Bağımsızlığı sürdürmek…

Doğan Kuban Y
Bağımsızlığı sürdürmek…

Sevgili okurlar,

Dünya bilinçsiz politikacılar tarafından krize sürükleniyor. Bir ülkenin vatandaşları, kendilerini bekleyen felaketleri ve bu krizlerin doğasını öğrenmedikçe bunları anlayamaz ve çağdaş yorum yapamazlar.

20. yüzyıl savaşlarında, cephelerde 65 milyon insan ölmüştü. 2000’den bu yana, başı belaya girmemiş İslam devleti kaldı mı? Şimdi Müslüman devletler yerine Rusya ve ABD karar veriyor. Bir dünya savaşı başlangıcının, yıllardır kan içinde yüzen Suriye’de başlamasını Bay Trump belirliyor. Türkiye’ye göç etmiş 2.5 milyon Suriyeli, bizim savaş borazanlarına bir fikir vermiyor mu? Böyle durumlarda gelecek için doğru karar, yani vatanı çöküntüden kurtaracak aydınlık düşünce, ya da uygar düşünce, ülkenin insanlarını ölüm ve sefaletten uzak tutmak amacına oturur.


Halkın yabancı menfaatlerin oyuncağı olmaktan kurtulması, bugünkü koşullarda zordur. Bu geri kalmış toplumların kapitalist uyutma çarkının dönmesiyle orantılıdır. Sanayi egemeni olan toplumların müşterisi olan toplumlar bu direnci gösteremezler. Çünkü çevreleri, sözlü-yazılı reklamla çevrili olduğu gibi, reklamı yapılan eşyayı da kullanıyorlar.

Sıradan vatandaş, kendine sunulan ve yaşadığı dünyanın ayrılmaz parçası gibi gördüğü eşyaların sadece müşterisi değildir. Üretenlerin ortağı olmak zorundadır. Eşyanın müşteriye sunumu ile evrensel politik konumu, ihracat yapan ülkelerin bütünleşmiş politikasıdır. Günümüzde inanç ve ideoloji için değil, satış için örgütlenen kapitalist ekonomi, eski devlet politikasının yerine geçmiştir. Olasılıkla bir partiye oy veren insanlar, kavrayabildikleri bir yaşam üslubu için oy veriyor. Gerçi bunun tanımlamasını yapamaz. Amerikanlaşma, Batılılaşma, bugüne katılma çabası, ya da sadece bir şey olma çabası olabilir.

Mesela Avusturya ile boy ölçüşmek

Biz sanayi devrini tamamlamış ülkelerden oluşan bir dünya ile birlikte yaşıyoruz. Müşteri olarak ikincil bir konumdayız. Sanayileşmiş ülkeler, genelde çağdaş uygarlığı da temsil eder. Türkiye’nin bu bağlamda, bazı Avrupa ülkelerine göre, fazla geri kalmışlığı var. Örneğin Avusturya ile aynı havayı içimize çekiyoruz ama başka kültür ortamlarının üyesiyiz. Avusturya’nın sanat birikimi, felsefe birikimi, psikolojik önderliği, bilimsel statüsü gibi uygarlık birikimleriyle boy ölçüşecek hiçbir entelektüel birikim Türkiye’de yoktur.

Toplumun çoğunluğu bunu algılamaz. Bu aşılması olanaksız çok büyük bir boşluktur. Mozart’ın, Beethoven’in, Brahms’ın, Mahler’in ve Strauss’un boşluğundan bugüne uzanır. Bizde ne Karl Popper var, ne de Freud. Avusturyalı sanatçılar gelmeseydi, Türkiye’de bir Art Nouveau da olmayacaktı.

Bugün kendimize sorsak, Türkiye’de otomobil ya da uçak olmasa ne olur? O zaman Kenya ya da Zimbabve’den farkımız, otomobili erken satın alma önceliğimiz mi?

İnsanlarımızın bu soruları soracak kadar aydınlanması gerek. Çünkü artık savaştan habersiz köylüler değil, İstanbullu “kentliler” lazım.. Bu aşamada, yani bir savaş olasılığına karşı (sadece sözden ibaret olsa da) halkın bilinçli olmasını gerekiyor. Ülkenin en büyük kenti bir tavuk kümesi değildir.

Dünya toplumu zayıf

Dünya bugünkü karışık ve tehlikeli duruma eski moda liderlerle girdi. Dünya başta en büyük devletler olmak üzere, kafa yapısı İkinci Dünya Savaşından kalma. Ama dünya toplumu bir total savaşı taşıyamayacak kadar zayıf.

Bugün insanlara savaştan söz eden Amerikan ya da Rus liderleri, kafayı çektikten sonra kabadayılık eden sarhoşlara benziyor. Dünya politikasının sözcüleri bunlar olunca, dünyanın 17. yüzyıldan bu yana ürettiği düşünürleri ve Weber’i de unutup, Wallerstein gibi görece gençleri de çöp tenekesine atınca, gözümüzü her sabah yeni bir ortaçağ zırvalığına açıyoruz. Bu davranışlar “acaba sanayi devrimine rağmen ortaçağ cehaletini aşamadık mı?” sorusunu akla getiriyor. Bu durum Türkiye’nin geleceği ile çok yakın ilişkisi olan, Türkiye’yi Mısır ve Pakistan’a benzetecek bir heyuladır.

Bugün bizim gibi ülkelerin fazla düşünmeyen aydınlarını aldatan en geri kalmış ülkelerin bazı tüketim maddelerine sahip oldukları için çağdaş yaşama katıldıkları düşüncesidir. Bu yanlıştır. Dünyanın en geri kalmış ülkelerinde sanat, bilim alanında çağdaş temsilciler olur. Dünya piyasasındaki her eşya da satılabilir. Bunun o ülkenin çağdaşlık kaliteleri ile ilgisi yoktur.

Hepsi sömürgeydi

Sevgili okurlar,

Akdeniz’e kıyısı olan bütün Müslüman ülkeler 19. yüzyılda Avrupa emperyalistlerinin sömürgesiydi. Biz 20. yüzyıla laik Türkiye Cumhuriyeti olarak katıldık. Aradan 100 yıl geçtikten sonra Türkiye tam sanayileşememiş yarı fakir bir ülke olarak dünya listelerinde arz-ı endam ediyor. Kente inmiş köylü de bunu Avrupalı ya da Amerikalı olmakla bir sayıyor. Bazı askeri kıtaları da bir Suriye kasabasında olan Türkiye, Rusya ve Amerika isterse dünya savaşına katılmış olacak. Kentdaş köylünün yorumu bu.

20. yüzyılı geçirdikten sonra sanayileşmesini tamamlayamayan Türkiye’nin en büyük ve öncül sorunu sanayileşmeyi tamamlamaktır. Fakat çağdaş dünyanın parçası olmak için, Avrupa’nın bazılarına çoktan sahip olduğu entelektüel ve teknolojik düzeye çıkması gerek. Avrupa’nın bundan sonra da sorunları azalmadı. Fakat geri kalmış değişik dinden olan bir toplumun çağdaş dünyaya ortak olması karmaşık sorunlar içeriyor. Bunu sanayileşmekle de hemen gerçekleştiremeyiz. Çünkü sanayileşme aynı zamanda, bilimselleşmeden öte toplum için bir kişilik tanımlıyor.

Avrupalının Rönesans’tan bu yana bilim tarihini bilip, ona güvenen, kiliseyi özel bir konuma yerleştirmiş bir toplumu var. Ekonomik ve sosyal olarak da çalışanların bir statüsü var. Türkiye endüstrileştiği zaman insanların onun çevresinde oluşturacakları toplum her ülkede aynı değil. Buna bağlı para ve kredi sistemlerinin modeli de aynı değil. Türkiye’de nasıl gelişeceği de belli değil.

Kimse de bilemez. Ne halk, ne devlet sistemi, ne bilgi düzeyi, Türkiye gibi kendine özgü bir toplumda hiçbir beklentinin garantisi yoktur.

Özgürlük, bilim ve ekonomi için

Sanayileşme, ekonomik gelişmenin anahtarıdır. Sanayileşmenin anahtarı ise özgürlüğe gereksinimi olan bilimsel çalışmadır. Bütün bunların üstünde özgür bilim araştırması da var. Yani yabancı hoca değil, uzmanlaşmış Türk hoca gerek. Sorun sonunda yine özgür bilim adamında sonlanır. Endüstri bir bilimselleşme temeline oturacaktır. Bu sosyal yapının olgunluğuna ve politik yapının kalitesine bağlıdır. Endüstrileşmenin gerçekleşmesi büyümenin doğası da sanayi sektörünün yapısına bağlıdır. Bu nedenle başka bir ülkeden örnek alınamaz. İşçi sınıfının örgütlenmesi gibi bir olgu, örneğin sendikalar ve onların kaliteleri endüstrileşme hızını saptayacaktır.

Amerika ve Çin düşünülünce endüstri kalkınmasının tek modele dayanmadığı görülüyor. Olasılıkla Türkiye için uygulanabilir olanları da vardır. Bunu saptayacak olan ekonomik uzmanlardır. Görünüşte Çin ulaşılmaz bir örnektir. Son dönemde ise kapitalizmin yapısal krizinden söz ediliyor.

Türkiye’nin sorunu ise, tümel olarak, toplumun uygarlık ve eğitim düzeyinde geri kalmışlığıdır. Bu bağlamda toplumun bütün kesimlerine büyük sorumluluk düşmektedir.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 110. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban