Bilimsel gelişme, doğa ve bilime saygıdan başlar

Doğan Kuban
Bilimsel gelişme, doğa ve bilime saygıdan başlar

Türk kimliğini vurgulayan, ulusal duyarlığı güçlü, Mardin Lisesi’ni bitirmiş, İstanbul Üniversitesi’nde tıp okumuş, köyde doktorluk yapmış, yedek subaylık görevini Amerika’dan gelerek yerine getirmiş, Cumhuriyetçi, Atatürk hayranı bir bilim insanı, Nobel ödülü aldı. 1946’da doğmuş. 1976’da Amerika’ya bir TÜBİTAK bursu ile gitmiş, şimdi 70 yaşında olan bu bilim insanına sahip çıkmamız doğal.

Üniversitelerimiz de onu yücelttiler. Üniversitelerde öğretimi yönlendirenler ve hala bilim ve din kavgası verenler de biraz aydınlansa çok yararlı olur. Yurt dışına gitmeden Aziz Sancarların portreleri pullara basılmıyor. Aziz Sancar coşkusu olumlu. Fakat politika aracı olarak kullanılması anlamsız.

Nobel bilim ödülü alan bir Türk akademisyen yok. Türkiye’nin bilimsel araştırmaya ayırdığı para Güney Kore’nin 1/5’i. Türkiye’de öğretimin durumu içler acısı. Bütün bir İmparatorluk tarihini her şeyi ithal ederek geçirmiş bir ülkede öğretim hala ithal ağırlıklı. Bir milyon imam-hatip yetiştiren, orta öğretimde bilime hiçbir ağırlık vermeyen bu ülkede, YÖK fetvalı üniversitelerin bilim yapma şansları yok. Kişisel başarılarla yetiniyoruz.


Bilim kurtarıcıdır

Bilimin en büyük kurtarıcı olduğuna inanan kuşaklar yetiştirmek zorundayız. 1950’den sonra, bilimin içeriğini yozlaştırmaya başladık. Öğretim amaçlı üniversitelerin tek çağdaş özelliği bilimsel ve idari özgürlükleriydi. Araştırma olanakları çok kısıtlı olsa bile, Cumhuriyetin açtığı çağdaş bilim ortamı ve düşünce özgürlüğü üniversiteye Sancar gibi yaratıcı biri için gerekli bir başlangıç ortamı sağlıyordu.

Tübitak’ın Bilim ve Teknoloji Dergisini, bilim âlemindeki bu en önemli başarıyı okuyucularına nasıl duyurduğunu görmek için aldım. Kırk yıl adını daha önce işitmedikleri Türk kökenli bir Amerikalıyı ulusal kahraman gibi tanıtmaya çalışmalarını çok yadırgamadım. Okuyucular bir Türk üniversitesinden mezun olan doktorun Amerika’ya giderse Nobel Ödülü alabileceğini öğrenmiş oluyorlar. Fakat akıllarına ‘Neden Türk üniversitelerinden Nobel alan bir bilim insanı yetişmiyor?’ sorusu gelirse, dergide buna yanıt yok! Hangi çalışması ve buluşu ile ödüllendirildiği kimsenin anlamayacağı birkaç teknik sözcükle anlatılmaya çalışılmış.

Türkiye’de yetiştiremediğimiz bilim insanları, ödül alanlar değil, ödül almadan yıllarca çalışarak o düzeye gelenlerdir. Bu bir inanç, sabır, irade, zekâ ve kendine güven gösterisidir. Milyonlar içinde bu nitelikte insan çok var. Fakat onlara gereken koşulları sağlayacak bir toplumsal bilinçlenme ve bunun sağlayacağı örgütlenme ve para yok. 40 yıllık emeğinin aşamaları ve buluşunun, okuyanların anlayabileceği bir sunumunu bulamadım Tübitak dergisinde.

Derginin kapağında genç, güzel bir kız ve onunla birlikte koşan küçük bir süs köpeği. Yanında da ‘Hareket et, mutlu ol!‘ sözü. Derginin ulusal temasının konusu Aziz Sancar. Kapağı magazin reklamı. Öte yanda tarlada sabahtan akşama kadar güneş altında çalışan kadınların mutlu olduğunu kanıtlayan da yok! Konular arasında ‘Daha sıkı bir cilt ister misiniz?’ Yaşlı kadınlar için kozmetik; Elektromanyetizma ile ilgili beylik ansiklopedik bilgiler, çeviriler, benzer konular.

Sancar: 40 yıl adanmış hayat

Sancar bir artist, ya da bir kutup kâşifi değil. Bu buluş için bütün yaşamını adamış bir bilim insanı. Üstelik TÜBİTAK bursu kazanarak Amerika’ya giden bir genç bilim aşığı.

TÜBİTAK, yayınladığı dergi ile Türk halkını bilimle yakınlaştırmak için bundan daha güçlü bir fırsat bulabilir mi? (Aziz Sancar’ın yakın arkadaşı olan Orhan Bursalı Cumhuriyetin Bilim ve Teknoloji dergisinde konuya ilişkin yazılar yayınlamıştı. Yakınlarda da ‘Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü’ diye gerçekten duygulandırıcı bir bilim insanı biyografisi yayınladı.)

Sancar’ın buluşunu anlatma denemesi

Aziz Sancar genetiğin ana molekülü olan DNA’nın onarım mekanizmasının nasıl çalıştığını 40 yıllık çalışmadan sonra bilim âlemine anlatan Türk kökenli bir biyo-kimyacıdır. Bu çalışmaya hocası Rupert’in bitkilerdeki fotoliyaz enzimi üzerindeki çalışmalarını izleyerek başlamıştı. Fotoliyaz enzimi bitkilerde DNA hasarlarını tamir eden protein yapılı bir enzimdir.

Profesör Rupert bu mekanizmanın varlığını keşfeden, fakat nasıl çalıştığını henüz bulamamış bir araştırmacıydı. Fotoliyaz enzimi insanlarda yoktur. Aziz Sancar, hocasının bıraktığı yerden devam etmeye 1972’de 26 yaşında Amerika’ya ilk geldiği zaman başlamıştı. Fotoliyaz enzimini ışığa duyarlı kılan kromofor denen bir moleküldü. Sancar ilk kez bunu buldu. Bu molekül timindeki iki nükleotidi (iki nükleus parçası) yapıştırarak DNA’nın çoğalmasını engelleyen hasarı tamir ediyordu. Fotoliyaz enzimi bunu gerçekleştirmek için ultraviyole ışığını kimyasal enerjiye dönüştürerek bu hasarı engelliyordu.

Profesör Rupert böyle bir mekanizma tahmin etmiş, fakat kanıtlayamamıştı. 1978’de Sancar (32 yaşında) çalışmalarının sonuçlarını ‘Nature’ dergisinde yayınladı. Bu arada bu tamirin aracı olarak plazmid denen bir başka element kullanmıştı. Bu süreçte DNA’daki genlerin işlevlerini saptamak için birçok teknik geliştiriyor. Geliştirdiği bir Maxicell (büyük hücre) kavramı da var. Bu hücrede 4 milyon nükleotit var.

Sancar fotoliyaz enziminin görevini insanlarda gören başka mekanizmaları da incelemeye başlıyor. Bunun yanı sıra da, bu tamir sürecinde ikili kesim denen ve DNA molekülündeki hasarı iki uçtan keserek gerçekleştiren bir yöntem daha keşfediyor.

Birbirini izleyen bu moleküler biyolojik buluşların arkasında akıl almaz bir çalışma konsantrasyonu, zekâ ve yaratıcılık var. Biyo-kimya yöntemleriyle moleküler biyoloji ve radyobiyoloji alanında derhal yayılan bu yeni kavram ve teknikler, fotoliyaz üzerindeki yirmi yıllık emeklerin hızlanmış ürünleri oluyor. Bu mikro dünya içinde tükenmez bir çaba ile süren bu çalışmalar Sancar’a Nobel ödülünü getiriyor. Gelecekteki Sancarlar için yol açan bir ışık.

İnsan strüktürünün protein yapısı sonsuz mucize ile dolu. Aziz Sancar da bir mucize.


Doğan Kuban