Bize tamamen farklı koşullarda, yeni bir öncü ve yaratıcı sınıf gerek

Doğan Kuban Y
Bize tamamen farklı koşullarda, yeni bir öncü ve yaratıcı sınıf gerek

Atatürk’ün de vurguladığı gibi en kuvvetli olduğumuz zaman Cumhuriyeti ilan ettiğimiz gündü. 700 yıllık ortaçağ kapısını o gün kapattık. Cumhuriyet üzerine konuşmalar ise, klişeler dışında herhangi bir ideoloji içermiyor ve toplumun çağdaşlaşma gereksinimlerini de asla karşılamıyorlar. Söz dalaşı düzeyinde kültür ve bilim adeta üstü kapalı bir küfür niteliği taşıyor.

Geleceğimizi şekillendirecek politik söylemin bilimden, ileri teknolojiden ve bunun üretim alanında iyi örgütlenmesinden söze başlaması gerek. Bu tek açık yoldur. Ortada dolaşan söylemlere bakarsak, Türkiye’nin geleceği büyük tehlikeler içeriyor. Türkiye’nin son yarım yüzyılda çağdaşlaşma ve endüstrileşmeye hiç de yaklaşamaması bu düşüncenin politikacılarda var olmadığını kanıtlıyor.

Partilerin aktörleri de rollerini değişmeden oynamaya devam ediyor. Halk Partisi demokrasi ve insan özgürlüğünü vurgularken, AKP de endüstrisiz toplumun inşaat alanındaki etkinliklerini vurguluyor, fakat yaşamımızda farkına vardığımız bir değişme söz konusu değil.


Uluslararası istatistiklere baktığımız zaman, dünya ile paralel olması gereken parametrelerin hemen hemen tümü negatiftir. Bu yerinde saymak ve tekniğin yarattığı her şeyi kullanan köylü halkın tavrıdır; örneğin köyünde televizyon, seyreden köylü kadını çağdaş yapmıyor. Günümüzde otomobil ve telefon arkasında birikmiş olağanüstü teknoloji, köyde ya da kentte yaşayan Türklerin haberi olmadıkları bir entelektüel niteliktir. Bu, toplumun aydınlarını kaygılandırıyor.

Düşünsel örgütsel yapı: Çağdaşlık

Dünyaya egemen olan toplumların bilgi ve disiplinine sahip olmak toplumun çağdaşlığa yönelik düşünsel ve örgütsel olarak gelişmesi anlamına geliyor. Bu dünyada yaşamak hemen hemen Avrupa ve Amerika toplumlarının üretim kalitesine, bilgi ve disiplinine ulaşmayı gerektiriyor. Türk aydınlarının umutsuzluğu bundan kaynaklanıyor ve bu umutsuzların son günlerde arttığını da gazetelerde okuyoruz.

Amacı propaganda yapmak ve halkı yanıltmak olan gazete haberi, televizyon ya da politikacı söylemi, hele dinsel öğretiyle karışırsa gelecek için hiçbir cesaret verici imge taşımıyor. Fetö kargaşası gibi, içeriği belirsiz konular yıllarca sürüp gidiyor. Bugün halkın ne olduğunu anlamadan izlediği Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’ye yaptığı hareketler de bu durumun benzeridir.

Halk, çağdaş dünyanın Türkiye’den beklediği gelişmelerden hiç haberi olmadan, devlet sorumluları ve haber kaynakları aynı sözleri yineleyip duruyorlar, oysa çağdaş dünya gerçeğinin ne olduğunu tanımlamadan yeni programlar yürürlüğe konamaz.

Aldatıcı olgu

Türkiye’nin en önemli halk imgesi, dünyanın en güzel kentlerinden biri olarak kabul edilen İstanbul’dur. Buna karşın İstanbul’un bugünkü gelişmesi Avrupa için geçerli olan bütün koruma kurallarının ve parametrelerin dışındadır. İstanbul dünyanın en plansız, en örgütsüz, yaşamı zorlaştıran, kentsel aglomerasıdır. İstanbul’un sunduğu doğal panorama ve tarihin bıraktığı yapıtların günümüzdeki durumları ve kent içindeki konumları “tarihi İstanbul”un bütün potansiyeline rağmen hiçbir özelliği ile korunmadığını ve İstanbul’un bu nedenle tarihi kentsel statüsünü yitirdiğini gösteriyor.

Kent halkının gözü önünde cereyan eden bu çirkinleşmeyi, değerlenme olarak kabul etmek toplumun neden geri kalmış toplumlar arasında sayıldığının cevabını veriyor. Simgesel olarak Türkiye’nin dejenerasyonu ile 20 milyonluk büyük bir kentin dejenerasyonu arasında çok sıkı bir ilişki var. Bu durum hem Türk gözlemcilerin hem de yabancı gözlemcilerin hemen her gün yineledikleri bir gerçektir ve olasılıkla Türkiye’nin geleceğine umutsuzlukla bakmamın başlıca nedenidir. Biz NATO üyesi olmak gibi politik ilişkilerle kendimizi ne kadar övsek de bunun çağdaş olmakla ilgisi olmadığını bilmemiz gerek. Biz batının müttefiki olarak çağdaş olamayız.

Bir dün-bugün kıyaslaması

Sevgili okuyucular; çok kez bu yazılarda vurguladığımız gibi, bizim gerçek tarihsel konumumuzu, büyük kentlere doluşan yarı köylü halk mı biçimlendiriyor?

Bugünkü durumu Cumhuriyet’ten önceki durumla karşılaştırabiliriz: Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana az da olsa çağdaş düşünceye ve örgütlenmeye yer verdik, Batı vizyonlu Avrupalılar yetişti, bir din adamının kızı olan annem (Babası kazaskerlik müsteşarı, amcası Şeyhülislamdı) Osmanlı’nın son döneminde açılan Dar-ül Muallimat’ta ilkokul öğretmeni oldu.

Bu bize, bugün iktidarda bulunan düşüncenin geç dönem Osmanlılarından çok daha geride olduğunu gösteriyor. Birinci Dünya Savaşı süreci, Ankara’da muhalefet ve devrimcileri içeren Meclis’te ve Cumhuriyet heveslisi olmayan sayısız temsilciyle doluydu.

Sevgili okuyucular; büyük devrimci olguyu anlamayan bir devlet, Türkiye’yi çağdaşlaştıramaz. Cumhuriyet, Nutuk’ta o idarecilerin yaşadığı Meclis’te yeni Türk devletinin tek ve gerçek anayasasını kabul etmiştir. Ben 1914’te Sarıkamış’ta esir olan babamın esaretten dönerek ve Kazım Karabekir’in yaveri olarak savaştığını biliyorum. 1923’den sonra Osmanlı, Cumhuriyet subayı olarak görev yapan bir askerin oğluyum. Bu yılların Türk toplum yapısına getirdiği ölüm kalım ve değişim macerasından kurtulmuş olduğu ve buna Anadolu toplumunun bütünüyle katılmış olduğu bir çağda büyüdüm.

19. yüzyıldan bu yana gelişmeye hazır Osmanlı toplumunun bir kesimi çağdaşlaşmaya psikolojik olarak hazırdı. Savaş ve ölüm kadar hiçbir şey bir toplumu değişime hazır hale getiremez. 2. Dünya Savaşı sonrasının açık emperyalist propagandaları, savaş ortamını Anadolu’dan Kore’ye taşıyarak halkın kendi sorunları ile ilgilerini kesti. Ve eğer Menderes toprak ağası kimliğiyle toplumun sosyal bilincini bulandırmasaydı, Türkiye bugünkü konuma düşmezdi.

Bugün hâlâ Sultan Reşad döneminin yeniliklerinden söz açan bir politik söylem, 100 yıl önceki İstanbul’u kendisine örnek alan bir kafayı temsil ediyor.

Eğer eskiyi özlüyorsanız, söz ettiğiniz dönemin Anadolu’sunun yaşamını öğrenin. Bunu öğrenmeden geleceğin kapısını açamazsınız. Tutucu, Kuran’ı unutup yobazlık ve şeriat döneminin kurallarını zorla uygulamaya çalışan söylem ortalıkta dolaştıkça, ülkeyi yüzyılın ikinci aşamasında ekonomik köleye dönüştürecek bir tutumdur.

Bir kargaşaya sürüklendik

Sevgili okuyucular; 1980’den bu yana aşağı yukarı yarım yüzyıldır uygulamaya çalıştığımız ekonomik ve kültürel programın bizi getirdiği durum sadece bir kargaşadır. Hatta sadece bu durumun etkinlik alanındaki niteliklerinin Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir duruma soktuğu söylenebilir.

Bize, Cumhuriyet’in ilk döneminde olduğu gibi, fakat tamamen farklı koşullarda yeni bir öncü ve yaratıcı sınıf gerek. Bu sınıfın toprak ağası, mal mülk sahibi ve para spekülatörü olmaktan öte bir özelliği olması gerek. Cumhuriyet’in uzantısı ancak böyle bir gücün toplamasıyla meydana gelebilir.

Bu, dinamik mevcut egemen gruplar arasından çıkamaz, fakat bilincinin temeli çağdaş dünya olan bir toplum grubuna dayanması gerek. İçinde bulunduğumuz durumun analizini yaparak bunu başaracağını sandığımız bir odak şimdilik yok. Partiler, dernekler ve bütün iyi niyetli çabalar yıllardır toplumun kafasını karıştıran sahte bir modernlik imgesi yaratıyorlar.

Yeni bir Cumhuriyet’e inanmak ilk adımdır.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 85. sayısında yayınlanmıştır. 

Doğan Kuban