Bu sayıdaki yazım sayın cumhurbaşkanının bir vecizesi üzerine: “Giderlerse gitsinler”. Bu umursamaz yaklaşım, ne yazık ki toplumu içeriden çürüten, kokuşturan bir olgu. Ekonomistim diye kendini “ifşâ” eden cumhurbaşkanı basit bir hesap yapamıyor. Eğer bu giderlerse gitsinler denilen toplum kesimini kullanmayacaksan o kadar parayı verip bunları neden yetiştirdin? Bunu kimse sormuyor. Nedeni büyük olasılık gene aynı şahsın “itibardan tasarruf olmaz” sözüyle izâh edilebilir. Kısacası bu insanlar “bak biz de yetiştirdik” diyebilmek için hıyar domates yetiştirir gibi yetiştiriliyor, sonra “giderlerse gitsinler” diye toplumdan dışlanıyorlar. Başka izâh var mı?
Gitmezlerse ne olacak?
Gitmezlerse topluma yük olacaklar ve fakirleşeceğiz. Eğer nihaî sonuç fakirleşme ise niye bu kadar para harcıyorsunuz? Yandaşlara hortumun çapını artırırsınız, kimsenin üzerinizde âhı olmadan aynı sonuca ulaşırsınız. Üstelik ticâri sır diye bu hortum çapını artırmanın açıklamasını yapmadan. Ama giderlerse, gittikleri ülkelerin GSMH’ına çalışacaklar, onların gelişmişlikte bir tık yukarı çıkmasına katkıda bulunacaklar. Bâri, bu insanları kabul edecek ülkelerin yöntemlerine uygun olarak yetiştirseniz? Kolayca giderler. Nasıl olsa onların yerine daha az gelişmiş ülkelerden “iş gücü” almayacak mısınız? Hiç değilse, ülkede itibarlı beyin gücü yetiştirme olanağını korursunuz (ne kazandıracak?). Ama yoksa o da mı yalandı? Almayacak mısınız?
Az gelişmiş beyin gücü almak ve vasat işleri onlarla yürütmek bir çıkış yolu. Nasılsa Atatürk’ün “muasır medeniyetlerin üstüne çıkma” direktifini yok sayıyorsunuz. Bakın iş uzaya gitmek olunca, yerli ve milli bir araçla değil, dolmuşa biner gibi parasını bastırıp başkasının aracına bindirip yolluyorsunuz. Gönül isterdi ki uzaya gönderdiklerimiz, bizim yerli ve milli aracımızla gönderilmiş olsun. Tabii, bunu sağlamak için, dün giderlerse gitsinler yaftasıyla yurt dışına gönderdiklerinizi “lütfen gelsinler” diyerek geri çağırmanız gerekiyor… Haydaaaa!
Bunu Atatürk de planlayarak yapmıştı. Örneğin babamı yurt dışına eğitime göndermiş, yetiştirtmiş, sonra geri gelmesini sağlamıştı. Akurgal soyadı, babamın çivi yazısı okuyarak (Atatürk’ün tarih bilgisi günümüz yöneticilerinin 5 asırla sınırlı olandan daha eskiye gittiği için) aydınlığa çıkarttığı bir dönemdeki iki kralın adı. Dedem, aile lakabı “serdar” (kendisi, Yugoslavya savaşında köprüsünü yıktıkları Bosna’daki Mostar’ın kale muhafızı) olmasına karşın, bu deyim Osmanlı’yı anımsattığı için onu soyadı olarak almayı istememiş, Akurgal’ı seçmişler. Böylece babam bir taraftan MÖ 3.000 yıllarına ait (büyük olasılık orta Asya’dan Anadolu’ya gelirken yolda konaklayanların oluşturdukları) bir dönemi günümüz insanlarıyla kavuştururken, bir taraftan da soyadımızı belirlemiş. Kısaca bu soyadını taşıyan 5 kişi, mezar taşlarını okuyabilen “azınlık”ız.
Günümüz yönetimi, anlaşılan “muasır medeniyet” falan takmıyor. Onlara Arapça bilgisi yeterli geliyor. Ne yapalım, başta onları değiştirelim de daha bilgi yüklü olanları iş başına getirelim. Anahtar Mart sonu bizde; değil mi? Bu köşede sizlere bir yeteneğin ne kadar zamanda kazanılabileceği üzerine çokça örnek verdim. Mevcut insan kaynaklarımızla dışarıdan destek almadan kendi uzay gemimizi yapmamız 15-20 sene alır. Kendi uzay gemimizle uzaya gidebilmek için bu kadar beklemeye değer mi? Değmez derseniz doğru yoldayız.
Ay’ın “karanlık” yüzü
Son yazımda olayı derinliğine bilmeyenlerin kolay kavrayabilmesi için kullandığım “Ay’ın karanlık yüzü” deyişi elbette doğru değil. Ay dünya etrafında kendi etrafında döndüğü sıklıkta yön değiştirerek dönüyor. Bu nedenle biz hep aynı tarafını görüyoruz. Ayın “arka”sı da güneş görmekte. Ayın dünya etrafında dönüş sıklığı ile kendi etrafında dönüş sıklığı neden eşittir bilemem ama, eşittir. Bu açıklamayı / düzeltmeyi okurlarımdan gelen uyarılar nedeniyle yapıyorum. Sağ olun.
Ali Akurgal