Sağlık ve yaşam hakkı savunulacaksa şimdi tam zamanı

Koronavirus Öne Çıkanlar

Bu yazıyı görevlerini büyük bir özveriyle yapan dünyadaki tüm sağlık personeline ve araştırmacılara ithaf ediyorum.

“İnsanın gezegenimizdeki hakimiyetine karşı en büyük tehdit bir virüstür”

              Joshua Lederberg, 1958 Nobel Ödülü sahibi moleküler mikrobiyolog


Dört aya yakındır SARS-CoV-2 virüsü aramızda dolaşıyor. Italya’da salgın kızışınca Batı dünyası sorunu ciddiye almaya başladı. Mart başından beri ise ortalıkta uçuşan haberleri artık izleyebilmenin olanağı yok.

Gelin bu yazıda sadece mikroplardan ve hastalıktan değil, onların çevresindeki gölge alanda kalan konulardan da söz edelim.

Trilyon dolarlar var ama nereye harcanacak?

Durumu kavramakta geç kalan dünya yöneticileri salgının gücü karşısında epey ürktüler ve etrafa para saçmaya başladılar: Ekonomik önlem paketi olarak dağıtılacak miktarın -şimdilik- “10 trilyon dolar” (10.000.000.000.000 $) olduğu söyleniyor. Nüfusu 25 milyon olan Avustralya dahi 300 milyar dolara çıkarttı destek paketini. Gerçi görüldüğü kadarıyla bu önlemlerin sadece bir bölümü halk sağlığına dönük, büyük pay dev şirketleri, orta ve küçük boy işletmeleri ve borsaları rahatlatmaya ayrılmış. Bu yapılmazsa işinizi kaybedersiniz gözdağlarıyla insanlar, salgın ve parasız kalma korkuları arasında sıkıştırılmış halde.

En pahalı nefes!

Trilyon dolarlar ortalıkta uçuşurken insanlık değerlerine sahip olanlarımızın içini burkan haberler alınıyor. Fedakar İtalyan sağlık personelinin, mekanik solunum destek cihazı gibi günümüz teknolojisi için çocuk oyuncağı olan bir aletin sıkıntısı yüzünden yoğun bakımdaki hangi hastanın yaşayıp hangisinin öleceği konusunda seçime zorlandıklarını duyuyoruz. New York’da da aynı sorunun yaşanabileceği söyleniyor.

Bu cihazın “en gelişmiş” modelinin fiyatı 50 bin dolar. İtalya’daki mevcut COVID-19 hastalarının tümünün, -olmaz ama- ventilatöre ihtiyaç duyduğunu varsayılsa, ne kadar para gerektiğini merak ediyor musunuz? Sadece 7 milyar dolar. Bu hepimizin paylaşması gereken bir utanç değil mi? Hatta bir gün seçimi kaybeden hastanın kendimiz ya da sevdiğimiz biri olabileceği unutulmamalı.

Sıkıntıdaki sağlık örgütü

Son birkaç ayı saymazsak, daha önce hiç Dünya Sağlık Örgütü (WHO) üzerine düşündünüz mü? İtiraf edeyim ben düşünmemiştim. Adını hep duyardım, o kadar.

“Mikropların pasaportu yoktur, sınır tanımazlar.”

“İnsan sağlığı bir bütündür.”

Bu sloganlar bugün size tanıdık geliyor mu? Onların dile getirildiği yıl, 1946.

WHO’nun 70 yıllık tarihi büyük başarılarla dolu. Örneğin ilk SARS salgınının 2004’te bitirilmesinde WHO baş rolü oynamıştı.

Peki trilyon dolarlar etrafa saçılırken “küresel salgına” karşı güvencemiz olan tek küresel örgütümüzün 2018-2019 dönemindeki iki yıllık bütçesini merak eden var mı?

Sadece 4.4 milyar dolar (Reddy ve ark., 2018).

Bu para A.B.D. deki büyük boy bir hastanenin yıllık bütçesinden daha az.

Örgüt kurulduğundan beri birçok büyük ölçekli salgın oldu ve bunların etkisi gittikçe artmakta. Dünyanın dağınık haldeki sağlık uygulamaları ve ürünlerinin bir standarta sokulmasında, küresel sağlık felaketlerinde ülkelerin koordine edilmesinde WHO yaşamsal önemde. Dünyanın yoksul bölgelerinde örgütün boğuştuğu sağlık sorunlarının bir dökümünü görseniz uykunuz kaçar.

Örgüt özellikle son 10 yıldır ciddi bir maddi sıkıntı içinde. WHO, Birleşmiş Milletlere bağlı bir kuruluş ve gelirini esasta üye devletlerin parasal yardımı oluşturuyor fakat bu katkı yarıya düşmüş halde. Seçmenler kendi politikacılarından WHO’ya destek vermesini istemezse onun ayakta ve bağımsız kalması zorlaşacak.

Bir araştırma laboratuvarının bedeli!

Salgın hastalıklar kaynağı ve nedeni belli biyolojik ve tıbbi sorunlardır: Çözümleri ancak araştırmayla bulunabilir.

Şimdi gelin “ayrıntıya girmeden” SARS-CoV-2’yi, yarattığı salgını ve neden olduğu COVID-19 hastalığını araştıracak büyük bir merkez kuralım: Burası, farklı uzmanlıklara sahip 1000 araştırmacının patojenlerle en ileri düzeyde moleküler biyoloji araştırmalarını (genetik, biyokimya, fizyoloji vb.) hayvandan insan geçişi, tanı kiti, aşı, antiviral ilaçların geliştirilmesi vb. çalışmalarını yapabileceği şekilde donatılmış olsun.

Merkezin anahtar teslim kurulumu yanında, tüm giderlerini “beş yıl boyunca” karşılamak için gereken para aşağı yukarı “3 milyar dolar” kadardır. Böyle bir merkez, sorunumuza çözümler bulma yanında, yeni bilgi ve deneyimlerle gelecekteki koronavirüs salgınlarına karşı güçlü bir savunma hattı da oluşturacaktır. Çünkü bilimsel çözümler, “ol” demekle ortaya çıkmaz. Binlerce araştırma makalesi ve kitabı dolduracak bilginin, yavaş yavaş özümsenmesiyle bulunur. Bakın ilk SARS salgınının doruğa çıktığı 2003’ten sonraki 16 yıl boyunca konu üzerine 5000’e yakın bilimsel makale yayımlandı. Onun akrabası olan yeni koronavirüsü çözmek için de en az o kadar araştırmaya ihtiyaç olacak. Çünkü eskisini daha yeni yeni anlamaya başladık (Luk ve ark., 2019).

Sonuç olarak ilk SARS salgınının bittiği 2004’te birkaç milyar dolar harcanıp yukarıdaki gibi bir araştırma merkezi kurulsaydı bugünkü korkular ve akıl almaz boyuttaki kayıplar yaşanmayacaktı. Şimdiki salgına faydası olmayacaksa da, çocuklarınız ve gençler için, paranızla oynayan yöneticilerden bu araştırma merkezlerini ısrarla isteyin. Denklem bu kadar basit!

SARS kapıyı kaç kere çalar?

Bu arada yeri gelmişken bir başka yanlışımızı daha itiraf etmek gerek: 2002’de başlayan ilk SARS salgını sınırlı yayılıp, kısa sürdüğü için aşı geliştirmek kaynak israfı olarak görülmüş ve araştırmalar ikinci faza geçmeden kesilmişti. Hatta buna doğru yapıldı diyen doktorlar dahi çıkmıştı. Bu çalışmalar sürdürülseydi bugün elde hem aşı hem de iyi bir bilgi birikimi olacaktı. Yeni aşı gerekiyorsa da hazırlanması çok daha kısa süre alacaktı (Amanat ve Krammer, 2020). Bir yanıyla sağlık konusunun ekonomik kârlılıkla ölçülmesinin acısını yaşıyoruz şu anda.

Parasızlık: bilimcinin ve araştırmanın acı kaderi

Bilimsel araştırmaya destek verilirse mikrobiyal salgınlara çare bulmak mümkündür. Bakın çok değil 90 yıl önce keşfedilen penisilin antibiyotiği insanlık tarihi değiştirdi. Tek bir molekül milyarlarca insanın ve hayvanın yaşamını kurtardı. HIV-1 virüsünün neden olduğu AIDS’e karşı, 1990’lı yıllarda başlatılan bilimsel mücadele hem hastalığın kontrolunu hem de bugün can havliyle sarıldığımız bazı antiviral ilaçları ve bilgileri sağladı.

Araştırma grupları genelde tüm dünyada maddi darboğaz içindedir. Bilimcilerin ömrü, para bulmak için masa başında araştırma projesi ve rapor yazmakla geçer. Gurur kaynağımız Nobel’li Prof. Aziz Sancar’ın ödül sonrası kendisiyle yapılan bir röportajda söyledikleri ibret vericiydi. Ne hissettiğini soran gazeteciye, yeni bir araştırma proje başvurusu yaptıklarını ve bu ödülün, projelerinin kabul edilmesine katkı vereceği umudunda olduğunu söyleyecekti. Dünyanın en büyük ödülünü alırken bile Aziz hocanın aklı, araştırmalarını sürdürecek birkaç milyon doları nasıl bulurum derdindeydi.

Bilim fakiri politikacıların elinde kalmış bir insanlık

Dünyamız ne yazık ki çok sığ görüşlü siyasetçilerin cirit attığı bir devirde bu felakete yakalandı. Hepsi hergün televizyonda, piyasaya ne kadar para pompalayacakları müjdesini veriyorlar. İyi de hastalık yayılımı ve yaşam kayıpları birkaç ay daha devam ederse:

Su, elektrik, temel besin kaynaklarının üretim ve dağıtım sistemi ne kadar dayanacak, ek personel var mı, yedek parça durumu nedir? Hastanelerin yoğun bakım ünitelerindeki yatak ve uzman personel kapasitesi ne durumda, personeli koruyucu ekipman, mekanik solunum destek cihazı, antiviral ve antibakteriyel ilaç stokları yetecek mi? Devamlı kullanılan ilaçların ve sağlık malzemesi stokumuz nedir? Haberleşmemizi sağlayan internet ve telefon alt yapısı ne kadar yoğunluğa dayanacak?

En kötü senaryoya ne kadar hazır olunduğu konusunda politikacılardan ikna edici bir açıklama duydunuz mu şu ana kadar?

Bedeni 21. yüzyılda beyni ortaçağda olmak: Bu arada ülkelerinde halk sağlığı sistemi yerlerde sürünürken, “Çin virüsü” papağanlığını marifet sayan, bizi teğet geçecek diyen, nükleer füzeci mollalardan ya da “l’avvocato del popolo” (Halkın avukatı) lakabıyla ortalıkta salınan köhne siyasetçilerden insanlık kurtulacak mı onu da göreceğiz.

Trump’ın hala ambargo altında tuttuğu Küba’nın, İtalya’ya doktor ekibi gönderdiğini, A.B.D.'nin limanlarına yanaştırmayıp, yolcuların perişan olduğu turist gemilerindeki insanlara korkmayın, gelin hastalarınıza sahip çıkarız dediğini öğreniyoruz (Dalglish, 2020).

Salgının karanlık yüzü

Gidişatın görünümüne gelince: Daha önceki öldürücü SARS ve MERS koronavirüs salgılarının en kısası 1.5 yıl sürmüştü. Buna bakılırsa SARS-CoV-2 salgınının başındayız denilebilir. Dünya genelinde hergün on binlerce yeni vaka ortaya çıkıyor fakat önemli olan “artışın hızı”: Son iki gündür hızda bir yavaşlama var ama bunun “kararlı” bir düşme olup olmadığının anlaşılması gerekiyor. Gözünüz grafiklerde olsun.

Belki bundan daha da önemlisi, yayılmanın kontrol altına alındığı bazı ülkelerin bize gösterdiği iki altın uygulama var: Hastalık şüphesi taşıyan ve riskli gruba giren, ne kadar fazla sayıda insan (Güney Kore’nin yaptığı gibi) virüs tanı testinden geçirilirse ve ne kadar çok insan, ne kadar uzun süre evde kalırsa salgın o kadar çabuk kontrol altına alınıyor. Bilinçli ve kurallara uygun davrananları, en sorumsuzların kurbanı olmaktan korumak gerekiyor.

Endişeler:

  • SARS ve MERS hastalık virüslerinin yayılmasında sağlık sistemi önemli rol oynamıştı (Petrosillo ve ark., 2020) ve hastalıklar alt solunum yollarında (akciğerlerde) etkili olmuştu. Buna kaşılık yeni virüsün temel yayılma ortamı halkın arası ve esas yerleşim yeri üst solunum yolları (burun ve boğaz). Virüsün üst solunum yollarında bağlanacağı reseptör (ACE2) sayısı az olmasına karşın yeni koronavirüs, eski akrabalarına göre çok daha güçlü şekilde bağlanıyor buradaki moleküllere (Petrosillo ve ark., 2020). Yani bu bölgeler virüs için hızlı ve yoğun bir çoğalma ortamı. Bu nedenle hastalık belirtilerinin çıkmasından sonraki ilk 3 gün, etrafa virüs saçılmasının en fazla yapıldığı zaman dilimi (Young ve ark., 2020).COVID-19 hastalığı “tüm virüs alanların yarısında” 5-6 gün içinde, yüksek ateş, öksürük gibi ilk belirtileri gösteriyor. Az sayıdaki hastada ise bu süre 14 güne kadar çıkabiliyor (hastaların %1’inde) hatta daha da uzayabiliyor. Bazı hastalarda, ilk belirtilerin çıkmasından 1 ila 3 gün öncesinde, burun ve boğazdan alınan örneklerde virüs RNA’sının saptanması, “kişinin daha hasta olunduğunu anlamadan önce de virüsü yayabileceğini gösteriyor” (Laurer ve ark., 2020). Mevcut salgında bu durum büyük bir sorun. Bu nedenle hasta adaylarını testle olabildiğince erken saptayıp, izole etmek yayılmayı önlemede çok etkili bir yol.

    Ayrıca uzmanlar şu anda farkında olmadığımız başka bir bulaşma yolu ya da yolları da olabileceğinden süphelenmekte. Söz gelimi dışkıdan (Ong ve ark, 2020) (ve belki idrar ve terden) sinekler ve ellerimiz yoluyla yayılım gibi.

    Can sıkıcı bu bilgiler yanında iki iyi haber; virüs taşıdığı halde hiç hastalık belirtisi göstermeyenlerin virüsü yaymada “şimdilik” etkili olmadıkları (WHO, 2 Nisan 2020 tarihli Durum Raporu) ve virüsün öldürücülüğünde, -bulaşmasına oranla-, yavaş bir yükselme görülmesi (%2.0’ler den %5.7’ye çıkması).

  • Korkulan bir başka nokta, dünyada 1.5 milyona yaklaşan vaka sayısının virüsün evrimini istenmeyen yönde tetiklemesi. Örneğin, virüsün akciğerlerin bağışıklık sistemini atlatıp, zatürre yapma yetisinin artması veya ACE2 reseptörünün bulunduğu öbür organlara da (ör. ince bağırsaklara) sıçraması. Çünkü her çoğalmada virüsün yeni mutasyonlar biriktirdiği ve hastalarda yeni SARS-CoV-2 varyantlarının bulunduğu biliniyor (Shen ve ark., 2020). Bu varyantlar henüz insanlar arasında dolaşmıyor fakat bunlar da yayılmaya başlarsa salgının durdurulması ve tedavi bulunması epey zorlaşacak. Hatta bunlar yeni salgın dalgalarına da yol açabilir.

Sis çanı

“Test edilmiş, etkili ve halka ulaşabilecek miktarda” bir aşı için bu yıl sonundan önce umut yok deniyor. Yeni antiviral ilaçların geliştirilmesi de uzun sürecek bir çözüm.

Kısa vadeli tek umut, mevcut ilaçların ve tedavilerin COVID-19 hastalığına uyarlanması. Bu yönde büyük çaba var fakat bu çözümlerin, haberleri basında çıksa dahi, bir iki ay içinde hemen halka ulaşabileceği sanılmıyor. Güvenilir bilim dergilerindeki araştırmalara bakıldığında, gelişmiş ülke bilimcilerinin insan üstü gayretle çalıştıkları anlaşılıyor fakat sanırım “biraz daha zamana ihtiyaçları var”; beklenecek!

Sıcak sevmeyen bir virüs mü?

Önümüz yaz, salgın süratle ortadan kalkacak diyenler var. Bu noktada biraz şüpheliyim çünkü Avustralya salgın başladığından beri yazı yaşıyor. Ortalama sıcaklık 25-27 derece dolayında ve kapalı mekan toplantıları haftalardır yapılmıyor.

Salgın son bir hafta içinde biraz hız kesti burada. Erken başlatılan sınır kapatma ve karantina önlemleri, halkın genelde uyarılara uygun davranması ve diyagnostik kitlerle 320 bine yakın test yapılması bundaki temel etmenler. Onaylanmış COVID-19 hasta sayısı 6 bin dolayında ama yaşam kaybı az (50 kişi). Fakat hükümetin baş tıp danışmanı gerçek vaka sayısının, -test yapmadaki sorunlardan dolayı-, bundan 5 ila 10 kat daha fazla olabileceğini özellikle vurguladı. Sanırım bu durum bütün dünya için geçerli. Bu arada ilginç bir bilgi, Avustralya’da COVID-19 vakasının en fazla görüldüğü kesim 20-29 yaş grubu. Bu herhalde, ilk başlarda basında yayılan virüs gençlere pek etki etmiyor haberinin olumsuz bir sonucu.

Bazı salgın bilimciler de yazın gelmesinden umutlu, haklı çıkmaları en büyük dileğimiz.

Haluk Ertan / [email protected]     


Kaynaklar

Amanat, F. ve Krammer, F., (2020). doi:10.1016/j.immuni.2020.03.007.

Dalglish, SL, (2020). The Lancet. doi:10.1016/S0140-6736(20)30739-X.

Laurer, SA ve ark., (2020). Annals of Internal Medicine. doi:10.7326/M20-0504.

Luk, HKH ve ark., (2019). Infection, Genetics and Evolution. 71, 21-30.

Ong, SWX ve ark., 2020. doi:10.1001/jama.2020.3227.

Petrosillo, N. ve ark., (2020). Clinical Microbiology and Infection. doi:10.1016/j.cmi.2020.03.06.

Reddy, SK ve ark., (2018). Globalization and Health. 14, 119.

Shen, Z. ve ark., (2020). Clinical Infectious Diseases. doi:10.1093/cid/ciaa203.

Young, BE ve ark., (2020). doi:10.1001/jama.2020.3204.