Çağdaşlaşma yolu tek

Doğan Kuban Y
Çağdaşlaşma yolu tek

Bunca üniversite kurduktan sonra, Türkiye bilim ve teknolojide gelişmiş ülkeler düzeyine neden gelemedi? 80 milyon nüfusu olan ülke, çağdaşlığın yolunu bulmakta neden zorluk çekiyor? Neden nüfusu bizim yarımız olan Güney Kore bazı yabancı kaynaklara göre, bizden yüz kat fazla patent alıyor? (Ülke istatistiklerini yabancı kaynaklardan elde etme zorunluluğu gelişmemişlik göstergesidir.)

Çünkü konu, ülke çapında bir üretim sorunu için bilimsel mantık ve içerikle bilimsel program yapmak ve bu programı gerçekleştirmektir. Bu programı gerçekleştirecek etkinlikler, iyi yetişmiş bilim insanlarının kontrolü altında sonuç verebilir.

Hiçbir hükümet, ülkenin gelişmesine hayır demeyeceğine göre, uygulamadaki gecikmenin nedenini biliyor muyuz? Bu bağlamdaki kararları hükümetler verdiğine göre nedenler, hükümet uygulamaları arasında bilmediğimiz bir mantığa takılmış olmalıdır. Fakat bu sorun parti politikası değildir. Toplumsal cehalettir. Bu yolun açılması Türkiye’yi devletler arasında daha önemli bir konuma getirecektir.


Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra takıldığı sanayileşme sorunu nedir?

Bu sorun ekonomik olarak bilimselleşmeye bağlıdır. Bunun tanımını yapacak benden çok daha bilgili bilim insanı yazarlarımız var.

Bu sorunun çözümünün ilk aşaması, ilgili bilim dallarının, üniversitelerde amaçları sanayileşme olan programlar geliştirmeleridir. Üniversite ortamında bu çalışmaların gerçekleşmesi için üç gereksinme var: Konunun uzmanlarının yürütücülüğü, karar veren uzmanın özgürlüğü ve araştırma fonlarının yeterliliği.

Hükümet, ilgili kararı projeyi yürüten uzmanla birlikte vermelidir. Bu hiçbir politik amaç gütmeyen bilimsel bir protokoldür. Buna politika bulaştırılmamalıdır. Sorunlar, bilimsel üretim sorunları olduğu için, gelişmeye ilişkin programlar üniversitelerin bu amaçla kurulan örgütleri tarafından verilmelidir.

Müşteri toplumu olmaktan çıkmalıyız

Bu çalışmalarla üniversite, sıfatına uygun bir öğretim kurumuna dönüşebilir. Hem ülkenin uluslararası itibarına kavuşmasının hem de Türkiye’nin bir an önce uluslararası alanda gelişmiş sanayi toplumu olmasının ve Cumhuriyetin en büyük amacına ulaşmasının yoludur bu.

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet ile, kendine yeten bir ülke olma amacımız 2040 yıllarında gerçekleşirse, ekonomik sömürge olmaktan kurtulabiliriz.

Son zamanlarda Türkiye aleyhine uluslararası kararlar, gelecekte karşılaşacağımız durumlara işaret ediyor. Biz bağımsız çağdaş olmak, müşteri toplumu olmak istemiyoruz . Bu ortaklık Türk insanına empoze edilmeyecek, Türk toplumunun ulaştığı bilim, toplumsal davranış ve yaratılan fiziksel çevre kalitesi aracılığı yardımıyla gerçekleşecektir.

Tarihi özellikler, sadece denizin varlığı, kentin antik ve Türk çağı topoğrafyası ile değil, tarih bilen ve insan saygısı gelişmiş bir halkın duyarlığı ile olur. On dokuzuncu yüzyılda İstanbul bakımsız fakat güzeldi. Amerika’da Avrupalıların sömürge olarak yağma ettikleri kıta, henüz tabancalı kovboyların barınağı iken İstanbul asil ve özgün, dünya güzeli bir kentti.

İstanbul, yirmi yıl içinde gökdelen kargaşası içinde bir kovboy kentine benziyor. 20 yıldır İstanbul’a yerleşen köylü ile modern bir üslupla, sanayisi ithal bir cehalet kenti yarattık. Öğretim Avrupa’nın düzeyine ve bütün disiplinleriyle geliştiği zaman tarihi kalitesine yaklaşacak bir İstanbul hayal edebiliriz.

Eğer Suriçi İstanbulu, bilgili, yetenekli ve bilinçli olarak tarihini yansıtan bir koruma düzeyine ulaşırsa, Türkiye çağdaşlaşma yolunda da birkaç adım atmış olur. Fakat Türk toplumunun sadece akıllı bir çevre rekonstrüksiyonu ile ülkenin battığı çukurdan çıkacağını düşünmemeliyiz.

Köye 5 katlı apartman dikmek

Yarım yüzyıldır ülkede gökdelen ve ona bağlı bir etkinlik fırtınası var. Bu parasal ve görsel olarak tek katlı kerpiç evleri olan bir köyde 5-6 katlı bir büyük apartman yapmaya benzer. Bir örneğini Orta Anadolu’da büyük bir köyde 1980’den önce gördüğümü anımsıyorum. Yaptıran, Almanya’ya yerleşmiş ve geri dönmeyi düşünmeyen aynı köyden bir Almancı vatandaştı. Daire kiralamanın en kârlı yatırım olduğunu düşünüyordu. Bu, daha 1980’den önce bir zenginleşme mottosu olmuştu.

İnsanlar teknolojinin olmadığı cahil bir toplumda, tarlaya domates ekmeye başlayan biri gibi, ev dikmenin para kazanmanın yolu olduğunu düşündüler. Bizim ülkenin kültür ortamı bu tür bir algoritma yarattı. Bugünkü yapılar, fazla büyük kırma taşların, eski bir bahçenin mükemmel çakıl döşemesi üzerine dökülmesi kadar kabadır. İstanbul hoyratça kırılan bir kristal kasedir. Yerine adi bir teneke çanak gelmiştir.

Doğru düşünebilmek

Düşünce olarak Batı kültürü, Yunan ve Roma çağından bu yana mantığın, doğru düşünmenin kökeni olduğunun farkına varmış, felsefe ve yaşamı bunun üzerine oturtmuştur. İslam tarihi ve felsefesini biraz öğrenenler de bizim tanınmış filozoflarımızın Farabi, İbn-i Sina ve İbn-i Rüşt olduğunu ve dünya felsefe tarihinde Batılıların farkında oldukları düşünürler olduğunu bilirler.

Eğer Osmanlı’nın felsefe ve mantıkla ilgisi olsaydı, yatırımcı göçerin daha duyarlı hatta tarihi varlık hikâyesinden başlayan bir bina yapmasını görebilirdik.

Bizim, Almanya’da yerleşen göçer Türk, ne Yunan ne de İslam filozoflarını bilir. Fakat rant getirecek yapının apartman olduğunu Türkiye’de öğrenmiştir.

Bu yapılaşmaya dayalı zenginleşme, bir geri kalmışlık göstergesidir. Fakat kişinin değil toplumsal cehaletin göstergesidir. Bu evrensel fakir yapılaşması 1950’lerde, Güney Amerika’da da örneğini gördüğümüz gecekondulaşmadır. Bizim toplumun ve uzmanların peyzaj etkisini algılamadıkları erken dönemde her yere gökdelen dikme, yüksek itibarlı bir gecekondulaşmadır.

Köylere dönüşün anlamı

Fakat dünya, bu her yeri saran yapılaşmanın kentleşme değil, köye dönme olduğunu anlamadı. Daha doğrusu çare bulamadı. Çünkü nüfus artışı insanlığı tehdit eden bir düzeye yükselmişti. Para da kentte toplanıyordu.

Günümüzde eski köyler ve tatil beldeleri, insanca yaşama merkezleri olacaklar. Dünyayı biraz anlamış olanlar için güzel, eski bir köy, çağdaş donanım ve biraz da yapanın duyarlığı ile hoyratlıktan kurtarabilir. Burada söz konusu olan çağdaşlığın evrensel boyutlarını bir yaşamsal sorun değil, bir bilgili yaşam felsefesi ifadesi olmasıdır.

Türkiye’de kent çirkinliği en kaba şekli ile mimarinin ‘rant’ ifadesi olmasının sonucudur. Yüksek yapı ve kulesel yapı, tarihte bir güç ifadesi idi. Katedral kulesi, minare, kale, saray gibi yapıların kuleleri bu işlevi görürdü. Fener kulesi de işlevseldir.

Uzmanlar bunların işlevsel değil, parasal amaçlarla tasarlandığını biliyorlar. Çağımız mimar ve plancısı bu para zorbalığının retorikçisi olarak iş görüyor. Belki bu grubu modern dünyanın ve kapitalizmin evrensel dejenerasyonu içinde, bir oranda suçlamak bile gerekmez. Fakat yapılaşma uzmanları, kapitalist dejenerasyon aracı olunca toplumların çağdaş olmalarından söz edemeyiz.

Kapitalist olduğunu kabul ettiğimiz bir dünyada, zincirle dünyaya bağlı ülkelerin, elleri kolları bağlı insanlarının özgün mimari yaratmaları söz konusu olamaz.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 102. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban