Çıkar çatışması, sanırım Türkiye’de hiç bilinmeyen bir kavram. Mesela bir ihale yapıyorsunuz; ihalenin bir şartnamesi olur, yani yapılacak işin bir tasarımı, teknik bir tarifi. Yüklenici adayları kapalı zarflar içinde teklif verir; bu işi şu fiyata yapacağım der. İhale komisyonu, zarfları aynı anda açar, teklifleri şartnameye uygunluk açısından denetledikten sonra en düşük fiyat teklifi vereni seçer.
Doğal olarak projeyi tasarlayıp şartnamesini yazanla yüklenici aynı olamaz. Tabii ki ihale komisyonu üyelerinin de taraflarla hiçbir ilişkisi olamaz. Yani olmaması gerekir. Mesela onlardan hediyeler alamaz; çocuklarının düğünleri dahil, altın, takı vs. kabul edemez; onlar tarafından tatile yollanamaz, başka yollarla parasal ilişkiye giremez; borç alıp veremez, şirketlerinde yönetim kurulu üyeliği yapamaz. Yoksa çıkar çatışması olur.
20 sene önceydi. Bir büyük kamu kurumu, ihaleye çıkacak. İhaleyi alacak olan belli; bir kamu iktisadi teşekkülü (KİT). Büyük bir mühendislik projesi; dolayısıyla şartnamesinin yazılması da başlı başına büyük bir iş, o da en az altı aylık, belki birkaç senelik bir proje. Bu iş için de üniversite düşünülmüş. Ancak ufak bir ayrıntı: Projenin bir bütçesi yok. Bu projenin nereden fonlanacağını sorduğumda, ihaleyi alacak olan KİT ile beraber yapılacağını söylediler. Yani yüklenici, şartnameyi de yazacak, çıkar çatışması gibi gözükmesin diye üniversite yazmış gibi yapılacak. Bunun için de yüklenici üniversiteye para verecek. Çıkar çatışmasının tanımını hatırlatınca, herkes bana aydan gelmişim gibi baktı; bir daha da bu toplantılara çağrılmadım.
Mesela bir bakanlığın başındaki bakansınız. Ancak özel hayatta bakanlığın faaliyet alanına giren girişimleriniz var: Öyle ufak tefek de değil; ülkenin en önde gelen şirketleri. Birdenbire, kendi şirketlerinize teşvik veren, kaynak aktaran, izin veren, denetim yapan konuma geçmişsiniz. Kendi şirketlerimi hiç kayırmayacağım; rakiplerimle aynı şartlara tabii olacaklar deseniz, uygun olmaz mı? Olmaz, bu çıkar çatışması olur. Şirketimi oğluma devrettim; artık tamamen tarafsızım deseniz, uygun olur mu? Olmaz, bu da çıkar çatışması olur.
İç içelik
Çıkar çatışması kavramının bilinmediği ülkelerde, kamu kurumunu yöneten, kamuya hizmet veren, denetlenen, denetleyen iç içe olur. Bu gibi ülkelerde yeni doğmuş bebeklerin canı üzerinden para kazanılır; beyin ölümü gerçekleşmiş hastalar yoğun bakımlarda yaşatılır ki kamudan daha fazla para kazanılsın. Deprem bölgelerinde tarım arazilerine imar izinleri verilir; denetim gereği gibi yapılmaz, kolonlar kesilir, şikayetler sonuçsuz kalır. İlk depremde yüzlerce yapı yıkılır; binlerce kişi ölür. Yangın yeterliği olmayan yerlerde eğlence yerleri, turizm tesisleri açılır, yangın denetimleri geçiştirilir. Onlarca, yüzlerce insan ölür, “sorumlulardan hesap sorulacak” denir, ama hiçbir şey değişmez.
Maalesef hep beraber bu ülkede yaşıyoruz. Depremde yıkılan, yıkılacak binalarda yaşıyoruz. İnsan canını hiçe sayan hastanelerden sağlık hizmeti alıyoruz. Yarıyıl tatilinde karne ödülü olarak kayağa götürülen çocukların anne babalarıyla yandığı otellerde kalıyoruz.
Sorumlulardan hesap sorulacak mı? Bunun için geçmişe dönüp bakalım: Depremde yıkılan binalara imar izni veren, denetimlerini yapan, fazla kat çıkılmasına, tadilat yapılmasına göz yumanlardan hesap soruldu mu?
Soma maden kazasındaki ölümlere yol açanlardan hesap soruldu mu? İliç maden faciasına yol açanlardan hesap soruldu mu? Mesela bu işlerden sorumlu bakanlar istifa etti mi? Ben duymadım, siz duydunuz mu?
Muhtemelen bu sefer de geçmişte ne olduysa aynısı olacak. Sorumluluk zincirinde en alttaki birkaç kişi cezalandırılacak, mesela raporlara imza atan bir mühendis, otelin kağıt üstünde güvenlikten sorumlu, ama gerçekte hiçbir yetkisi olmayan bir maaşlı çalışanı dava edilecek; ama mevzuat değişmeyecek; denetimler çıkar çatışması olmayan TMMOB gibi bağımsız kuruluşlara devredilmeyecek. Çıkar çatışması kavramının bilinmediği bu ülkede yaşamaya devam edeceğiz.
Lale Akarun
*Bu yazı, HBT Dergi 458. sayıda yayınlanmıştır.