Bugüne nasıl geldiğimizi unutursak

Doğan Kuban
Bugüne nasıl geldiğimizi unutursak

Türkiye Osmanlı İmparatorluğu gibi yok olmasa bile, 21. yüzyıl statüsünü bağımsız devlet olarak sürdüremeyebilir. Bu düşünceleri cahil bir topluma anlatmak zordur... Doğan Kuban

İlk kez otomobile binen Laz arabanın hızından etkilenerek 'Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete!’' demiş. Bugün dünya, kontrol edilemez bir hızla değişiyor. Buna gelişme ve yenileşme deniyor. İnsanların aydınlanmamış çoğunluğu, okumuşlar da dahil, köye gelen yeni bir aracın peşinden koşan çocuklar gibi, bu yenilikleri izliyorlar.

Yeni insan tipleri var: Elleri telefonla uzamış olanlar. Kullandığımız sözlük değişiyor. Binlerce yıllık heykel ucube oldu. Otomobil araba’ya indirgendi. Pazara da ‘Alışveriş Merkezi ve Süpermarket’ unvanı verildi. Lokanta Restaurant olmuştu. Otel ‘residence’ oldu.


Dildeki değişiklik insanı şaşkına çeviriyor. İngilizce, reklamlarda, dükkan adlarında Türkçeyi sildi, süpürdü. Köylüler ‘bye bye’ diyor. Yeni sömürgecilik ordu ile değil, ortaklıkla yürüyor. Yabancı sermaye üniversite, hastane, banka, şirket, otel, arsa ve gökdelenleri satın alıyor, ya da ortak oluyor.

Uluslararası kapitalizm yeni düyunu umumiye idaresidir. Daha doğrusu yeni sömürgeciliktir. Bu Türkiye’ye özgü değil. Zenginlere çok, fakirlere az hisseli bir dünya. Uluslararası kurumsal ve kültürel örtüşme kuşkusuz bir istikrar sağlıyor. Fakat sağladığı istikrar kapitalistler için. Fakirlerin sayısını azaltmıyor. Bizim gibi ülkelerin durumuna kırılgan deniyor. Her an kırılabilecek bir kuru dala sıralanmış maymunlara benziyoruz. Yaygaranın bini bir para.

Türkiye dünya ekonomisinin müşteri sınıfında. Gökdelen yapıyor, ama, uçak, silah, otomobil, televizyon, telefon yapamıyor. Hastane araçları yapamıyor. Biyokimya da geri olduğu için pahalı ilaçlar da ithal. Moda ithal. Lüks eşya ithal.

Tüm hastalıklar var

Kentlere yerleşmiş halkta (%70 nüfus kentler göçmüş) geri kalmış ülkelerin bütün hastalıkları var. Sanayi gelişmemiş. Tek egemen sanayi inşaat alanında. Bu durumun arkasında üç bilinen neden var: Birincisi kentlere dolan insanlara konut sağlamak, ikincisi niteliksiz işçiye iş sağlamak, üçüncüsü politikacılara sınırsız toprak ve yapı rantı gelirinden pay almak olanağı vermek. Bunların ikisi olumlu, üçüncüsü çeşitli parametrelerle olumsuz. Bu üçüncü faktör ülkenin geri kalması ve uluslararası ekonomide sömürülmesi yolunu açan temel ekonomik handikaptır.

Bunun göstergelerinin başında büyük kentler geliyor. Megalopolisler geri kalmış ülke göstergeleridir. Paris, Londra, New York şimdi İstanbul’dan küçük. Berlin 4.000 000’u geçmedi. Dünyanın kalabalık, fakat ekonomisi gelişemiş Asya, Afrika, Güney Amerika ülkeleri dev kentlerle dolu.

Kargaşa, sefalet, fakirlik, düzensizlik, huzursuzluk, düğüm olmuş ulaşım. Hava kirliliği, hırsızlık, cinayet, toprak ve yapı spekülasyonu. Tüketim ve kargaşa içiçe. İstanbul’da ulaşım sıkıntısının yıllık maliyeti 500 milyar doları bulduğu söyleniyor. Bu ülke ekonomisini batıracak bir büyüklüktür.

Türkiye ekonomisini çökertebilir

Büyük kent bağlamında vurgulanacak temel olgu, Türkiye gibi, kültürel olarak az gelişmiş, büyük kent geleneği olmayan bir ülkede bu büyüklükte bir kenti planlayacak ve organize edecek bir idari birikim ve yeterli bilgi olmamasıdır. Bunun sonucu bugünkü İstanbul’dur. Türkiye’nin ekonomisini çökertebilir. Bugün Avrupanın hiçbir ülkesinde İstanbuldaki gibi freni patlamış yapılaşma furyası yoktur. Afrika, Hindistan, Endonezya’da, Brezilya’da vardır.

İstanbul Türkiye’nin bütün olumsuzluklarını içeren, üreten ve ülkeye yayan hastalık odağıdır. Sanayi üretiminin yarısını ya da fazlasını, ülkenin ekonomik varlığının yarısından çoğunu, dış ticaretini, dış dünya ile parasal ilişkilerini kontrol etmekte, entelektüel etkinliğin de bütününü yönlendirmektedir.

Bu kontrol Osmanlı çağı başkentinden daha karmaşık ve etkilidir. Böyle bir etkinlik merkezinin bütün yapısı ile sağlıksız olduğunu düşünmek ürkütücüdür. Türkiye nüfusunun en aktif bölümünün dörtte birinin yaşadığı bu tarihi kent her an patlayabilecek bir ekonomi tuzağıdır. Bu Türkiye’yi gelişmiş dünyanın dışında bırakmaktadır.

Bizim insanımızın kültürü, onun bu dışlanmışlığı fark etmesine olanak vermiyor. Kaldı ki bu özellik, bütün İslam ülkeleri ve milyarlarca insanın özelliğidir. ’Ellen gelen düğün bayram’ da diyebilirler. Fakat bu ülke çok kalabalık. Osmanlı imparatorluğunun dört katı. Ülkeler kendi ayaklarından asılıyorlar. İskambil kağıdı gibi devrilmiyorlar. Büyük acılar çekecek seksen milyon insan var. Küçük bir bölümü şimdiden ülkeyi terkediyor. Ya da etmeyi düşünüyor.

Dışlanmışlığı aşacağız

Fakat bu ülkede yaşayacağız, ve dışlanmışlığı aşacağız. Bilinçli olanların sorunu her zaman aynıdır. Koşullar bağlamında toplumu aydınlatmak ve bilinçlendirmek. İletişim olanağı nedeniyle bugün kolay gibi gözüken bilinçlendirme daha zor. İletişim olanakları güçlünün elinde ve bilgi manipüle ediliyor. Bunu arkasında uluslararası sermaye, yerli politikacılar, yabancı politik programlar ve çağdaşlığı anlamakta zorlanan cahil ve vurdumduymaz bir toplum var.

Bir dergi makalesinde çözümler önermiyorum. Niteliksiz söz dalaşmasını geçmeyen politik söylemler hiç bir çözüm içermiyor. Kaldı ki çözüm politik değildir. Halkı aydınlatmakta birinci araç onu dünyanın halinden kaba çizgilerle haberdar etmektir. Bu yalana karşı bir savaştır. Doğruları anlatmağa çalışanın tek yardımcısı insanların kendi koşullarını dünya ile karşılaştırmalarını sağlamaktır. Türkiye’nin aydını bunu kendisi için de tanımlamış değildir. Burada toplumun karşısındaki en büyük engel bu günlere hangi bilgi dağarcığı ile geldiğidir. Bu Osmanlı kültürü hakkında bir aydınlanma gerektiriyor. Olasılıkla en büyük zorlukta budur.

Osmanlı ve aydınlanma

Fatih İstanbul’u fethettikten sonra Roma İmparatorluğunun başkenti Constantinopolis’i ele geçirip Roma İmparatorunun tahtına, kimi Bizanslıya göre, Basileus olarak geçtikten, İtalya’ya asker çıkardıktan, Gentile Bellini’ye portresini yaptırdıktan, ve 2. Beyazıt da Leonardo da Vinci’den Haliç üzerinde bir köprü yapmasını istedikten sonra, Osmanlı Avrupa Rönesansına ortak oluyor havası vardı.

Cem Sultan olayından sonra Osmanlılar Rönesansı dışladılar. Kendileri de Avrupa’dan dışlandılar. Sonucu, imparatorluğun yıkılması oldu. Bugün Türkiye’nin sorunu dünyayı dışlamak olmasa bile, çağdaşlığın dışında kalmanın alternatifi sürünen bir İslam dünyası çukuruna batmaktır. Bu durum 15 yüzyılı anımasatarak, ürkütücü çağrışımlar yapıyor.

Sevgili Okuyucular,

Bugün İstanbul’da o zamanki bütün İmparatorluğun nüfusundan fazla insan aşıyor. Osmanlı kültürü felsefesi, bilimi, sanatı, edebiyatı ile Avrupa’nın dışında kalarak sona erdi. Dünyanın ulaştığı bilimsel ve teknolojik gelişmenin dışında kalarak ve dünyanın müşterisi olarak, 80 milyonluk bir devleti yaşatmak olasılığı yoktur.

Bu durumun yarattığı politik, ekonomik ve kültürel sorunlar ortaçağ ideolojilerinden çok başka düzeyde, Türkiye’nin geleceği ile ilgili nesnel ve bilimsel, çağdaşlık kapısını açacak entelektüel kararlar gerektiriyor. Bu olanak politik kavgalar ve İslam dünyasına ilişkin Batılı programlar nedeniyle oryadan kalkabilir.

Türkiye Osmanlı İmparatorluğu gibi yok olmasa bile, 21. yüzyıl statüsünü bağımsız devlet olarak sürdüremeyebilir. Bu düşünceleri cahil bir topluma anlatmak zordur.

Bu toplum kendi tarihini bilmemekle kalmıyor, bugünün dünyasını öğrenmek için yeterli bir çaba da göstermiyor. Türkiye Cumhuriyeti Avrupa’ya alışveriş için giden turistler gibi davranamaz.

Doğan Kuban