Kimlik sorunu yaratan dil ve ulus aymazlığı

Doğan Kuban
Kimlik sorunu yaratan dil ve ulus aymazlığı

"Toplumun yaratıcılığına kilit vuran tarihi bir iç mekanizma olmalı.. Kendi tarihi ile ilgilenmeyen bir toplumun bütün yaşamını etkileyen ağır bir kimlik sorunu ortaya çıkmıştır. Sonucu bugünkü Türkiye’dir. Türk halkı, bayramda dönme dolaba binmiş çocuklar gibi, ithal teknolojinin sunduğu oyuncaklar peşinde, çığlıklar kopararak dolanıyor." Doğan Kuban

İkinci Dünya Savaşı içinde üniversiteye başvuranlar için İstanbul’da sadece eski Darülfünun’un yerine geçen İstanbul Üniversitesi ve 1944’ te Teknik Üniversite olan Yüksek Mühendis Mektebi vardı. Ankara Üniversitesi de yavaş yavaş gelişiyordu. O sırada üniversitede okuyanların bilinçli oldukları toplumsal ve kültürel sorun Türklük ve Türk dili sorunu idi. Bu gün de aynıdır. Fakat o sırada savaştan çıkmış 15-20 milyon kişi vardı. Şimdi dört katı ve çoğunluğu kentlerde.

Cumhuriyet bir ulusal devlettir. Kulluktan kurtulan bir Türk halkı var. Yüzyıllarca sultan kulu olan Türk halkının bugünkü dünya konjonktüründe, kendini egemen halk olarak görmesinin çok zor bir süreç olduğunu şimdi anlıyoruz. Her konu, son analizde, toplumun tam anlayamadığı kimliği ve onu oluşturan tarihi özellikler bağlamında yerleşmiş bilgisizlik üzerinde oturuyor.


Türkiye Türkçe konuşanlar ülkesi

Türkçeyi bu topraklara getirenler Türkçe konuşan Asya bozkırı göçerleridir. Sultanların haremindeki, ordusundaki, bürokrasisindeki hıristiyan dönmeleri, Anadolu, Ege ve Balkanlarda Müslüman olan Hıristiyan halk, Türkçe konuşur.

13. yüzyılda Türkçe konuşulduğu için Anadolu’ya ‘Turchia’ diyen Marco Polo; 14. yüzyılda Suriye’den Güney Anadolu’ya giren ve burada Türkçe konuşanların yaşadığını söyleyen İbn Batuta; Osmanlı sülalesinin bütün afur tafuruna karşın bizi Türk devleti olarak adlandıran Avrupa, Eski Çin, Bizans, İran ve Arap kaynakları, bu insanlara damarlarında akan kana bakarak değil, konuştukları dile göre Türk demişlerdir. Türkoloji, Türkçe konuşanların tarihi temelidir.

Osmanlı çağında toplumu tanımlayan Türk dilinin din ve kültür baskısıyla karakterini değiştiren Osmanlıca, tarihin en komik deyimidir. Tutankamonca, Daraca, Cengizce diye bir dil yok! Üstelik Osman adı uydurulmuş bir aşiret başkanı adı. Bizim toplum böyle bir olguyu sorgulamayan tek toplum olarak tarihte özel bir yer işgal ediyor.

En önemli atılım

Cumhuriyetin en önemli ve bilinçli atılımı, halkın dilinin kökenlerini incelemek, gramerini ve ağızlarını saptamak ve halka hiç okumadığı ve anlamadığı Osmanlıca denen gelişmemiş Esperanto’nun yerine, kendi konuştuğu dili daha iyi öğretmek için yaptığı atılımdır. Buna karşı çıkanlar, halkın dilinden uzak resmi dilin, aslında Osmanlıların arta kalmış savaşçıları idi.

Osmanlıca’nın dünya kültür tarihinde var olmayan adı, niteliği bağlamında açıklayıcıdır. Dünya edebiyat tarihinde bir tane Cumhuriyet şairi var: Nazım Hikmet. İslam Edebiyat tarihinde Fırdevsi, Hafız, Ömer Hayyam var ama, Fuzuli ya da Baki yok! İslam din tarihi yorumları içinde bir Osmanlı din adamı da yok. Medreseden başka okulu olmayan Osmanlı’da okunan Arapça tefsir, kelam kitaplarının yazarları da genelde ya Arap ya İranlı'dır.

Felsefe bilim kitabı da yok

Osmanlı da felsefe olmadığı için bir felsefe kitabı da yoktur. Üniversite açamadığı için bilimsel bir jargon gelişmemiştir. İslam kültürü 12. yüzyıldan sonra bilim ve felsefeye de izin vermediği için de Osmanlıca bilim ve felsefe kitabı da yoktur. Sanat da yasak olduğu için bu alandaki başarımız sultanlarımızın büyük camileriyle sınırlıdır. Bunların öncül yaratıcısı da devşirme bir yeniçeridir. Örnek de Ayasofya’dır.

Askerlerimizi 18. yüzyıldan başlayarak Avrupalı hocalar yetiştirdiler. 19 yüzyıl mimarlarımız yabancı ya da Hırıstiyandır. Avrupa 13. yüzyılda üniversite açmağa başladı. Biz Osmanlının 19. yüzyılda çalıştıramadığı tek üniversiteyi kapatarak, Alman hocaların yardımı ile bir üniversite açtık. Bu perspektif utandırıcıdır.

Bugün Türkiye sayıda boğulmuştur. Fakat toplum kendine güvenmiyor. Bu kez üniversitelerde İngilizce öğretim yapmağa başladık. Bu çarpık kültürel geçmişin yorum ve eleştirisini yapan bir Türk düşünürü tanıyor musunuz?

Kuşkusuz bu genetik bir eksiklik değildir. Tarih boyunca bu kadar çok devlet kurmuş, bugüne kadar yaşayan güzel bir dil yaratmış bir halkın geri zekalı olması düşünülemez. Kaldı ki dünyanın her ülkesinde her alanda, başarılı olan sayısız Türk var.

Yaratıcılığımızı engelleyen ne?

Fakat, toplumun yaratıcılığına kilit vuran tarihi bir iç mekanizma olmalı! Bunu doğru tanımlamak ve yok etmek, bizden sonraki kuşakların temel sorumluluğudur. Bunun için, kendi geçmişimizi kahramanlık hikayeleri ve destanları dışında, düşünsel ve özgün üretim bağlamında tarafsız ve bilimsel yöntemlerle irdelememiz gerekiyor.

Dille bağlantılı bu makalede, Osmanlının hiç ilgilenmediği Türkoloji tarihinin bazı verilerini anımsatmak istiyorum. Bu konuyla ilgili olanların bildiği gibi, Türkoloji tarihinin kurucusu Wilhelm Radloff adlı bir Almandır. Asya’daki Türk dillerinin ilk sözlüğünü ve gramerini yazan dilbilimcidir (1837-1918).

Radloff’un 1893’de yayınlanan ‘Aus Siberien’ adlı kitabı, 2008’de ‘Türkler’ diye çevrilerek yayınlandı. Bu kitabın profesör Ahmet Temir tarafından ‘Türkoloji Tarihinde Wilhelm Radloff Dönemi’ adlı, kitabın kendinden daha uzun bir girişi var. Bu giriş Radloff’un yaşamı ve çalışmaları dışında, Avrupa Türkoloji tarihinin de bir özeti, değerli bir tarihi çalışmadır.

Türkoloji tarihinin Avrupa tarih ve dil çalışmaları içinde 18. yüzyılda başlayan ve 19-20. yüzyıllarda büyük bir yoğunluk kazanan konumu, Osmanlı başkentine yansımadı. bütün 19. yüzyılda Necip Asım’dan başka hiçbir Türk tarafından temsil edilmedi.

Hepsi yabancı bilimci

Oysa Osmanlı kültürünün karakterini ortaya koyan temel tarihi olgudur. Avrupa’da Alman, Rus, Fin, Fransız, İngiliz tarihçileri, dil bilimcileri, coğrafyacıları, gezginleri sayıları neredeyse yüze ulaşarak, Altaylarda, Yenisey havzasında, Orta Asya’da yıllarca çalışarak, Türk dil ve tarihin en eski dönemlerinden yakın dönemlerine kadar tarihini yazmışlardır.

Bu bilim adamları içinde Türk tarihi ile ilgilenen aydınların bildiği Armin Vambery, Wilhelm Thomsen, Wilhelm Barthold, Aurel Stein, Paul Pelliot, Anna Maria von Gabain gibi çok tanınmış bilim adamları var.

Osmanlı çağının sonunda Necip Asım, Cumhuriyetin başında Fuat Köprülü bu alanda yetişen nadir bilim adamlarıdır. Cumhuriyetin ilk döneminde de Türk tarihçi ve dil bilginlerinin çoğunluğu Rusya’da yetişen Tatar kökenli bilim adamlarıdır.

Sonucu bugünkü Türkiye

Osmanlı tarihinin Türk tarihi ile hiç ilgilenmemesi, harem ve yeniçeri kurumları, Türk'ün dışlandığının kesin kanıtıdır. Osmanlı döneminde hiçbir Türk tarihçisi ve dilcisi yetişmemesi de bunu gösterir. Bu bağlamda kendi tarihi ile ilgilenmeyen bir toplumun bütün yaşamını etkileyen ağır bir kimlik sorunu ortaya çıkmıştır. Sonucu bugünkü Türkiye’dir.

Türk halkı, bayramda dönme dolaba binmiş çocuklar gibi, ithal teknolojinin sunduğu oyuncaklar peşinde, çığlıklar kopararak dolanıyor.

Otomobil, telefon, televizyon, radyo, sinema, alışveriş merkezi ve gökdelenler, ithal mallar ve teknikler arasında, hala bir şey üretemeyen Osmanlılar gibi yaşadığını, fakir ve az gelişmiş bir ülke olarak sömürüldüğünün farkına varmıyor. Kendini yönlendiren ve uyutan bir mekanizma var.

Sevgili Okuyucular,

Bu en tehlikeli çağdaş cehalettir. Sonu ekonomik kölelikle bitebilir.


Doğan Kuban