Bitkiler de görebilir, duyabilir, koklayabilir, hatta karşılık verebilir (2)

Öne Çıkanlar Yaşam Bilimleri
Bitkiler de görebilir, duyabilir, koklayabilir, hatta karşılık verebilir (2)

Bitkilerde duyu organları konusunda yapılan araştırmalar ilerledikçe, araştırmacılar, hayvanlarla derin paralelliklere işaret eden ve tekrarlayan kalıplar bulmaya başlamıştır.

Örneğin 2014’te Lozan Üniversitesi’nden bir ekip, Arabidopsis bitkisine (tr. tere) saldıran tırtılın, elektriksel aktivite dalgasını tetiklediğini gösterdi. Aslında bitkilerin elektrik sinyalleri vermesi yeni bir fikir değildir, daha 1874’te fizyolog John Burden-Sanderson, sinek yiyen Venüs bitkisinin faaliyetini açıklayan bir mekanizma olarak bundan söz etmişti. Burada asıl şaşırtıcı olan, adına glutamat reseptörleri denen moleküllerin oynadığı roldür.

Glutamat, bizim merkezi sinir sistemimizdeki en önemli nöro-transmitter’dir. Ve bitkilerde de aynı rolü oynar - tek bir farkla ki, bitkilerin merkezî sinir sistemleri yoktur.


Prag, Karl Üniversitesi’nden Fatima Cvrckova “Moleküler biyoloji ve genom bilimi (genleri ve fonksiyonlarını inceleyen bilim dalı), bitkilerle hayvanların birbirine çok benzeyen ve şaşırtıcı biçimde sınırlı sayıda moleküler yapı taşı içeren bir setten oluştuğunu gösteriyor” diyor. Elektriksel iletişim, iki farklı biçimde evrilmiştir, her aşamada da bundan bir buçuk milyar yıl kadar önce hayvanlarla bitkilerin arasındaki ayrılmaya götüren yapı taşları setini kullanmıştır.

“Evrim, iletişim için belli sayıda potansiyel mekanizmaya yol açtı, farklı yollardan da gidilse, varılan nokta hep aynı” diyor Chamovitz.

Bitki zekâsı

Bu tür benzerliklerin varlığını fark etmek ve görünenin aksine bitkilerin içinde bulundukları dünyayı duyumsadıklarını tespit etmek, “bitki zekâsı” konusunda ciddi iddiaların ortaya konmasına yol açmış; hatta başlı başına yeni bir disiplin doğurmuştur. “Bitki Nöro-Biyolojisi” (bitkilerde nöron bulunmadığı halde kullanılan bir terim) adı verilen bu yeni disiplinin doğmasındaki anahtar faktörlerden biri, bitkilerin gönderdiği elektrik sinyalleridir. Günümüzün bitki araştırmacıları, geleneksel olarak bitki dışı kabul edilen bellek, öğrenme ve problem çözme gibi alanlarda araştırmalar yapmaktadırlar.

Bu düşünce biçimi, İsviçre’de kanun koyucunun “bitkilerin onuru”nu koruma amaçlı (her ne anlama geliyor ise) ana esaslar geliştirmesine dahi yol açmıştır.

Hâlen pek çok kişi, “bitki zekâsı” ve “bitki nörobiyolojisi” gibi terimleri bir mecaz olarak görüyor olsa bile, bu terimlere yönelik çok sayıda eleştiri de vardır. Chamovitz de, eleştirenler arasında yer alıyor. “Bitkilerin akıllı olduğunu mu düşünüyorum? Bitkilerin karmaşık olduğunu düşünüyorum” diyor Chamovitz. Ve ilâve ediyor: karmaşıklık ile zekâyı birbirine karıştırmamak lâzım.

Dolayısıyla, bitkileri antropomorfik terimlerle tasvir etmek düşüncelerimizi paylaşmak için işe yarasa da, bunun sınırları vardır. Buradaki tehlike, sonunda bitkileri hayvanların altında bir versiyon olarak görmektir ki, bu da gerçeği hiç anlamamak olur.

“Biz bitki bilimciler, bitki araştırmalarının sonuçlarını kamuoyuna sunarken, bitki ve hayvan yaşam tarzları arasındaki benzerliklerle farklılıklardan söz etmeyi severiz” diyor Fatima Cvrckova. Ne ki, hayvan temelli mecazlar kullanmanın, bir takım sorunları da beraberinde getirdiğini düşünüyor.

“Bu tertip mecazlardan kaçınmayı yeğlemelisiniz; yoksa kendinizi bir havucu ısırdığınızda havucun canının yanıp yanmadığı konulu (genellikle boşuna) bir tartışmanın içinde bulmanız işten bile değildir.”

Bitkiler, ne yapmaya ihtiyaçları varsa, tam da onu yapmak için olağanüstü donanımlılardır. Belki bir sinir sistemleri, beyinleri ya da karmaşıklıkla ilişkilendirilen başka özellikleri yoktur, ama başka becerileri vardır.

Örneğin Arabidopsis gibi bitkiler, gözleri olmadığı halde, en az 11 tip foto-reseptöre sahiptir. Oysa insanda yalnızca dört foto-reseptör vardır. Bunun anlamı, bu bitkilerin görme becerisinin bizimkinden bir anlamda daha karmaşık olduğudur. Bitkilerin öncelikleri farklıdır ve duyu organı sistemleri de bunu yansıtır.

Dolayısıyla bitkiler her ne kadar hayvanlarla aynı zorluklarla karşı karşıya olsalar da, duyu organı ihtiyaçları aradaki farka göre biçimlenmiştir. “Bitkilerin kökünün olması - yani hareket edememeleri - çevrelerine bizden daha hâkim oldukları anlamına gelmelidir” diyor Chamovitz.

Bitkilerin dünyayı nasıl algıladığını tam anlamıyla değerlendirebilmek için, bilim insanlarının ve halkın, bitkilerin ne olduğunu kavramaları gerekir.

Hamant, bir tehlikeye işaret ediyor: “Biz bitki araştırmacıları, bitkileri hayvanlarla mukayeseye devam edecek olursak, bitkilerin değerini gözden kaçıracağız”.

“Bitkilerin sırf insanın besin kaynağı ve biyo-yakıttan ibaret olmadığını, aslında başlı başına hayranlık uyandırıcı, ilginç, egzotik canlılar olduğunu anlamamızı istiyorum” diyor Fatima Cvrckova. Böyle bir tutum herkesin yararına olacaktır. Genetik, elektro-fizyoloji ve transpozonların keşfi, bitki araştırmaları ile başlamış olan çalışmalara sadece birkaç örnektir. Ve hepsi de, bütün olarak biyoloji bilimi için devrim niteliğinde olmuştur.

Diğer taraftan, bitkilerle ortak özelliklerimizin olduğunun farkına varmak, bizlerin sandığımızdan çok daha bitkimsi olduğumuzu ve aynı şekilde bitkilerin de normal olarak varsaydığımızdan çok daha fazla hayvansı olduğunu kabul etmemiz için bir fırsattır.

“Belki de sandığımızdan daha mekanik bir yapıya sahibizdir” diyor Chamovitz. Bitkilerle aramızdaki benzerliklerin bize bitkilerin şaşırtıcı karmaşıklığını kavratması ve yeryüzündeki bütün yaşam biçimlerini birbirine bağlayan ortak etkenleri görmemizi sağlaması gerektiğini vurguluyor.

“Ancak ondan sonra biyolojideki birliği anlamaya başlayabiliriz.”

Derleyen: Mercan Bursalı

Kaynak 

Bu yazı HBT'nin 64. sayısında yayınlanmıştır.