100 yıllık filme can verildi

Edip Emil Öymen
100 yıllık filme can verildi

Yüzlerce saatlik savaş filmi kayıtları İngiliz Askeri Müzesi Arşivi’nde saklanıyordu. Bunun içinden eleye eleye Birinci Dünya Savaşı’na ait 100 saatlik İngiliz kayıtlarını çıkarttılar. 1914 teknolojisiyle siyah beyaz filmler, saniyede 10-18 kare (sekans) ile çekilmişti. Bugünün saniyede 24 sekans oynatım tekniğine uydurmak için bu 100 yıllık filmleri sekans-sekans dijitale uyarladılar. Görüntü hızı bugünün “normaline” getirildi. Siyah beyaz görüntüler, yine her sekans için dijital teknolojiyle renklendirildi. Bu iş, görüntünün günün hangi saatinde çekildiği, yöre, hava koşulları, kişinin sağlık durumu gibi öğeler araştırılarak yapıldı.

Dudak okuma ile seslendirme

Sonra sıra, seslendirmeye geldi. Soluk görüntüler ekranda büyütüldü, dudak okuma uzmanları askerlerin ne konuştuklarını anladılar. Tiyatro sanatçıları, efekt uzmanları, filmi seslendirdi. Ve, ortaya çıkan 1 saat 35 dakikalık “arkeolojik şaheser”in en önemli ikinci öğesine geldi sıra: Film boyunca 120 gerçek askerin/subayın, taa 1964’te BBC’nin kaydettiği “Büyük Savaş” belgeselindeki sesleri bu yeni filme dış ses olarak monte edildi. Öyle ki seyircinin gördüğü her görüntüye uyan bir sesli metin çıktı ortaya: Her şeyi, gerçek seslerin anlattığı...


Sinemanın arkeolojisi

Bu eşi örneği olmayan film restorasyonunun sihirbazı, Yeni Zelandalı yönetmen Peter Jackson. Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit filmleriyle ünlenen, Oscar’lar kazanan, dijitali sinemada leblebi çekirdek gibi kullanan bu yönetmen, şimdi dijitali, sinema arkeolojisi için kullandı. BBC’nin, Birinci Savaş’a katılmış askerlerin, Savaş’ın başlamasının 50’inci yıldönümünde 1964’te kaydettiği 600 saatlik ham ses arşivinden, her görüntüye uyacak cümleleri tek tek cımbızla seçip arka arkaya sıraladı. 240 uzman, teknisyen, mühendis, sanatçı bütün bu malzemeden görselli ve sesli bir “yeni eser” meydana getirdi. Filmin adı “Onlar Hiç Yaşlanmayacak” oldu (They Shall Not Grow Old). Siyah beyaz filmlerde sessizliğe mahkum, yüzleri doğru dürüst görülmeyen gölge insanlar, yenilikçi teknoloji sayesinde renge ete kemiğe sese büründü.

Savaşın ziyanlığı beyaz perdede

Savaş denilen felaketin ne kadar feci, insanlık dışı muazzam bir ziyan olduğunu gösteriyor şimdi İngiltere’de sinemalarda. Filmi BBC2 kanalı yayınladı. Peter Jackson’la, bu filmi nasıl yaptığını anlatan yarım saatlik bir söyleşiyi ekledi arkasına: “Savaşan askerler, savaşı siyah beyaz yaşamadılar. Biz neden onları öyle görelim ki?”. Filmi Warner Brothers dünyaya gösterecek: İlk 20 dakikası siyah beyaz. Savaşın 2 Ağustos 1914’te ilanını izleyen haftalarda gönüllülerin askere alınması, eğitimi, gemilerle Fransa’ya, oradan Batı Cephesi’ne yollanmasını izliyor.

Dünyayı saran ilk savaş

Avrupa açısından Birinci Savaş, Batı Cephesi denilen, Atlantik’ten İsviçre sınırına kadar 700 kilometreydi. Ancak, gerçek bir dünya savaşıydı: Daha 2 Ağustos günü İngiltere ve Japonya, Çin’deki Alman deniz üssüne, Tsingua’ya saldırdı. Osmanlı’nın savaşa girmesi çaresiz bir intihardı. Bunu görecek sağduyu, hükümette yoktu. Beceri ve teknoloji de yoktu. Osmanlı, nüfusunun hesapça yüzde 13.2’si ile yüzde 15.3’ünü ziyan ederek karşı koymaya çalıştı. Rakamsal olarak bu 2.8 milyon ile 3.2 milyon kişi. Bu rakama, Büyük Savaş’tan önceki Balkan Savaşı ve sonraki Kurtuluş Savaşı dahil değil. Ve 100 yıl önce bu hafta, İstanbul galip devletlerin (Yunanistan dahil) “sınırlı” işgali altına girmişti. Eski İstanbul bölgesi Fransızların, Beyoğlu/Şişli İngilizlerin, Üsküdar İtalyanların denetimindeydi artık.

Almanlara ne oldu?

Bin gün süren savaşı Almanlar, Batı Cephesi’nde 100 günde kaybettiler. Alman Kayzeri Hollanda’ya sürgüne yollandı. Cumhuriyet ilan edildi. Ama komünistler de kendi yönetimini kurmaya kalkınca iç savaşa benzer bir kargaşa ortamı aylarca sürdü. Almanya, muazzam bir ekonomik çöküntüye girdi. Tarihte örneği görülmemiş bir enflasyon, işsizlik, umutsuzluk, yenilmişlik duygusunu pek güzel kullanan Hitler, İkinci Savaş’a, daha 11 Kasım 1918 ateşkes gününden itibaren “zihninde” hazırlanmaya başlamıştı bile.

Edip Emil Öymen 

*Bu yazı 16.11.2018 tarihli Dünya gazetesinde yayınlandı.


Edip Emil Öymen