Tanrı’ya şikâyet edilen, insanoğlunun adaletsizliğidir

Doğan Kuban
Tanrı’ya şikâyet edilen, insanoğlunun adaletsizliğidir

Cumhuriyetin başında doğan kuşağın üyelerinden biri olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün tarihini yaşadım ve bundan hiç şikâyet etmiyorum. Alman, Rus, İngiliz, Amerikalı, Fransız, İtalyan olmamaktan memnunum. Atatürk ölmeden ortaokula kadar Anadolu kentlerinde ve Ankara’da yaşadım. İslam dünyasının ilk çağdaş devrimini yapan bir ülkenin vatandaşı olmakla övünüyorum. Bugünün insanlarına tuhaf gelse de, bir ev sahibi olamadan yaşamış bir subay ailesinin çocuğu olarak da, kendimi fakir toplumun bir öz temsilcisi olarak görüyorum. Ve kırsal Anadolu’yu özlüyorum.

Benim gibi düşünenler çok kalmamış olabilir. Fakat bu düşünce ve tutumun Türkiye’nin tek gelecek kalıbı olduğunu düşündüğüm çağdaşlaşmanın temelini oluşturduğuna kesinlikle inanıyorum.

Bugün ülkeyi sarsan bir inançsızlık, genç kuşakları ülkeden kaçmaya teşvik eden bir umutsuzluk ortamında yaşıyoruz. Bu, dünyayı saran karamsarlığın bize yansımasıdır. Türkiye’nin bunu atlatması zorunlu. Hiçbir ülke yabancı göçmenlere buyur demiyor. Yaşadığımız günleri Kurtuluş Savaşı için Anadolu’ya geçen vatanseverler gibi, soğukkanlılıkla analiz etmemiz gerek.


Yasaklar dünyasından bugüne

Yozlaşmış, içi boşaltılmış yorumlarla dolu bile olsa, Türkiye Müslüman bir toplumdur. Bizim camilerimiz, bayramlarımız, ramazanımız, orucumuz ve namazımız var. Bizim yaşımızda olanlar kafesli ahşap evlerin sıralandığı taş döşeli, kaldırımsız ve otomobilsiz kentlerde büyüdüler. Çarşaflı anneannelerimiz, fotoğrafa sırtını dönen köylülerimiz vardı. Biz dünyaya açılmamış, cahil ve tutucu, kırsal bir toplumda yetiştik.

Bu özellikler değişik görüntülerle bütün İslam dünyasının özellikleriydi. Günümüzde de İslam dünyasının yarısında aynı özellikleri taşıyan toplumlar var. Herkesin, bildiğini sandığı bu geçmişi yeniden yaşamayacağız. Fakat incelemek gerek. Anadolu’dan İstanbul’a ya da büyük kentlere göç eden halk 1939-1959 arasında çocuklarını ilkokuldan sonra, okula göndermeye istekli değildi. Harp içinde bu zaten olanaksızdı.

Her işi yaparım!

Menderes rejimi Amerika ile özel bir eğitim anlaşması hazırlamıştı. O çocuklar, özellikle 1980’den sonra kente göçtüler. Kentler, ilkokul mezunlarının çoğu için cahil işçi pazarları oldu. Sanayi olmadığı için bunlardan işçi proleter değil, ‘her işi yaparım!’ diyen inşaat işçisi yetişti.

Nüfusu büyük bir hızla artan ülkede okuma yazma düzeyi, imza atmayı okuma yazma bilme sanma düzeyinden ilkokul düzeyine yükseldi. Okuyanların sayısı arttı. Fakat eğitimin ortalama düzeyi kentlinin yetişmesini sağlayamadı.

15 Temmuz’dan sonra FETÖ örgütlenmesinin, toplumu, din motifleri ve tarikat örgütlemesi bağlamında dilimizi yutturacak hurafelerle doldurduğunu öğrendik. İslam dünyasının tek cumhuriyetini, sömürülecek İslam pazarına dâhil etmek için yarım yüzyıllık bir beyin yıkama projesi gerçekleştirmişler.

Bütün polis hikâyeleri ve bilim kurgu roman ve filmleri yanında Türkiye’de olan bitenler dünyanın en şeytani, korkulu maceraları olarak insanı sersem ediyor.

Saf bir hayalperest olarak yaşadım

Sevgili okurlar,

Bütün bu süreç boyunca saf bir hayalperest olarak yaşamışım. Şimdi, gerekli alt yapıyı hazırlayarak bu programı uygulayanları, ülkeyi parçalamaya yönelmiş uluslararası komplo hazırlayıcıları olarak görüyorum. Fakat buna aldanan, ya da katılan kesim, hangi çağdan kaldı? Bunlar 10-12. yüzyılların Abbasi dönemi halkının da gerisinde kalmışlar! Cahil şeyhlere biat eden, dondurulmuş beyinler nasıl yetişti?

Yanıtlanması gereken soru şu: Bu duruma getirilebilen cahil ve ilkel toplum üyeleri, ülkeyi parçalayacak bu denli ayrıntılı bir planı tasarlayabilir mi? Toplumun örgütlenmiş bölümünün on binlercesinin devlet örgütünden kopmasının dünyada başka örneği var mı? Canlı bombayı devletin içine kim yerleştirmiş?

Toplumun geçirdiği şok bu ülkede adalet, doğruluk ve insan sevgisi kavramlarının yeniden ele alınmasını gerektirecek kadar ciddi. Bu kavramlar toplumun yaşayabilmesi için ‘Sırat-ı Müstakim’ (Doğru Yol), yani bizde bir zamanlar bir partiye ad olarak verilen bir İslami toplum ilkesine bağlanabilir. Bu, Tanrı'nın yüksek ve her zaman doğru varlığından güç alan bir ilkedir. İslam toplumlarında adalet ve doğruluk buna dayanır. Tanrı doğruya hakkını verir. Rahman ve rahimdir.

Tanrı'ya adaletsizlikleri şikâyet

İnsanlar birbirlerine inanmaz ama Tanrı'ya inanırlar. Tarih ve edebiyat kitapları, hükümdar ve yöneticilere sayısız adaletsizlik damgası yapıştırmıştır. Tanrı'ya şikâyet edilen, insanoğlunun adaletsizliğidir.

Tevfik Fikret’i okuyun! Kimi şikâyet ediyor? Kızıl Sultan Abdülhamid’i. FETÖ örgütlenmesi yanında Abdülhamid çocuk oyuncağı gibi kalır.

Dünya adil olsaydı kimse Tanrı'nın adaletine sığınmazdı. Bütün bunlara kurban olan on binlerce insan, şehit olan, öldürülen, yaralanan, evinden, işinden olan, sevdiklerinden koparılan bu toplum adaletsiz, cani insanların kimliğini biliyor mu? Yeterince bilinçliler mi?

Bu durumun toplumda açtığı derin yaralar bugünden yarına iyileşir mi? Bu sadece bir insan listesine mi indirgenecek? Bu kadar büyük kötülük, adaletsizlik çekilen acılar ve korkuların nedenleri doğru sorgulanıyor mu?

Evrensel hastalık: Daha çok kazanç tutkusu

Bunun arkasında evrensel bir insanlık hastalığı olan daha çok kazanç tutkusu olduğunu düşündünüz mü? Kapitalizm uzun zaman kendini bugünkü kuşaklara komünist düşmanı olarak tanıttı. Bugün herkes kapitalist, ama dünyanın pis işleri azalmadı.

Türkiye’de şiddet var, adaletin demokratik niteliği yok. Bunu bütün dünya biliyor.

Şiddet, acımasızlık ve adaletsizliği Batıdan öğrendik. Dünya savaşlarından, kovboylardan, gangsterlerden, öğrendik. Sovyet Rusya ayaktayken dünyayı komünist tehlikesi ile korkuttular. Komünist Çin ülke içinde komünist, dışarıda kapitalisttir. Bugün Türkiye’de hala kullanılan komünist suçlaması içi boş bir değerlendirmedir. Komünizmin arkasında güç yok. Dünyanın sorunu demokrasi de değildir. Amerika en zorba diktatörlerle işbirliği yapıyor. Onun için dünyanın fakir ve cahil olan milyarları, adaleti Tanrı'da arıyor.

Doğan Kuban

Doğan Kuban