Uzaylı iddialarına kuşkucu bakış

Tevfik Uyar
Uzaylı iddialarına kuşkucu bakış

Bir sözdebilim olan Ufoloji, kelime anlamıyla “UFO bilimi” demek… Bu alanla uğraşanlar da ufolog olarak tanıtıyor kendini. Sonunda “loji” olduğu için bilimsel veya yöntemli bir çalışma alanı havası yaratsa da öyle değil. Kelime anlamına bakarak beklediğimiz şey, bu insanların “tanımlanamayan uçan cisimler” konusunda uzman olmaları. Oysa böyle bir şey değil de, daha çok anneannemin antika gümüşlüğünün havada çekilen fotoğrafına dahi prim verip onu “uçan daire” olarak değerlendirme işi gibi görünüyor.

Pek çok ufoloğun ortak özelliği, uzaylıların veya uçan dairelerin varlığına kanıt olarak sunulan fotoğraf, görüntü veya belgeleri, hiçbir eleştirel düşünce süzgecinden geçirmeden ve sorgulamadan kabul etmeleri, tanımlanamayan her nesneyi uzaylıların ziyaretine bağlıyor olmaları.

Temel bir ilke


Öncelikle şu mantık ilkesini bir kenara koyalım: Uçan bir cismin tanımlanamaması, o cismin tanımlanamadığı anlamına gelir. Uzaylıların varlığı anlamına değil…

Atmosferde çok çeşitli fenomenler gerçekleşiyor. Pek çok casus uçak, yanarak düşen uydu, atmosfere giren meteor veya belki de bilmediğimiz olgular söz konusu. Hatta hakikaten de uzaylılar bizi izliyor olsun, fark etmez. Bu cismi tanımlayamamak, iki gözlü, küçük burunlu, uzun kollu, ince parmaklı yaratıkların varlığını ispatlamaz. Belirsiz deliller, belirli sonuçlara çekilemezler.

Lakin, ufologlar sürekli “zaten deliller” olduğunu söyleyip duruyorlar. Bu delillerin başında elbette, çekildiği iddia edilen uçan daire fotoğrafları var.

Fotoğrafların öyküsü ilginç: 1950’lere kadar uzaylı araçları betimlemeleri çeşitli. Daha çok puro olarak tasvir ediliyor (kanatsız uçak formuna benzediği için olsa gerek). Lakin 1950’de Kenneth Arnold adlı ABD Hava Kuvvetleri pilotu, bir radyo programında bir defasında rastladığı garip cisimleri aktarırken “sanki suyun üzerine fırlatılmış tabaklar gibi deviniyordu” demiştir. Yani cisimlerin tabağa benzediğini değil, cisimlerin hareketinin suya fırlatılmış tabaklar gibi olduğunu…

Ancak gazeteler söylemi yanlış anlar ve cismin “uçan dairelere” benzediğini söyler. Arnold bu açıklamayı düzeltir ve gazeteleri eleştirir, ama artık çok geçtir: O günden bu yana UFO tasvirleri daireye döner. Hollywood’un da yardımıyla bu anlayış yerleşir. Sadece bu dönüşüm bile, bir sözde gerçekliğin nasıl yaratıldığını göstermeye yeter.

Fotoğraflarla ilgili bir başka makul şüphe de, günümüz kayıt teknolojilerindeki veya haberleşme imkânlarındaki gelişmeye karşın, UFO vakalarındaki durağanlık hatta gerilemedir. Bugün elinde fotoğraf makinesiyle gezen insan sayısı, elli yıl öncesine göre yüz binlerce kat arttı. Çekilen fotoğraf sayısı milyarlarca kez artmış olmalı… Ancak kazara objektife takılan, ya da aniden bir tarlada, yolda, balkonda mehtaplı bir gecede karşılan uçan dairelerin fotoğraflarında aynı oradan artış olmaması kafa karıştırıcı… Aynı oran devam etseydi, her gün Twitter’da fenomen olan bir tane görebilirdik diye düşünüyorum. Eğer bizi ziyaret etmekten vazgeçmedilerse…

“Uzaylılar beni kaçırdı!”

Delil olarak sunulanlar arasında uzaylılar tarafından kaçırıldığını iddia edenlerin deneyimleri de var. Esasında insanların deneyimleri gerçek bir delil olmaktan uzaktır: Hepimiz yanılırız, rüya görürüz, korkarız, sanrılar uydururuz. Gerçek bir deneyimle, hayali bir deneyimi birbirinden nasıl ayırt edebiliriz? Öncelikle açıklamaların tutarlılığına bakarak…

Örneğin kaçırıldığını iddia eden biri, uzaylılar tarafından ameliyat edildiğini de söylüyor. Ameliyat ortamını tarif etmesi istendiğinde, dünyadaki ameliyathanelerden farklı bir yer tarif edemiyor. Yıldızları aşıp gelen bir uygarlıktan daha gelişmiş bir tıp bekliyoruz oysa… Beklentimiz tek başına yeterli bir karşı delil olamaz tabii; belki yıldızları aşmalarına rağmen, tıp konusunda benzer teknolojiler kullanıyoruzdur... Lakin bu deneyimlerin bazısı sözlü olsa da genelde hipnoz altında alınıyor ve işin aslı hipnoz hiç de güvenilir değildir.

ABD’de yapılan bir araştırmada, UFO takıntısı olmayan sekiz deneğe doktor tarafından hipnoz uygulanıp “uzaylılar tarafından kaçırıldığı” telkin edilmiş, deneklerden deneyimlerini anlatmaları istenmiş. Deneklerin uydurduğu deneyimler, gerçekten yaşadığını iddia edenlerinkiyle hemen hemen aynı çıkmış; ama zaten ameliyathane tarifini, hipnozun güvenilirliğini filan bir kenara bırakalım: Sırf Ahmet dedi, Ayşe dedi, Mehmet dedi diye, böylesine büyük bir iddiaya, hemen ve sorgulamadan inanacak mıyız?

Niçin insanlar böyle çılgın şeyler yapıyorlar dersiniz? Belki gerçekten de çok inanıyorlar ve halüsinasyon, rüya ya da delüzyon görüyorlar. Belki de kendilerini böyle bir deneyim yaşadıklarına ikna ediyorlar. Belki de sadece sahtekârlar. Carl Sagan, bu yazıda da faydalandığım ve konunun ilgililerinin mutlaka okumasını tavsiye ettiğim “Karanlık bir Dünya’da Bilimin Mum Işığı” adlı kitabında, ortaçağdaki Meryem görme öyküleriyle, UFO görme ve kaçırılma öykülerinin arasındaki benzerliğe dikkat çekiyor ve uzaylıların Meryem’in yerini almış olabileceğini söylüyor.

Yeni efsane ihtiyacı

Muhtemelen, sanayi devriminden sonra giderek sekülerleşen hayatta, yeni modern mitlere ihtiyaç doğdu. İnsanoğlunun uzayı bizzat giderek keşfetmeye başladığı, ikinci dünya savaşını yeni atlattığı ve soğuk savaşla çalkalandığı yıllarda da bu modern mit, kurtarıcı uzaylı dostlar ya da istilacı yaratıklar üzerine kuruldu. Öyle ki; şu filmlere de konu olan meşhur “tarla izleri”, İngiliz iki şakacının işi olmasına rağmen tüm Dünya’da hızla yayıldı (tıpkı Arnold’un uçan daire miti gibi) ve kısa bir sürede dünyada karşılaşılan tarla izlerinin sayıları binleri buldu. 1991 yılında şakacı ikili yıllardır tarlalara şekiller çizdiklerini itiraf etmelerine ve nasıl yaptıklarını açıkça göstermelerine rağmen hâlâ TV’lere çıkıp “tarlarlarda izler var” diyenleri görmek üzücü.

Delil olduğu iddia edilen bu şeylere itiraz edildiği zaman, ufologlar itirazcıları “uzaylı teması” gerçeğini saklamak isteyen büyük devletlerin kuklası olmakla suçluyorlar. Yani yıllarını uzayı araştırmaya, dinlemeye, keşfetmeye adayan bilim insanlarının insanlık tarihinin en büyük keşfini saklayabileceğini düşünüyorlar. Tıpkı diğer sözdebilimciler, yani astrologlar, homeopatlar, şifacılar gibi, daha güvenilir kanıtlar bulmak yerine, kendi delillerini sorgulayanları karalamaya çalışıyorlar…  Halbuki, bu keşfi yapmayı en çok onlar istiyor olmalı değil mi?

Kim istemez ki böyle bir keşifle anılmayı?

Tevfik Uyar / @tevfik_uyar


Tevfik Uyar

İstanbul Teknik Üniversitesi Uçak Mühendisliği bölümünden mezun olmuştur. Yüksek Lisans ve Doktora derecelerini İstanbul Kültür Üniversitesi İşletme Yönetimi Anabilimdalı'ndan almıştır. Çalışmaları risk algısı, belirsizlik altında karar verme ve emniyet yönetimi üzerinedir. Açık Bilim'in kurucusu, Yalansavar editörü ve Herkese Bilim Teknoloji Dergisi yayın kurulu üyesi olan Uyar, "Astrolojinin Bilimle İmtihanı", "Safsatalar: Aklın Kırk Haramisi" gibi popüler bilim kitaplarının, “Tek Kişilik Firar”, “Kızıl Sürgün” gibi bilimkurgu eserlerin yazarı, "İrrasyonel", “Yalancılar ve Sahtekarlar Ansiklopedisi”, "Başkalarının Aklı" gibi kitapların çevirmenidir.