Sabancı Araştırma Ödülleri “Kentlerde Ekonomi, Eğitim, Sanat ve Barış”a

Toplum
Sabancı Araştırma Ödülleri “Kentlerde Ekonomi, Eğitim, Sanat ve Barış”a

Sabancı Üniversitesi Kurucu Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı: “Hoşgörünün olduğu yani, farklı görüş, düşüncelere saygının olduğu bir iklimde teknoloji ve yetenek varsa yaratıcılık ortaya çıkabiliyor."

Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülü’nde bu yıl, Jüri Özel Ödülü’ne Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi İlhan Tekeli layık görüldü. Eşit ağırlıklı verilen iki “Makale Ödülü”ne Cornell Üniversitesi’nden Azat Zana Gündoğan ve Florida Üniversitesi’nden Emrah Şahin layık görüldüler.

Sabancı Üniversitesi Onursal Başkanı merhum Sakıp Sabancı’nın vasiyeti üzerine verilen “Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülü”, 11 Nisan 2016 Pazartesi akşamı, Sabancı Center’da gerçekleşen törenle sahiplerini buldu.


Bu yılki konusu “Türkiye’de Yeni Merkezler: Kentlerde Ekonomi, Eğitim, Sanat ve Barış” olarak belirlendi.

Eşit ağırlıklı verilen iki “Makale Ödülü”nü ise; 

  • “Şehir Merkezi Kavramını Yeniden Düşünme” başlıklı makalesiyle Cornell Üniversitesi’nden Azat Zana Gündoğan,
  • “Köpekler ve Karavan” başlıklı makalesiyle Florida Üniversitesi’nden Emrah Şahin layık görüldü.

Jüri Özel Ödülü’ne Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden İlhan Tekeli layık görüldü. İlhan Tekeli; şehir ve bölge planlama, planlama teorisi, makro coğrafya, göç coğrafyası ve politik davranış, Türkiye’deki yerel yönetimlerin teorisi ve tarihi, kentleşme ve kentsel politika, ekonomi politikası, Türkiye’nin ekonomi tarihi, kent ve toplum tarihi gibi çalışmalarıyla Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü.

“İyi yetişmiş insan”

Sabancı Üniversitesi Kurucu Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı konuşmasına merhum Sakıp Sabancı’nın kişilik özelliklerinden bahsederek başladı. Güler Sabancı “Sakıp Sabancı’yı tanıyan, tanımayan herkesin ilk aklına gelen onun Türk halkı tarafından çok sevilen, samimi, açık yürekli, pozitif, yapıcı ve sağduyulu kişiliğidir” dedi. Güler Sabancı, Sakıp Sabancı’nın Türkiye’nin daha iyi bir geleceğe kavuşmasının tek kriterinin iyi yetişmiş, iyi eğitilmiş gençlerle olacağına yürekten inandığına vurgu yaptı.

Sakıp Sabancı’nın Türkiye’nin gelişmesinde, kalkınmasında eğitimin vazgeçilmez bir yeri olduğunu her zaman bilerek, inanarak, yürekten desteklediğini belirten Güler Sabancı, “Bunun en iyisini, kalitesini yapmak en örnek olacak kurumu ortaya çıkarmak için bize yön verdi. Onun liderliğinde bir dünya üniversitesi kurma hayaliyle yola çıktık.. Bugün henüz 20 yaşında olan üniversitemizin mezunları, dünyanın birinci lig üniversitelerinde doktora çalışmaları yapıyorlar” dedi.

Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülleri, Sabancı Üniversitesi tarafından merhum Sakıp Sabancı’nın vasiyeti üzerine “Türk ve İslam Sanatı, Türkiye’nin tarihi, ekonomisi, sosyolojisi” konularında ihdas edilmiş, 11 yıldır düzenlenen bir ödül programıdır. Yarışmaya başvuran makalelerin değerlendirmesi bağımsız ve uluslararası bir jüri tarafından yapılıyor. Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülleri kapsamında son 11 yılda Türkiye’nin ekonomisinden dış politikasına, tarihinden toplumsal dinamiklerine kadar çeşitli konularda çalışmalar ödüllendirildi. Tüm dünyadan büyük ilgi gören ödüle, 11 yıldır verilen ödüle 31 ülkeden 350’ye yakın başvuru oldu.

Ödülün 2017 yılı araştırma konusu ise "Gündelik Yaşamda Türkiye Kökenli Avrupalılar" olarak açıklandı. Her yıl olduğu gibi, 2017 yılında da Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma ödülleri güncel bir konuyu akademik platforma taşıyarak, bu konuda çalışan akademisyenleri, özellikle de genç sosyal bilimcileri desteklemek amaçlanıyor.

İki ödül üzerine

1. Azat Zana Gündoğan, Cornell Üniversitesi: Yeni Merkezler Kavramını Tekrar Düşünmek: İstanbul Çevresinde Periferik Kentleşme ve Gebze Örneği

Uluslararası tanıtım kampanyaları ve özellikle Gezi Parkı gösterileri sayesinde İstanbul, dünyanın en görünür merkezlerinden biri haline geldi. Şehir, 1980'lerden bu yana bir dünya kenti ya da global merkez olma iddiasını yineleyerek, kendisini tekrardan Avrupa, Asya ve Ortadoğu'nun kavşağında yer alan bir finans, lojistik, turizm ve kültür odağı olarak konumlandırmaya çalışıyor. Hükümetler İstanbul'u öne çıkararak çokuluslu kuruluşları çekmeyi hedeflerken, şehrin ticaret, yaratıcılık, yenilikçilik ve girişimciliği teşvik etme özelliğini de sürdürmeyi amaçlıyorlar.  İstanbul, sağlam finans ve hizmet sektörleri üzerinde dünya şehri statüsüne yükselirken, şehir içinde kalan sanayi kuruluşlarını çepere taşıyarak kentin çevresinde yer alan yeni sanayi merkezleri oluşturdu.

Bu makale, global kentler üzerine yapılan çalışmaların odağını sık vurgulanan merkezlik olgusu üzerinden, bu şehirlerin çeperlerinde kurulan ve yeni sanayi merkezlerine dönüşen kesimlere kaydırmayı hedeflemektedir. Böylelikle bu makale, kentsel ve bölgesel araştırmalarda hakim durumda bulunan insanbiçimleştirici ve şeyleştirici epistemolojilere, İstanbul'un çeperinde yer alan ağır sanayi merkezi Gebze üzerinden yapılan idiografik bir olay incelemesi ile karşı çıkar.

Son elli yılda görülmemiş düzeyde göç alan ve İstanbul merkezli sanayinin üretim üssü halina gelen Gebze, global İstanbul'un gölgesinde ve parlak imajının altında ideal kent düşüncesine açıkça meydan okumaktadır. Şehir-bölgelerin ortaya çıkışının karmaşık sosyal ilişkilerle örülü bir süreç olup kentsel hizmet ve altyapının kolektif arzı ve tüketimi çevresinde çatışmalara yol açtığını öne süren bu makale, İstanbul'da sanayinin –bir dereceye kadar görünmez fakat yaşamsal öneme sahip– merkezi olan Gebze'de, şehrin üreten kesiminin, yani göçmen işçilerin hayatlarını zorlaştıran periferik kentleşme olgusu üzerinden çıkarımlarda bulunmayı amaçlar.

2. Emrah Şahin, Florida Üniversitesi: Köpekler ve Karavan, Osmanlı Kentlerinde Devlet Düzenlemeleri ve Misyoner Literatürü

Osmanlı topraklarında yayımlanan misyonerlikle ilişkili kaynaklar, devlet görevlileri, Amerikalı misyonerler ve yerli halk arasında karmaşık karşılaşmaların temelini atmıştır. Eğitim, din ve sosyoloji alanında araştırma yapanlarca çoğunlukla dikkate alınmamalarına rağmen bu yayınlar, genel ve yerel, şehirli ve kentli, yerli ve yabancı gibi çeşitli kimliklerin kesişim noktalarında yer almış, bunları yansıtmıştır.

Osmanlı bürokratları, ülke sınırlarının içinde ve dışında kitlesel olarak yayımlanan misyonerlik literatürünün farkına 1890'lı yıllarda vardı. Dolaşımda olan yayınları incelediler, içerik üzerinde değerlendirmelerde bulundular ve yayınların teba üzerindeki etkilerini tarttılar. Dahiliye Nazırı Memduh Paşa, incelemesinin sonuçlarını Nisan 1898'de dönemin bakanlar kuruluna sunarken, misyoner yayınlarının özellikle eğitimsiz kesim için "sakıncalı" olduğunu öne sürdü. Memduh Paşa'nın açıklamalarının ışığında bakanlar kurulu, özellikle İstanbul Hükümeti'nin "dış kaynaklı" ideolojilere yatkın olarak değerlendirdiği kırsal bölgelerde misyonerlik yayınlarına kısıtlamalar getirdi.

Bu girişim, eğitsel ve dini kitaplar arasında katı bir ayrıma gidilmesine yol açtı. Eğitsel kitapların bulundurulması tasvip hatta teşvik edilirken, dini kitaplar çok sıkı bir denetime tabi tutularak genellikle sansürlendi, kimi zaman bütünüyle yasaklandı. Bu araştırma, devletin misyoner propagandasına verdiği tepkilerin iç dinamiklerini de ortaya koymayı hedefler. Misyonerlik yayınları, basın-yayın hizmetleri, telgraf müdürlüğü, gümrük memurlukları ve Washington'daki Osmanlı büyükelçiliği ile yerel makamlar tarafından yeni kurulan İnceleme ve Teftiş Kurulu'na gönderildi. Kurul bu yayınları inceleyip taşraya dağıtılmalarında sakınca olup olmadığını belirlemek amacıyla Babıali dahil olmak üzere çeşitli hükümet organlarıyla temasta bulundu.

Kurulda yer alan bürokratlar, misyoner yayınlarının taşrada teftiş ve takip edilemeyecek bir hızda basılmakta olduğunu gözlemledi. Aynı zamanda yerel makamların "yeni düzenlemeleri uygulamakta ağır kaldığını" da tespit etti. İstanbul hükümeti bunun üzerine matbaaları ve baskı makinelerini denetlemek gibi daha etkili bir politika benimsedi. Hükümet misyonerlik yayınlarını açıkça yasaklamasa da, bunların üretildiği makineleri kontrol altına alarak dağıtımlarını kısıtlama yoluna gitti. Başkent İstanbul'dan tabana yayılması hedeflenen bu tepeden inme politika ise misyonerlik yayınlarının Osmanlı kasabalarına dağıtılmasını kısıtlamakta ancak kısmen başarılı olabildi.