Taş devri diyeti sadece bir söylence

Öne Çıkanlar Sağlık
Taş devri diyeti sadece bir söylence

İnsanlar doğal beslenme düzenini binlerce yıldır tartışıyor. Bu tartışmalar genellikle başka hayvanları yemenin ahlaki olup olmadığı sorusu üzerinde yoğunlaşıyor. Aslanın başka bir seçeneği olmayabilir, ama biz insanların var. Örneğin, Yunan düşünürü Pisagor, “Et ve kandan oluşan canlılar, et ve kanla beslenmemeli; bu, kendini zehirlemekten başka bir şey değildir,” diyordu. Etyemezler için bu söylem 2500 yıldır hiç bir değişikliğe uğramadı. Ne var ki, günümüzde, “Tanrı insanların hayvan yemelerini istemeseydi, onları etten yapar mıydı?” diyen Sarah Palin gibileri de var.

İnsanların erken dönem ataları diş ve pençelerin yerini tutacak silahlar ve kesici birtakım araç ve gereçler geliştirdiler. Taştan gereçlerin yarattığı kesik izleriyle dolu fosil hayvan kemikleri ancak et yeme ile açıklanabilir. Ayrıca basit bağırsak sistemi de et yeme sonucu evrilmiş olabilir.

Tahıllar da doğal


Ne var ki, glüten de doğaldır. Beslenme uzmanları karbonhidratlardan uzak durma çağrısında bulunsalar da, tahılların, evcilleştirme sürecinden çok önce, en azından bir süreliğine insanların temel gıda maddelerinden biri olduğu yönünde bir yığın kanıt var. Galilee Denizi (Celile Denizi) kıyılarındaki Ohalo II adı verilen bölgede yapılan kazılardan elde edilen bulgular, insanların, bu tahılların evcilleştirilmesinden yaklaşık 10 bin yıl önce, buğday ve arpa ile beslendiklerine işaret ediyor. Paleobotanik uzmanları 40 bin yıllık Neandertal dişlerinde arpa ve başka tahılların belirgin izlerini taşıyan nişasta taneciklerine tanık oldular. Demek ki, tahıl tüketimi yeni bir şey değil. Bu da bizi Taş Devri diyeti konusunu yeniden düşünmeye itiyor.

Metabolik sendrom uyumsuzluğun sonucu

Beslenme uzmanları, günümüzde yediklerimizle atalarımızın yedikleri arasında büyük bir uyumsuzluk olduğunu öne sürüyorlar. Bu kişiler beslenme düzenlerimizin genlerimizin ayak uyduramayacağı denli büyük bir hızla değiştiği ve bunun da sonuçta -yüksek tansiyon, yüksek kan şekeri düzeyleri, obezlik ve anormal kolesterol düzeyleri gibi durumları içeren- bir “metabolik sendroma” dönüştüğü görüşünü savunuyorlar. Bu son derece mantıklı bir durum ve bu durumdan yola çıkıldığında Taş Devri diyetlerinin günümüzde böylesine yoğun bir ilgi görmesi hiç de şaşırtıcı değil.

Taş Devri diyetinin genelde çok farklı seçenekleri olmakla birlikte, protein ve omega-3 yağ asitleri açısından zengin besinler sürekli önümüze çıkıyor. Çayırda beslenen inek eti ve balık sağlığa yararlı besinler olarak değerlendirilirken, karbonhidratların nişastasız taze meyve ve sebzelerden alınmaları gerekiyor. Öte yandan, tahıllar, baklagiller, süt ürünleri, patates ve büyük ölçüde işlenmiş ve arıtılmış yiyecekler bu beslenme düzeninin dışında tutuluyor. Bu görüşe göre insanlar Taş Devri’ndeki ataları gibi beslenmek isterlerse şu menüyü tercih etmeliler: Avokadolu, cevizli, hindi eti ile çeşnilendirilmiş ıspanak salatası.

Doğanın insafına kalmış bir menü

Paleoekolojik bir bakış açısından ele alındığında, Taş Devri diyetinin bir söylenceden öteye geçmediği söylenebilir. Yiyecek seçimi, türün evrimsel gelişmesiyle ilgili olduğu kadar, eldeki yenebilir yiyeceklerle de ilişkilidir. Nasıl ki, meyveler yılın farklı dönemlerinde olgunlaşıyor, yapraklar sararıyor ve çiçekler açıyorsa, atalarımız için yemeye elverişli yiyecekler de yeryüzü ikliminin değişen koşullarına bağlı olarak zaman içinde değişime uğramıştır. İnsan evrimi bu değişimlere bağlı olarak şekillenmiştir.

İnsanın evrim sürecinde tek bir döneme odaklanmak boşuna bir çabadır. İnsanoğlu sürekli gelişen bir varlıktır. İnsansılar da dünyanın her yanına dağılmışlardı; ırmak kıyısındaki bir ormanda yaşayanların beslenme biçimi, göl çevresinde ya da ovalarda yaşayanların beslenme biçimlerinden hiç kuşkusuz farklıydı.

Hangi atalarımız?

Atalarımızın beslenme düzeni nasıldı? Bu sorunun bizzat kendisi anlamsız. Taş Devri diyetinin ateşli savunucularına esin kaynağı olan son avcı-toplayıcı kimi toplulukları düşünün. Kuzey Alaska kıyılarında yaşayan Tigigagmiutlar tümden deniz memelileri ve balıklarla beslenirlerken, Botswana’nın Orta Kalahari bölgesinde yaşayan Gwi San’ların aldıkları kalorilerin yaklaşık yüzde 70’i bol karbonhidratlı, şekerli kavunlar ve nişastalı kök bitkilerden geliyordu. Geleneksel avcı-toplayıcı insanlar geçimlerini çevrelerindeki, kutuplardan tropikal bölgelere uzanan, çok farklı ve çok geniş yaşam ortamlarından sağlayabiliyorlardı. Bunu başarabilen çok az sayıda başka memeli türü vardır. İnsan türünün hayatta kalma başarısı göstermesinde en önemli unsurun, beslenme düzenlerindeki değişkenlik ve çok yönlülük olduğu su götürmez bir gerçek.

Beslenmede esneklik

Günümüzde paleoantropoloji uzmanlarının birçoğu, Buzul Çağı’nda giderek artış gösteren iklimsel dalgalanmaların, atalarımızın-ister beden, ister us, ya da her ikisindeki değişikliklerle olsun-bugün insanoğluna özgü bir özelliğe dönüşen beslenme esnekliğinde etkili olduğuna inanıyor. Sürekli değişim içinde olan dünyamız, aramızdaki en mızmız ve en seçici bireyleri ayıklayıp, yok etmiştir. Doğa, biz insanları değişken ve çok yönlü yaratıklar haline getirdiği için, yeryüzünün sunduğu yığınla yiyecek seçeneği arasından karnımızı tok tutacak bir şeyler bulabilmemiz hiç de zor olmamıştır. İnsanların oyunun kuralını değiştirmeleri, avcı-toplayıcılıktan tarıma geçmeleri ve gezegeni tüketmeye başlamaları işte bu nedene dayanıyor.

Derleyen: Rita Urgan

Kaynak