“Yavaş” bilim ve bilimsel makaleler ne kadar doğru?

Öne Çıkanlar Toplum
“Yavaş” bilim ve bilimsel makaleler ne kadar doğru?

Topluma öncülük etmesi beklenirken topluma ayak uyduran günümüz akademisi, zamanın hızlı akışına kendini bırakırken akademik geleneğin çoğu unsurunu da zamanın ruhuna feda ediyor.

Mensubu olduğum enstitünün yüksek lisans programının revizyonu için uzun süredir kapsamlı çalışmalar yürütülüyor. Öğrenciler, öğretim üyeleri ve konunun uzmanı diğer akademisyenlerden oluşan bir komisyonun yaptığı incelemeler sonucunda ortaya koyduğu en önemli eleştiri, programın çok hızlı olduğu yönünde. 18 aylık kısa bir zaman zarfını kapsayan yüksek lisans öğretimi sırasında ders ve araştırma yüküne paralel olarak yaşanan zaman kısıtlamalarının, öğrencilerin istenen seviyede akademik kazanım elde etmesini engellediği düşünülüyor.

Önerilen çözümü tek kelimeyle özetlemek mümkün: yavaşlık


21. yüzyıl “bilgi çağı” olarak adlandırılsa bile, aynı zamanda gerçek bilgiye ulaşmanın en zor olduğu çağ. Bilgiyi paylaşmanın ve bilgiye ulaşmanın çok kolay olduğu bu çağda, doğru bilgiyi rafine edip topluma sunmanın zorluğu, üniversitelerin önemini ve sorumluğunu daha da arttırıyor. En önemli görevi, doğru bilgiyi ortaya koymak, tartışmak ve öğretmek olan akademinin, bu görevini yerine getirip getirmediği de başka bir tartışma konusu.

Yılda 28 bin doktora

Almanya’da her yıl ortalama 28,000 doktora derecesi verilirken, bunların sadece %0.2’si akademik daimi kadro sürecine girebiliyor1. Doktora sonrasında üst akademik pozisyonlara geçebilmenin zorluğu, muazzam bir rekabet ortamı doğuruyor. Topluma öncülük etmesi beklenirken topluma ayak uyduran günümüz akademisi, zamanın hızlı akışına kendini bırakırken akademik geleneğin çoğu unsurunu da zamanın ruhuna feda ediyor.

Bilim insanlarının “durup düşündüğü” yerler olan üniversitelerin verimi, ortaya koyduğu bilginin kalitesiyle değil, “yayınla ya da yok ol” düsturuyla en kısa sürede en çok yayın prensibi üzerinden hesaplanıyor. Akademik dergilerde yayımlanan makalelerin %90’ına hiç atıfta bulunulmadığı; %50’sinin ise yazarlar ve hakemler dışında hiç kimse tarafından okunmadığı2 göz önüne alınırsa, sayıların ve hızın bilimselliği beraberinde getirmediği açıkça gözler önüne seriliyor.

Bilimsel araştırmanın en önemli motivasyonu olan “samimi merak” duygusunun yerini prestijli bir dergide yayın yapma arzusu alırken; tekrarlanabilirlik, şeffaflık gibi bilimsel çalışmanın temel kriterleri de hızlı yayın yapma baskısı altında eriyip gidiyor.

Bir ilaç firmasının, önemli dergilerde yayımlanmış ilaç buluşlarıyla ilgili 67 bilimsel makalede tarif edilen yöntemleri aynı şekilde tekrarlaması sonucunda elde ettiği sonuçların, 50 makalede ortaya konulan sonuçlardan farklı olduğu açıklandı3. Bu durum, bilimsel makalelerin ne kadar “doğru” olduğu sorusunu da beraberinde getiriyor…

Gerçeğin, zamanın hızlı akışı içinde büyük bir değer kaybına uğradığı bu çağda, güvenilir bilginin kalesi olan akademinin de bu değer kaybından nasibini aldığı açık. “Yavaş” bilimin özendirilmesi, akademik rekabetin sayılar yerine kalite üzerinden olmasını da sağlayacaktır. Akademisyenlerin, sadece işlerini hakkıyla yapması; bilimin doğal hızından ve temel prensiplerinden ödün vermeden doğru bilgiyi restore etmesi gerçek algısı körleşmiş topluma çok önemli katkılar sunacaktır.

1 Consortium for the National Report on Junior Scholars, National Report on Junior Scholars, 2013

2 Meho, L.I., The Rise and Rise of Citation Analysis, Physics World, 2007

3 Wilson, W.A., Scientific Regress, First Things, 2016

Burak Avcı, Max Planck Deniz Mikrobiyolojisi Enstitüsü, Bremen, Almanya / [email protected]