Dünyada en fazla tüketilen alkolsüz içecek: Kahve

Öne Çıkanlar Sağlık
Dünyada en fazla tüketilen alkolsüz içecek: Kahve

Rivayet odur ki; Kaldi isimli bir keçi çobanı Etiyopya’nın geniş platolarında hayvanlarını otlatırken, keçilerin parlak kırmızı meyveleri olan bir ağaca yöneldiklerini ve bu meyvelerden yiyen hayvanların her zamankinden daha enerjik olduklarını ve gece olduğunda da uyumadıklarını fark etmiş. Bu durumu anlatmak ve fikrini sormak için yanına gittiği keşiş ise sinirlenip meyveleri ateşe atmış ve kısa bir süre sonra bütün odayı çok güzel bir koku sarmış.

İşte insanoğlu yüzyıllardır o kokudan vazgeçemiyor ve 2016-2017 verilerine göre dünya genelinde günde 2.25 milyar fincan tüketiyor. İsmi, Türkçede günün ilk öğününe verilen (kahve-altı) bu bitkiyi ne kadar tanıyoruz?

Dünyada en çok tüketilen alkolsüz içecek olan kahve, Rubiaceae familyasına ait Coffea cinsi küçük ağaçların tohumlarının kavrulduktan ve toz edildikten sonra çeşitli yöntemlerle demlenmesi sonucu elde ediliyor. Dünya genelinde 100’ün üzerinde farklı türü olan bu cinsin ticari olarak en çok kullanılan türleri ise Coffea arabica ve Coffea robusta.


Sıra dışı lezzetini ve aromasını yapısında bulunan 800’den fazlası uçucu, toplam 1000’in üzerinde bileşiğe borçlu olan kahvenin bu son derece karmaşık kimyasal yapısı bitkinin türü ve toplandığı coğrafya kadar hasadı, kavrulması gibi işlemlerle ve içecek olarak hazırlanma yöntemi ile de doğrudan ilgili.

Kahve bileşenleri arasında en popüler olanı hiç şüphesiz ki bir pürin alkaloidi olan kafein. Merkezi sinir sistemi üzerindeki uyarıcı etkisi, kan basıncını ve metabolizma hızını artırmasıyla bilinen kafeinin 240 mililitrelik standart bir fincanda ortalama miktarı 100 mg kadar.

Bunun yanında güçlü antioksidan etkiye sahip fenolik bir bileşik olan klorojenik asit ve türevleri ile yine polifenolik bir bileşik grubu olan tanenler de kahvede bol miktarda bulunmakta. Çiğ kahve tohumlarında bulunan amino asit ve karbonhidratlar, kavrulma işlemi sırasında gerçekleşen Mailard reaksiyonuyla bitkinin doğal halinde bulunmayan kendine özgü lezzet ve aromaya sahip maddelere dönüşür. Bu moleküllerin yanında magnezyum ve potasyum gibi minerallerle B3 ve E vitaminleri de kahvede bulunmaktadır.

Bu son derece karmaşık kimyasal içeriğiyle kahve, sayısız bilimsel araştırmanın konusu olmuştur. Kafein içeriğine bağlı olarak kahve ve kalp damar sistemi arasındaki ilişki daha çok dikkat çekmiştir.

Özellikle 2000 yılından sonra yapılan çalışmalar, öngörülenin aksine, kahve tüketiminin kalp damar sağlığı üzerine olumsuz bir etkisi olmadığını işaret eder. 2014’te yayınlanmış bir meta analiz sonuçları günde 3-5 fincan kahve içilmesinin kalp damar hastalıkları riskini azalttığını, 6 fincan ve fazlasının tüketilmesi haline olumlu ya da olumsuz herhangi bir etkiye sebep olmadığını ortaya koymaktadır.

Başka bir meta analize ait sonuçlar da aynı şekilde kahve tüketiminin kalp damar sağlığına olumsuz bir etkisinin olmadığını göstermektedir. Kahvenin kalp damar sağlığı üzerindeki olumlu etkilerinin altında kafein ve klorojenik asit ve türevi fenolik bileşiklerin olduğu düşünülmektedir.

Diyabet riskini azaltıyor

Aynı şekilde son zamanlarda yapılan çalışmalar kahve tüketimi ile tip 2 diyabet hastalığı riski arasında ters orantı olduğunu da göstermektedir. Toplam 200 000’e yakın kadın ve erkek denek üzerinde yapılan çok sayıda istatistiksel çalışmayla günde en az 6 fincan kahve içen bireylerde tip 2 diyabet görülme sıklığının %35 daha az olduğu anlaşılmıştır.

İlgi çekici başka bir çalışma ise kahve tüketiminin açlık kan şekerinden ziyade tokluk kan şekerinin düzenlenmesi üzerinde olumlu etkisi olabileceğini göstermiştir.

Karaciğer için de faydalı

Kahvenin klinik bulgularla desteklenen bir diğer olumlu etkisiyse karaciğer üzerine olandır. İki farklı, kapsamlı meta analizin ortaya koyduğu bulgular günde 2 fincandan fazla kahve tüketilmesinin karaciğer rahatsızlığı bulunan hastalarda siroz ve fibröz görülme sıklığını azalttığını, karsinoma hızını ve ölüm oranlarını düşürdüğünü göstermiştir.

Bu etkilerin yanında uzun süreli epidemiyolojik çalışmalar da kahve tüketimi ile Parkinson hastalığı görülme sıklığı arasında ters orantı olduğunu göstermiştir. Ancak klinik bulguların yetersiz olması sebebiyle hastalığa karşı koruyucu etkisinden henüz kesin olarak bahsedilememektedir.

Kahve ve kanser ilişkisi hakkında yapılan çok sayıda çalışmanın sonucunda da kahve tüketiminin akciğer, meme ve prostat gibi en sık görülen tipleri de dâhil olmak üzere herhangi bir kanser riskini arttırmadığı anlaşılmıştır. Bunun yanında karaciğer ve rahim içi kanserlerinin görülme sıklığını ise düşürdüğü görülmüştür.

Son olarak kahvelerini sade değil süt ve/ veya şeker ilave ederek içmeyi sevenleri ilgilendirecek birkaç bilgi… 2012’de yapılan bir çalışma kahveye süt eklenmesinin yukarıda bahsedilen etkili bileşik klorojenik asidin vücut tarafından emilim oranını arttırdığını göstermiştir [8].

Sağlığa olumsuz etkileri iyi bilinen işlenmiş şeker yerine tatlandırıcı olarak bal kullanılması da doğal bir alternatif olarak tercih edilebilir. Kahveye bal eklenmesinin toplam antioksidan kapasiteyi artırdığı tarafımızca da gösterilmiştir.

Dr. Öğr. Üyesi Engin Celep
Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Farmakognozi ve Fitoterapi ABD.

Kaynakça
[1] Planta Medica, 2017, 83: 1256-1263. [2] Circulation, 2014, 129: 643-659. [3] European Journal of Epidemiology, 2013, 28: 527-529. [4] JAMA, 2005, 294: 97-104. [5] PLoS One, 2015, 10: e0126469. [6] Critical Reviews in Food Science and Nutrition, 2006, 46: 101-123. [7] European Journal of Cancer Prevention, 2017, 26: 424-432. [8] Journal of Agricultural and Food Chemistry, 2012, 60: 11056-11064. [9] Marmara Journal of Pharmacy, 2017, 21: 906-914.

Bu yazı HBT'nin 141. sayısında yayınlanmıştır.