Dünya ile birlikte mi, yoksa köle olarak mı yaşamak istiyorsunuz?

Doğan Kuban Y
Dünya ile birlikte mi, yoksa köle olarak mı yaşamak istiyorsunuz?

Gelişmemiş toplumlar kendileri inanmasalar da evrensel cehaletin pençesinde kıvranıyorlar. 14. yüzyıllara kadar uzanan Avrupa Rönesans düşüncesine Osmanlı imparatorluğu katılmadı. Avrupa’nın bilimsel ve sanatsal uygarlığı, 17. yüzyıldan bu yana çağdaş Avrupa’yı tanımlıyor. 19. ve 20. yüzyıllar çok büyük savaşların etkisiyle bir yandan uygarlığı savunurken, öte yandan silah üreten bir 20. yüzyıl şekillendirdi. Bu kriterler bugün dünyanın davranışsal kriterleridir.

Osmanlı toplumunda saray ve medresenin gelişmemiş düşünce içeriği, İstanbul’un en ileri temsilcilerinin bile batılılaşmasına izin vermedi. Bu durum için, Sarayın Avrupa’ya karşı ürkekliği yorumu yapılabilir. Rönesans’tan bu yana geri kalmışlık sürecimiz biraz etkilense bile yerinden kıpırdamadı. Bu da sonuç olarak Osmanlı toplumunu bugüne kadar süren geri kalmış bir ülke olarak tanınmasına neden oldu. Bunun sonuçlarını ülke olarak hala yaşıyoruz.

Çağdaş dünyanın bir parçası mıyız?


Cumhuriyetin Türkiye’ye biçtiği çağdaşlık parametreleri ise, 1938’den sonra Amerikalılar tarafından manipüle edilerek bizi bugünkü çağdaş teknoloji ile dinsel ortaçağ ikilemleri arasında bi-namaz bıraktı. Bu durum, Cumhuriyetin yeni boy atan fidesini kuruttu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Nato bekçiliği rüşveti ile orduyu Kore Savaşı’na gönderdik. Başka bir deyişle, biz sözüm ona çağdaşlaşma kisvesine Avrupa Birliği’nin temsilcisi olarak girdik. Demokrat Parti kurulduktan sonra bu büyük sözsel rüşvet, Türkiye’nin çağdaşlaşması aleyhine çalıştı. Bunun olumsuz sonuçlarını da hâlâ çekiyoruz. Çağdaşlık bağlamında bizi bugünkü saçma düzeye getiren şey, Amerika’nın usta programları sonucu, çağdaşlık ve Müslümanlık arasındaki anlamsız ilişkileri toplumun günlük konularının bugünkü bağlam içinde anlamını yitirmesine neden oldu.

Bizim kendimize sorumuz, çağdaş dünyanın parçası olup olmadığımızdır? Çağdaş dünyanın bir parçası mıyız? Bağımsız bir devlet miyiz? Bir İslam devleti miyiz? Yoksa kolayca harcanacak bir köle toplumu muyuz? (Son Amerikan kararları ülkenin ekonomik geleceğine ilişkin, hatta öğrenci vizeleri bağlamında toplumu yakından ilgilendiren ayrıntıları, Türkiye Amerika’nın ilişkilerinin içeriğini açıkça ortaya koymaktadır.)

Bir türlü öğrenemedikleri

Sevgili okuyucular! Bugün iktidarda olan bir grup insanın öğrenemedikleri şey çağdaş uygarlık kavramıdır. Eğer çağdaş uygarlığa inanıyorsak bizim bunun içinde olmamız gerekiyor. Çağdaş uygarlık kavramını yeniden tanımlamamız gerekir. Türkiye’nin bugünkü konumuna, bilim, sanat ve endüstrileşmedeki geri kalmışlığı damgasını vuruyor.

Türkiye’de her aydının yapması gereken, çağdaş dünya kavramının ne olduğunu anlamak ve anlatmak olmalıdır. Günümüzde otomobiller, telefonlar, televizyonlar, bilgisayarlar ve daha binlerce elektronik aracın pazarında yaşayan Türkiye’deki bazı grupların davranışlarına, ortaçağda kalmış sıfatı bile verilebilir.

Bu tanımlama şu anlama geliyor: Bizim için ne kadar değerli olursa olsun, Türklerin kendi kendine tanımlamaya çalıştıkları dünya, çağdaş dünyanın parçası değildir. Biz bunu kriter olarak kabul edersek, bugünkü Türk kültürünü çağdaşlık kategorisine koyamıyoruz. Aşağı yukarı köle olarak yaşayan az gelişmiş Müslümanlar, adeta ortaçağda kalmış toplumsal bir sahnenin oyuncularıdır. Bu tanımda birleşmemiz gerek; günümüzde geçerli olan bir İslam kültürü tarihimiz için ne kadar değerli olursa olsun, şu anda çağdaş kültür tarafından dışlanır. Bu açıkça, “Çağdaş kültürün parçası olamayan, bir müzelik kültür birikimidir”. Başka bir deyişle bugün, ne Avrupa ne Rusya ne Çin ne Kore ne de Japonya ile çağdaş değiliz. Sadece müşteriyiz!

Müşteri olmak bir tür köle olmaktır: Sahte modernizm

Müşteri olmanın kölelikle benzer olduğunu, bundan önceki yazılarımda çok kez açıklamaya çalıştım. Fakat ilkel bir politika, Türkiye yaşamını bir ortaçağ pazarında temsil ediyor. 1922 savaşından önce biz yeniden yeniçağ kapısına dayanmıştık. Fakat 1950’den sonra bir Nato üyeliği imgesi içinde Cumhuriyet atılımlarından uzak kaldık. Türkiye’de güçlü bir din savaşı veren gruplar, bugün kolaylıkla tanımlayabildiğimiz gibi, Türkiye’nin ortaçağdan kurtulmasına engel oldular. Bu olgunun dış görünüşü herkesin sahip olmaktan övünç duyduğu fakat üretmekten aciz olduğu otomobil, telefon, televizyon, bilgisayar gibi ithal olarak kullanmaktan büyük bir onur duyduğumuz araçlardır. Buna sahte modernizm de denebilir.

Sevgili okuyucular,

Bu gözlemleri genişleterek, etrafımızda yaşamımızı sağlamaya olanak verdiğini sandığımız mal, mülk ve para furyası, Türkiye’nin ekonomisini tamamen gereksiz amaçlara yöneltiyor ve Türkiye’yi fakir ve borçlu, bir olanaksız ortaçağ peşinde koşan bir hayalperest topluma dönüştürüyor.

Geçenlerde Almanya’da hükümetin tartıştığı gibi, telefon tesadüfi bir bilgi yığınıdır. Bu genç öğrencilerin öğrenme potansiyelini bir kargaşaya çeviriyor. Bunu Türkiye gibi zaten altyapısı zayıf bir topluma uygularsanız, propagandaya dönüşen çağdaş ekonomiyi tekrar özgür, bilimsel bir otorite olarak geliştirmek gerektiğini anlarsınız. Bu düşünce bağlamında özgür düşüncenin, kültür yaşamımıza herhangi politik baskı olmadan yerleşmesi gerekir. Dolayısıyla arkasında sanat, bilim, teknoloji ve öğretim yoğunlaşması yeterince olmayan her toplum henüz gelişmemiş, cahil ve fakir bir toplum olmak zorundadır.

Demokratik haklar olmadan üretici olamazsınız

Eğer buradan bir genelleme yapabilirsek, çağdaş kısırlığı yok etmenin ilk aşaması, çağdaş bilginin para kazanma oyunu olmaktan kurtulması ve özgürlüğünü kazanması olacaktır. Aynı düşünce kapsamında Türkiye’nin geri kalmış olmasının temel nedeni, çağdaşlığın (kadın hakları, laiklik, okuma yazma özgürlüğü…) belli başlı demokratik hakları ön plana çıkararak gerçekleştirmesi zorunludur.

Doğrusunu isterseniz, kendi telefonumuzu üretemediğimiz için yani kendi dilimizi bile teknolojik olarak konuşmaktan aciz olduğumuz için, telefonumuzdan öğrendiğimiz bütün bilgiler, basit bir ansiklopedik bilgiden başka bir şey değildir.

Sayın okuyucular; Çağdaşlık bugünden olmaktır. Dindar adam için namaza gitmek mi, telefon sahibi olmak mı önemli? Bu insanı ikiye bölüyor. Namaza duran Müslümandır, telefonu olan da modern. Hatta bazı aklı evveller İstanbul’da bir cami yaptırırsa, cennetten tarla satın almak gibi bir hisse kapılıyorlar. Tanrı ile cennet arsası alışverişi kuruyorlar. Tanrı katında böyle bir alışveriş yoktur.

Çağdaşlık özgürlükle örtüşür

Biz üniversiteyi bitirene kadar Türkiye’de böyle saçma sapan düşünceler yoktu. Burada tekrar yineleyelim: Çağdaş olmak, özgür düşünmeyle, özgür öğrenmeyle kesinlikle örtüşen bir davranıştır. Türkiye’de okul sayısı arttıkça geri kalmışlık arttı. Geri kalmışlığın kriteri de mekteplerdeki performansların yetersizliğidir. 80 milyonluk Türkiye’de patent sayısı (belki daha önce tekrarladığım gibi) Örneğin Kore’nin 500 de 1’idir. Avrupa’nın çağdaş yaşam kriterleri de, Avrupa’yı tam çağdaş yapmıyor, çünkü bu kriterler ölüm de içeriyor. Fakat düşünce özgürlüğü, öğretim özgürlüğü, üniversite özgürlüğü, demokrasi, bilim, sanat ve bunlara dayalı bir insan ve toplum tanımı Türkiye’yi 1930’ların çağdaşlık ölçütlerine yeniden yaklaştırabilir.

Doğan Kuban

Not: Son yazdığım üç makaledeki yardımları için Melik Yılmazer’e teşekkür ederim.

Bu yazı HBT'nin 82. sayısında yayınlanmıştır. 

Doğan Kuban