Ortak akıl

Haberler Toplum
Ortak akıl

Toplum yönetiminde ortak akıl ön plana çıktı

Batı kültürü bireysellik ve akılcılık üzerine kuruludur. Ancak insan davranışları ile ilgili son çalışmalar ortaya tümüyle farklı bir tablo çıkartıyor. Şimdi bu tabloyu yorumlayan bilim insanları, sosyal öğrenme denilen olguya bağlı olarak insanların koyun sürüsü gibi birbirini taklit ettiğini belirterek, Batı’da bireyselliğin sonunun geldiğini ileri sürüyor...

Batı tarihinin büyük bir bölümünde gerçekler ve doğrular Tanrı ve kral tarafından belirleniyordu; özgür irade ise ilahiyatçıların ilgi alanına giriyordu. Bu gidişat 1700’lü yıllarda değişmeye başladı. İnsanların rasyonel düşünme yeteneğine sahip birer birey olduğunu savunan yepyeni bir düşünce sistemi toplumda kök salmaya başladı. Zaman içinde akılcılık ve bireysellik iktidarları ve Batı kültürünü şekillendirmeye başladı.


Özgür iradenin sınırları
İnsanoğlu birey olarak ne derece özgür düşünebilir? Ekonomi ve sosyal bilimlerin, temelde bağımsız birey kavramına dayandırılmış olması, bu sorunun önemini arttırıyor. Söz konusu bilim dallarının, mali darboğaz, siyasi akım ve kitlesel panik gibi olguları açıklamaya çalışırken zorlanmaları, bir bakıma bağımsız birey kavramına aşırı önem atfetmelerinden kaynaklanıyor olabilir.

Son araştırmalar, ne kadar bağımsız düşünebildiğimiz konusunu sorguluyor. Cep telefonları, kredi kartları, sosyal medya ve diğer kaynaklardan elde edilen büyük verileri* bir araya getiren bilim insanları, biyologların sonar ve kamera yardımıyla hayvanları doğal ortamlarında gözlemlemeleri gibi, insan davranışlarını inceleyebilme şansını elde ettiler. Gözlem altındaki insanlar ile ilgili toplanan veriler sayesinde, davranışlarının matematiksel kurallarının belirlenmesinin yolu açıldı. Bu noktada devreye “sosyal fizik” girdi. Bilgi ve fikirlerin insandan insana nasıl “aktarıldığına” ilişkin güvenilir bir açıklama getirmeye yarayan sosyal fizik, fikir akımlarının kültürü nasıl şekillendirdiğine, şirketlerin ve toplumların üretkenliğine ve yaratıcılığına ışık tutuyor.

Sosyal fizik devrede
Massachusetts Institute of Technology’deki (MIT) Medya Laboratuvarı İnsan Dinamikleri Grubu yöneticisi Alex Pentland, sosyal fiziğin kurucularından. Pentland ve ekibi çalışmalarını “canlı laboratuvarlarda” sürdürüyor. Başka bir deyişle denek olarak küçük kasaba ve kentlerin sakinlerinden yararlanıyor. Çalışmalarından birinde içlerine özel bir yazılım bulunan akıllı telefonları kasaba sakinlerine dağıtan araştırmacılar, bu insanların çevrelerindeki insanlarla –arkadaş ve tanıdıklar- kurdukları sosyal etkileşimi izlediler. Aynı zamanda bu insanların sağlık durumları, siyasi görüşleri ve harcama alışkanlıkları ile ilgili bilgi topladılar.

Özellikle kilo alma konusunda insanların yakın çevresindekilerin alışkanlıklarından ne kadar etkilediklerini tespit ettiler. Başka bir deyişle yakın çevrelerindeki insanların davranışlarına tanık olan denekler, kaçınılmaz olarak benzer alışkanlıkları benimseme eğilimine giriyordu. Pentland “sosyal öğrenme” olarak isimlendirilen bu olgunun insanların yaşamlarını şekillendirdiğini ve bunun özellikle oy verme ve tüketim alışkanlıklarında kendini belli ettiğini söylüyor.

Bu araştırmadan elden edilen sonuçlar, yeni bir davranışın benimsenmesinde rol oynayan en önemli faktörün çevre insanlarının davranış şekli olduğunu gösteriyor. Pentland’a göre sosyal öğrenme etkisinin gücü, genlerin davranışlar üzerindeki etkisiyle veya IQ’nun başarı üzerindeki etkisiyle karşılaştırılabilecek düzeydedir.

Sıfırdan öğrenmeye çalışmak zaman kaybı
Bunun altında yatan mantık çok yalındır. Eğer biri yararlı bir davranışı öğrenmek için bir çaba sarf etmişse, bunu taklit etmek, sıfırdan öğrenmeye çalışmaktan daha kolaydır. Örneğin yeni bir bilgisayar sistemini kullanmak zorundaysanız, sayfalar dolusu kullanma kılavuzunu okumak yerine, sistemi öğrenmiş birisinin yanına yanaşıp, nasıl kullandığını izlersiniz. Bu nedenle insanların pek çoğu sosyal öğrenme olgusuna güvenir ve daha hızlı ve kolay öğrenme şansına kavuşur.

Pentland, sosyal öğrenme sayesinde, insanların zaman içinde ortak alışkanlıklar edindiğini ve bunların bir süre sonra otomatik davranışlara dönüştüğünü ileri sürüyor. Günlük yaşamda bunların örneğini bol bol görebiliyoruz.

Bir sonraki aşamada şu soru öne çıkıyor: Bireysel tercihler, paylaşılan alışkanlıklar karşısında önemini yitiriyor mu? Bu noktada fikir paylaşımının gücü ile bireysel düşüncenin gücü yarıştırılıyor. Küçük gruplar içindeki karar alma süreçleri incelendiğinde iletişimin şekli – kimin kiminle konuştuğu, ne kadar konuştuğu vb.- bireylerin özelliklerinden daha büyük önem kazanıyor. Çağrı merkezlerinden, ilaç araştırma laboratuvarlarına dek farklı çalışma ortamlarında yürütülen deneylerde, iletişim şeklinin hem verimlilikte hem de yaratıcılıkta en önemli faktör olduğu görülüyor.

Pentland, ABD ve Avrupa’da 300 kentte yürüttüğü son çalışmada, iletişim şekillerindeki çeşitliliğin, ortama kazançlardaki farklılığın tek belirleyicisi olduğunu keşfetti. İletişim çeşitliliğinin belirleyici rolü, eğitim ve sınıfsal yapı çeşitliliğinden daha önemliydi. Bu çalışmada dikkati en fazla çeken bulgu, bir fikri ne kadar çok insan paylaşırsa kişi başına düşen gelirin de üssel olarak o kadar artması oldu. Başka bir deyişle büyümenin tetikleyicisinin paylaşmak olduğu anlaşılmış oldu.

Toplumları ortak zekâ yönetiyor
Sonuç olarak Batı toplumunun bireysel akılcılık yerine ortak zeka tarafından yönlendirildiği ortaya çıkıyor. Ortak zekâyı şekillendiren ise, insanı çevreleyen fikir akışı ve örneklerdir. Bizler çevremizdeki insanlardan öğreniyoruz ve çevremizdekiler de bizlerden öğreniyor. Birbirine aktif olarak bağlı bireylerden oluşan topluluklar, alışkanlıkların ve fikirlerin paylaşıldığı, kaynaştığı grupları oluşturuyor. Sosyal fiziğin bu bağlamda ortaya çıkarttığı sonuç şudur: Fikir akışının dışarıdan gelen fikirlerle beslenmesi durumunda, topluluğu oluşturan bireylerin aldığı ortak kararlar, tek başlarına aldıkları kararlardan daha doğru ve akılcıdır.

Batı toplumunun kültürü ve alışkanlıkları sosyal öğrenmeye dayanır. Kaldı ki ortak fikirler ve alışkanlıklar, bireysel mantık ve akıl yürütmekle değil, çevredekilerin davranış biçimlerini ve tutumlarını taklit ederek öğrenilir.

Sosyal doku
Bilim insanları, akılcılığı oluşturan bileşenlerin birey değil, çevredeki sosyal doku olduğunu kabul etme zamanın geldiğini belirtiyor. Bu durumda bireyleri, piyasalarda aktör olarak değil, kamu yararını belirleyen işbirlikçiler olarak görmek gerekiyor. Bireylerin piyasaları nasıl etkilediğine ilişkin yapılan son bir deneyde, belirli bir tüketici davranışını teşvik etmek için verilen para ödülünün, doğrudan katılımcılara değil, katılımcıların arkadaşlarına verilmesi durumunda istenilen sonucun daha çabuk alındığı görüldü. Bu stratejinin enerji tasarrufunu özendirme konusunda daha dramatik sonuçlar verdiği bildiriliyor.

Özel hayatın gizliliği
Özel yaşamın gizliliğinin korunması, Batı toplumunun üzerinde hassasiyetle durduğu bir konudur. Bunun en önemli nedenlerinden biri de bireyin alığı kararlar üzerinde sosyal dokunun gücüdür. Yıllar önce Stanley Milgram’ın sosyal normlara boyun eğme konusunda yürüttüğü ünlü çalışmasının da ortaya çıkarttığı gibi sosyal etkinin gücü insanların hem olumlu hem de olumsuz davranışlarda bulunmasına yol açabilir. Bu etkinin gücü o kadar yoğun olabilir ki, birey toplumu olumsuz etkileyebilecek çok korkunç olaylara zemin hazırlayan davranışlarda bulunabilir.

Mahremiyetin korunmadığı durumlarda şirketlerin ve hükümetlerin davranışlarımızı yönlendirme ve şekillendirme gücü sınırsızdır. Mahremiyet sorusunun yanıtı güven ağlarının kullanılmasıdır. Bunlar, bankaların güvenli para transferinde gereksiz bilgileri gizlerken kullandıklarına benzeyen bilgisayar arayüzleridir. Bu ağlar sizinle ilgili gizli bilgilerin kontrolünü sağlar ve nihai olarak diğer insanların sizi yönlendirme şansını kısıtlar.

Derleyen: Reyhan Oksay, Kaynak: New Scientist, 5 Nisan 2014
http://www.economist.com/news/books-and-arts/21595883-how-re-engineer-world-measure-man-0

BÜYÜK VERİ NEDİR?

Büyük veriler dünyanın geleceğini şekillendirme potansiyeline sahip.
Geçmişten günümüze kadar gelen süre içerisinde günden güne artarak, hatta son yıllarda katlanarak günümüze gelen bilgi, "Bilgi Çöplüğü" denilen olguyu meydana getirir. Pek çok yazılım şirketleri bu bilgi çöplüğünden faydalı bilgileri cımbızla nasıl çekip çıkartacaklarını araştırmak için yoğun ARGE çalışması yaptılar ve ortaya Big Data (Büyük Veri) olgusu çıktı.

Bu büyük miktarlardaki veriler ekonomik ve ölçeklenebilir bir biçimde kullanılabilir ve anlamlandırılabilir hale getirildi. Büyük veri, web sunucularının logları, internet istatistikleri, sosyal medya yayınları, bloglar, mikrobloglar, iklim algılayıcıları ve benzer sensörlerden gelen bilgiler, GSM operatörlerinden elde edilen arama kayıtları gibi büyük sayıda bilgiden oluşur.

İhtiyacımız olan bilgiler dev verinin içerisinde mevcut. Bir bilgi teknolojileri şirketi sistemlerinin yaptığı her hareketi kaydedip, “hangi hatalar birbirleriyle ilişkili”, “hangi problem sisteminizin performansını ne kadar etkiliyor” gibi soruların cevaplarını bulabilir. Bir banka, müşterilerin hareketlerinden dolandırıcılık teşebbüsünü tespit edebilir. E-posta servis sağlayıcı tüm e-postaları analiz edilerek hangilerinin spam olduğu tespit edebilir. Sosyal paylaşım sitesi kullanıcılarının beğeni ve paylaşımlarını analiz ederek ona en uygun reklamları gösterebilir. Bir mağaza müşterilerinin aldığı ürünleri analiz ederek onlara en uygun ürünleri önerip satışlarını arttırabilir. Yani, dev verinin gelecekte herkesin büyük gözaltında yaşayacağının işaretini veriyor.