Aşk

Doğan Kuban
Aşk

Bir yayıncı ve iletişimci kadın uzman, neden roman yazmadığımı sordu. Bunca kitap yazan, ömrü yazı yazmakla geçen benim gibi bir yazar neden roman yazmıyordu? Yazmayı düşünmemiştim. Dünyaya bir roman gibi bakamıyordum. Gerçi tarihçi olarak bunu söylemek Türkiye’de zor. Tarihi romana indirgeyen tarihçi çok. Hatta üzerine bir endüstri kurulmuş. Gerçi Divriği’nin dev yontucusu Hürremşah hakkında bir biyografi yazmayı planlamış ve çalışmaya başlamıştım. Fakat yaptığı kapı ve mihrap yontuları dışında bilgi ve kaynak bulamadım. İletişimci dostum, bunu anımsayarak, bir roman yazabileceğimi savundu. Sonra da konuya muhakkak bir aşk hikayesi koymamı önerdi. Benim aşk konusunda da fazla bir deneyimim yok. Fakat bu tartışmadan sonra yaşamım boyunca okuyup, gözlediğim aşk olgusunun tanımını yapmak arzusuna kapıldım. Sonunda yazdıklarımı bir makale olarak okurlarıma ulaştırmaya karar verdim. Sürekli yazarlık da garip, aşk gibi, bir tutku.

Aşk her dilin en gizemli sözcüğüdür. Bütün duygularınızı, gençliğinizi, yaşamınızı ya da hayvansı içgüdülerinizi içerir. Yaşam felsefenizi, doğa yorumunuzu, güzellikleri, çirkinlikleri, hayal edebildiğiniz bütün hisleri aşk sözcüğüne katabilirsiniz. Dilde bu kadar esnek başka sözcük yoktur. Edebiyatın, tiyatronun, sinemanın, musikinin, psikolojinin bu kadar derinden işlediği başka konu da yok. Evrim, yaşam, döllenme, birleşme, çocuk, anne-baba, ev, evlilik hep bu aks etrafında döner. İnsan, sevgiyi aşktan öğrendi denebilir.

Sonsuz boyutlu bu duyguyu erkek-kadın arasındaki bir ilişkiye indirgeyebilir miyiz? Leyla ile Mecnun arasındaki aşk bütün bu duygu ve düşünceleri içerir mi? Bazılarını mı içerir? yoksa bir Ütopya mıdır? Kırık aşklar ulaşılmamış ütopyalar mıdır? Ya da sevgiliye karşı sonsuz sevgi, ilham ettiği aşkın süblimasyonu mudur? İnsan ulaşamadığı sevgili için neden canına kıyıyor? Aşkı sekse indirgeyemediği, ya da sadece ona indirgediği için mi? İnsanın seks yaşamı hayvanınkinden çok farklı, doğal olandan sıyrılmasa bile, kapsamına hayal-akıl, derin duygular karıştığı, seks mekanı beyine transfer olduğu için hayvansal iç güdü ‘aşk’ mı olmuş?


Çağdaş yaşamda seks cambazlığa dönüştüğü zaman, birleşme sınırları içinde boşalma ile orantılı kısa bir zevk ya da kendine özgü bir acı duyma ise, tek bir sevgiliye bütün ömrünce aşık birinin hislerine ne diyeceğiz? Hangisi gerçek aşk?

Eğer insanlar arasındaki aşk, horozla tavuk, aslanla kaplanın çiftleşmeleri gibi olsaydı, ya da dişi erkek birbirinden bağımsız (yumurtlama-döllenme görevlerini başka zamanlarda) yapsalardı? Ya da birbirlerine zincirlenmiş kalsalardı insan için Aşk’ı yaşamak yüce bir duygu olur muydu?

Aşk kavramının, hayvandan farklı olmayan türü, neredeyse sonsuz anlam ve içerik kazanarak insan düşüncesini işgal ediyor. Aşık olduğunuzun hayali ile bile ömrünüzü geçirebilirsiniz. Shakespeare’in anlattığı gibi de olur, sokak köpeği gibi de olur. İnsan yaşamını bu denli allak bullak eden bir olgu tek bir sözcükle ifade edilebilir mi? Her çift onu değişik yaşıyor olamaz mı? Hangi tür aşk güzeldir? diye sormak anlamlı mı? Aşk aradığımız ya da bulduğumuz bir seks ilişkisi midir?

Dünya edebiyatına yansıyan aşktan çağdaş Amerikan filmlerin doğru gelirsek, romantik, yüceltilmiş aşk kavramından, fizyolojik sekse doğru değişen ve sonunda hayvanınkine yaklaşan bir değişimden söz edebiliriz. Kuşkusuz bunu edebiyat sevgilileri düşünmez. Anna Karenina gibi aşık olmak isteyenler her zaman olabilir.

İnsanlar birbirine hiç benzemediklerine göre aşkları da birbirlerine benzeyemez. Romantik aşkın hikayelerini sevseler de seks’e daha yakındırlar. Evlilik, serbest aşk, geçmişte aşk, modern aşk, genel evde aşk, gizli aşk, aleni aşk, karı koca aşkı, yasak aşk gibi kavramların çoğu, aşkın romantik boyutlarını yok eder. Çağımızın pragmatik eğilimleri, ekonomisi, moda, insan aşkını seks’e indirgemişe benziyor. Yine de aşık aklının geliştirdiği ideal statünün yok olduğunu savunamayız. O zaman 'aşk hayallerin vitrininde seçtiğimiz bir elbisedir, istediğimizi giyeriz' denilebilir mi?

Bütün bu yorumlara, tanımlara karşın reddedilmeyecek ve erkek-dişi fizyonomisinin, aklın, gözün, hayalin, hareketin, dansın, dilin yarattığı bir aşk var. Eskiden resim ve heykel, günümüzde sinema vücutlara karşı ilgiyi simgeleyen objelerdi. Bir samba dansında hareket halinde kıvrılan kadın vücudunun hareketi, kalçalar, bacaklar, saçlar, bir bale de kadın, erkek vücutlarının gerilimleri, sıçramalar, hareketlerin olağanüstü zenginliği, hızları, elegansı, kadın ve erkek danslar arasındaki yapısal farklar, kadın ve erkek birlikteliğinin basit bir birleşme olamayacağını kanıtlıyor. Danslar kuğularda, güvercinlerde, kuşlarda da var.

Aşk karmaşık boyutlarıyla bir ansiklopediyi dolduracak kadar zengin bir konudur. Günümüzde esrar, kumar, içki tutkusu gibi tutkulara dönüşebildiğini görüyoruz. Bugün geçmişte sanatın kadın vücudunu ilahlaştıran ya da 'sublimé' eden tutumu bu gün moda değil.

Belki en doğal davranış, hayvanca bir iç güdü gösterisini aşan, insan vücudunun, kadına ve erkeğe verdiği biçim ve hareketlerden, görsel algının açılımlarından vazgeçmeden, bir ses dalgasının, bir dokunuşun yumuşaklığıyla, duyarlı özellikleriyle, anılarla, musikiyle, gülümseme ile zenginleşen bir aşkın varlığından vazgeçilemez. Kuşkusuz bunu söylemek bir şeyi değiştirmez. Fakat böyle bir davranış, kadını erkekle eşit ve özgür yapan uygar çağdaşlık idealine daha uygun olurdu.

Aşkın olağanüstü boyutu sanatsal boyuttur. Kybele’den Venüs’e-Eros’a, İtalyan ressamlarından Rodin’e, Rodin’den Klimt’e, Egon Schile’ye, ya da Frida Kahlo’ya uzanan bir skala var. Romantik aşklardan çağdaş sekse uzanan bir uzun tarih. Kybele’ye bakıp aşkı düşünmek zor. Fakat kadının doğurganlığı ve kadın vücudunun bunu simgeleyen bütün öğeleri onda var. Ama Marilyn Monroe ya da Sophia Loren’in göğüs ve kalçalarının ve bacaklarının, biçim ve simge olarak, çağdaş kuşakların hayallerini süslediği kesin. Eski Yunanlılar heykellerinde seks organlarına özel statüler tanımazlar. Onlar için insan bütün fizyolojik özellikleriyle insandır. Belki Yunan felsefesinin niçin hala etkili olabildiği bu katıksız gözlemle ilişkilidir.

Eros’tan erotik sözünü üretmişiz. Aslında Eros’un bir simge olmaktan öte bir anlamı yok. Erotizmi modern çağ icat etmiş. Eros Yunanca ama, Afrodit’ten maniyerizme, hatta Barok'a kadar erotizmin sanatta yeri yok gibi. Kadın vücudu estetik bir obje. Botticelli’nin Primavera’sında kadın güzelliği, elegansı hatta belki aşk çağrısı da var. Fakat erotizm yok! Oysa Hindu sanatı Avrupa’dan önce kadın vücudunu erotik obje olarak geliştirmiş. Seksi hiçbir Avrupalı sanatçı Hintli heykeltraşlar kadar sadece kadın figürü ile eşdeşleştirmedi. Şimdi Amerikan filmleri ve reklamlar bu boşluğu dolduruyorlar.

Doğan Kuban

Doğan Kuban