrasi olmaz

Toplumdaki bütün hak ve örgütlenme koşullarını oy farkıyla saptamağa kalkarsak demokrasi olmaz. O zaman insan hakkı ortadan kalkar. Anayasalar zaman içindeki değişikliklere uyum sağlamak için ayrıntılarda değişiklik için halka sorulur. Referandum sadece buna denir. Daha çok İsviçre, Birleşik Amerika gibi federasyonlarda kullanılır.

Anayasa, devletle birlikte kurulan hukuk sistemidir. Referandum konusu değildir. Devlet şekli oyla değişmez. Bu tür uygar ülkelerde yoktur. Nasıl Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Balkanlar bizim olmadan kimse bize Osmanlı demeyecekse, demokrat devlet de demez. Oy vermeyenler de onu devlet kabul etmekte direnirlerse bu ülkenin parçalanmasına yol açabilir.

Batı bundan da hoşlanacaktır. Seçimin on oy farkla evetçilerin olduğunu farz edin. Dünyada bu yöntemle hiçbir devlet kurulmadığı için, bu devlet, dünyanın yarısının boykot ettiği, halkı ikiye bölünmüş bir toplum olmak tehlikesi taşır. Biz ne bölmeliyiz, ne de dünyaya düşman olmalıyız.

Bu uygulamanın tarihte örneği olmadığı için sonucunu düşünemem, dünya ve halkın yarısı tarafından yadsınmasının sonucunu tahmin edemem ve edemeyiz.

Kuşkusuz bu ülkede hiç kimse 80 milyonluk Türkiye’nin erimesini istemiyor. Bu aşamada en önemli olan toplumu parçalayacak, insan gruplarını ideolojilerine göre kalıplara sokacak kötü niyetlilerin -ki bunlar yabancılar da olabilir- geçen yaz olduğu gibi ortamı bulandırmalarıdır. Soğukkanlılığımızı, Türk halkına ve ülkesine karşı sevgimizi unutmadan, her dışlamanın parçalanma tehlikesi olduğunu, Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerin başına gelenleri hatırlayarak, düşünmek zorundayız.

Türkiye Cumhuriyeti büyük lokmadır. Dayanıklıdır. Parçalanmış bir Türkiye kapitalist emperyalizmin, Batılı ve Rus dostlarımızın iştahını yeniden kabartabilir. Düşündürücü olan oy’a bağlı bir devlet sistemi önerisidir. Bu ancak göçer aşamasını geçememiş bir toplumsal cehalet ortamında hayal edilebilirdi!

Ne böyle orkestra ne seyirci var bizde

Bu yazıyı yazarken, Berlin Filarmoni Orkestrasının Berlin’deki olağanüstü güzel açık hava konser merkezi Waldbühne’de Amerikalı Orkestra şefi Seiji Ozawa’nın yönettiği bir George Gershwin konseri dinledim. Bizde böyle bir tarihi performansı olan bir orkestra yok. Böyle bir dinleyici söz konusu değil. Seiji Ozawa Amerika’ya göçen bir Japon. Gershwin Rusya’dan göçen bir Yahudi ailesinin oğlu. Sahnede kör bir Afrikalı piyanist, bir baterist ve çello çalan iki Afrika kökenli sanatçı vardı. Kompozitör, orkestra şefi, piyanist ve diğer müzisyenler göçer. Biz Anadolu’ya 12. yüzyılda göçmüştük. Cehalet buradan başlıyor.

Gershwin yetenekli çağdaş kompozitörlerin başında geliyor. Müziği etkileyici, hem Amerika’yı anlatan, hem de Afrika Müziği ile Avrupa modern müziğinin bir sentezi. Türkiye’nin kalkınamamasının arkasında bu eksiklik var. Bu sahne benim Türkiye’nin toplumsal cehaleti üzerindeki endişemin katlanmasına neden oldu.

İnsan sevgisiyle başlayan yeni bir düzene ihtiyaç var!

Doğan Kuban

Doğan Kuban