Kısmet Burian ve Orhan Burian unutulur mu?

Öne Çıkanlar Toplum
Kısmet Burian ve Orhan Burian unutulur mu?

Ne ben onu tanıyordum, ne de o beni tanımıyordu. Ta ki Prof. Orhan Burian’ın 50.ölüm yıldönümü anma hazırlıklarına kadar… Bu işe girişirken Burian’ın akraba ya da yakınlarından birine ulaşmayı çok istiyordum. Bunu rahmetli Canan Yücel Eronat’a söyleğim zaman yakın arkadaşı olan Kısmet Burian’ın telefonunu verdi.

Kısmet Burian, Orhan Burian’ın ablasının kızı yani yeğeni idi. Yalova’daki evine gittim. Olağan üstü bir konukseverlikle karşıladı. Evinin bir köşesini Orhan Burian’a ayırmıştı. Fotoğraflar, özenle yerleştirilmiş, kitaplar da öyle… Dayısının o kadar genç yaşta sönüp gitmesine çok üzülüyordu.

Orhan Burian, o kadar yazıyı, çeviriyi ve dergiyi 39 yaşına sığdırmıştı. 40’ın kapısında bir gençti. Kısmet Hanım anılarla yüklüydü. Bana, Orhan Burian’ın arşivini, daha doğrusu elindeki bütün malzemeyi önüme serdi. Buradan bir sergi malzemesi çıkabilirdi rahatlıkla. Nitekim öyle yaptık. Daha önce Vedat Günyol’un gördüğü Günlük ve Mektuplar’ı yayımladım. Orhan Burian, sağlığında kitaplarını Dil ve Tarih’in kütüphanesine bağışlamıştı. Kalan kitaplarını da Kısmet Hanım bir yerlere vermek istiyordu. Kültür işlerine önem veren bir bankamızın kütüphanesine verilebileceği konusunda anlaştık. İş kolayca çözüldü. Şimdi bu kitaplar emin ellerde. Kaldı ki Yapı Kredi, sempozyum sırasında bize çok mükemmel bir sergi hazırladı. Minnet ve teşekkür borçluyum. Kitaplığın salonlarında rahmetli hocam Cavit Baysun’un kitaplarını da görünce hem duygulandım hem sevindim.


Kısmet Hanım, 12 Haziran 1928’de İstanbul’da doğdu. Ankara Fen Fakültesi’nden Kimya Yüksek Mühendisi olarak çıktı. Uzun yıllar TÜBİTAK Dokümantasyon Merkezi’nde çalıştı. Burada çok değerli ve başarılı çalışmalara imza attı (http://www.kaynakca.info/kisi/92543/kismet-burian). Daha sonra Petkim’de çalıştı ve buradan emekli oldu.

1940’lı yıllarda Türkiye, Hasan-Âli Yücel’in açtığı aydınlanma yolunda hızla ilerliyordu. Yücel, gidilecek yolun programını I. Neşriyat Kongresi’nde çizmişti. Ne diyordu o büyük adam:

“Garp kültür ve tefekkür camiasının bir uzvu olmak dileğinde ve azminde bulunan Cumhuriyetçi Türkiye, medeni dünyanın eski ve yeni fikir mahsullerini kendi diline çevirmek ve âlemin duyuş ve düşünüşü ile benliğini kuvvetlendirmek mecburiyetindedir. Bu mecburiyet bizi geniş bir tercüme seferberliğine davet ediyor”.

Bu çerçevede doğunun ve batının klasikleri programlı olarak Türkçeye çevrildi. Türk halkı, bu değerli kaynakları kendi dilinden okuyordu artık. Türkiye’den çeviri cenneti olarak söz edilmeye başlanmıştı. Kısmet Hanım da Lewis Caroll’un Alice Harikalar Ülkesinde başlıklı eserini Türkçe’ye kazandırdı (1946). Orhan Burian’ın bu eserin bir iki yerini düzelttiğini söylerdi.

Kısmet Hanım, esprili, zeki, eleştiri gücü yüksek ve oldukça kültürlü biriydi. Sözünü sakınmazdı. Burian’ın çevresindeki insanları, başta Vedat Günyol olmak üzere, tanımış ve bu kişilerle iletişim kurmuştu. Klasik müziği çok iyi özümsemişti. Türkiye Bilimler Akademisi, Prof. Orhan Burian’a hizmet ödülü verdiği zaman ödülü almak için sahneye çıktı. Sahnede bir türlü duramadığını ve etrafındakileri kendi yörüngesine çektiğini unutamıyorum.

Son yıllarda yalnızlığı epeyce arttı. Çünkü iki kızı da uzakta yaşıyordu. Gözleri de görmez oldu. Emekli Sandığı’nın Balgat’taki Dinlenme ve Bakımevi’ne yerleşti. Burada rahattı. Büyük kızı Nur Şenel kendisini sık sık ziyarete gelip görüyordu. Anlaştığı birisi kendisine düzenli olarak kitap okuyordu. 15 Haziran 2015 tarihinde son nefesini verdi. Unutulmaz bir yakınımı yitirmenin acısı içindeyim. Işıklar içinde yatmasını diliyorum.

Kısmet Hanım 5-6 Mayıs 2003’de İzmir’de yaptığımız Prof. Orhan Burian’ı anma toplantısına sağlığı elvermediği için katılamadı. Ancak “Dayım Orhan Burian” başlıklı bir bildirisiyle bu toplantıya büyük bir katkıda bulundu (In Memoriam Prof. Orhan Burian 5 -6 Mayıs 2003, İzmir, 2004, s.14-16). Bu bildirisi toplantıda okundu. Sonra da basıldı. Burada o bildiriden küçük bir alıntı yapacağım:

Orhan Burian’ı anlatıyor

“Ben dayımı bildim bileli doğaya ve doğayı tanımaya, keşfetmeye düşkündü. Her Pazar bastonunu alır, o zaman bomboş olan Abidin Paşa sırtlarına yürüyüşe giderdi, sabah erken çıkar, öğle yemeğine dönerdi. Konservatuarda tiyatro tarihi okuturken, oranın müdürü olan Orhan Şaik Gökyay da iki koca köpeğini alıp dayıma katılırdı, bazen beni de götürürdü- daha sonraları Samim ve Suat Sinanoğlu kardeşlerle (biri DTCF’de Latince, öteki eski Yunanca okuturdu!) motosiklet terki Türkiye’nin akla gelmedik yerlerine gittiler - gezi notlarının değerlendirilmesini çok  isterim, notlar arasında elceğizi ile çizilmiş Medusa kafaları, sütun başlığı motifleri var - ne gözlem, ne duyarlık! Evet ben Orhan Burian’ın, Orhan Şaik Gökyay’la arasının bu kadar iyi olduğunu bilmiyordum. Sonradan öğrendim. Büyük bir acı duydum. Çünkü Orhan Şaik Gökyay’ı yeterince sorgulamadığım için!

Gittiği yerin pazarlarını dolaşırdı sanırım. Şile bezini, çözme çarşafları ilk kez dayımdan öğrendim… Şimdi hâlâ dokunuyor mu bilemem, yarım santim enine bir şeridi ipek, bir şeridi pamukludan dokunmuş buruşuk bezler (Bürümcük olabilir mi?) - dayım bunlardan terzisine gömlek diktirirdi - tiril tiril - iç çamaşırlarını annem dikerdi - şile bezinden.

Büyüklüğünü anlata anlata bitiremem, ‘unutulduklarında ölürler’ diyorsun dayıcığım. Sen bir yerlerden bir ateş getirdin, erdemli olanların, öğrencilerinin gönüllerinde tutuşturdun, Türkiye’nin her bir yanında eminim senin kıvılcımların parlıyor. Bir yerlerde! Sen ölemezsin çünkü unutulmayacaksın sevgili dayım”.

Zeki Arıkan / [email protected]