Öğretim ve ötesi…

Doğan Kuban Y
Öğretim ve ötesi…

Türkiye’de günümüzün eğitim ve öğretimi, sıradan bir öğrencinin dersleri izleyip not alma sürecidir. Çağdaş kültürün bir parçası değil, geçmişte birikmiş bilginin bir özetidir.

Çağdaş öğretim çok dinamik, gelişen teknolojileri temel alacak bir öğretim olmak zorundadır. Bunu gerçekleştirmek de öğretim üyesinden başlar. Bir büyük yapı satın alarak ya da kiralayarak, içine para getiren öğrenciler ve derleme hocalar ile sağlıklı bir öğretim yapamadığımızı yıllar sonra gördük. Kuşkusuz bu okullarda da sorumlu hocalar, yetenekli öğrenciler vardır. Fakat bir platformda tek bir öğrencinin başarısı öğretim sisteminin iyiliğinin kanıtı değildir.

Asıl sorun teknolojinin doğası ve her alanda hızla ilerleyerek yaşamın ritmini ve yapısını değiştirmesidir. Bunun güncel örneği elektronik iletişimdir. Şimdiden okuma şeklini ve alışkanlığını değiştirmiştir. Fakat Almanya’da bunun küçük yaşlarda zararlı olduğu saptanmış, 12 yaşından önce telefon kullanılmasının zararlı olduğu ailelere bildirilmiştir.


Bilgi boşluğu

Cahil bir ülkede teknolojinin ürettiği araçlar insanlara zararlı olabiliyor. Türkiye’de otomobillerin yılda kaç kişiyi öldürdüğünü biliyor musunuz?

Bizim ülkemizde kuşkusuz her şey var. Fakat bütün teknik konularda değişmenin doğası hakkında bilgi boşluğu var. İstanbul’un tahribi de bu bilgi noksanlığından kaynaklanmaktadır.

Çünkü toplum üzerinde yeteri ilgi uyanmamıştır. Eski yapıların yok edilmesi dendiği zaman, bunu köyden göç eden vatandaş kadar idarenin adamları da kavramazsa, sonuç günümüzdeki İstanbul gibi olur. “Göçer” bu işlerde işçi olarak vardır. Yok edenler, para karşılığı yapan müteahhit inşaatçılardır. Halk uzun yıllar sonra bu spekülatif faaliyetin altyapısının ne olduğunu anlamamıştır. İnşaatları gerçekleştiren gruplar, yapısını bilmediğimiz güce güvenerek, dünyanın en ünlü, en güzel tarihi hazinesini hemen hemen yok etmişlerdir.

İstanbul’da eskiyi yok edip bugünkü kargaşayı yaratanlar, gelişmiş bir teknolojimiz olmadığı için para kazanma yolu olarak, en eski teknolojilerden biri olan yapı teknolojisini seçmişlerdir. Yapı yapmak hem daha spekülatif hem daha kolaydır. Bu yüzden hem sanayileşme geri kalmış, hem dış borçlar hem de lüks tüketim artmıştır. Bunların hepsi toplumun her katındaki cahillerin bir çeşit kumar oynamalarına yaramış olabilir. Ne var ki inşaat ülke ekonomisinin bugünkü krize girmesinin nedenidir.

Yaşamda bilmesi gerekeni bilmeyenler çevrelerine çok zarar verirler. Gerçi kötülüğü sadece cahiller değil, bilginler de yapabilir. Bu yazıda öğretim görmüş olan cahillerden söz etmekle yetindim.

Cahil ne tür bir kişi?

Cahil, aile ortamında ve öğretim aldığı okuldan yeterli bilgiyi alamamış kişidir. Devlet, öğretim sistemini kuruyor. Devlet okulları ve özel okullar ona uymak zorundalar. Fakat eğitim kalitesini kontrol etmek devlet kararıyla olmamalıdır. Öğretim üyelerinin bilgi ve performansı başka uzmanlar tarafından kontrol edilmelidir. Yani bir profesörü, bir devlet memuru bilim açısından kontrol edemez. Fakat böyle bir sistemin bugünkünün yerine geçmesi kuşkuludur. Bu kuşku, cehalet ve para hırsının kurdukları ortaklığın ilkelliğinden kaynaklanır.

Türkiye’de her objenin fiyatı vardır. Koruma konusu özel bir ticaret alanıdır. Fakirler ve cahiller bunlara hayranlıkla baksalar bile onları yaşatacak müdahalelerin doğasını bilemezler. İnşaat grubunun varacağı sonuç çağdaş bilimin aradığı kaliteye ulaşamaz.

Gökdelen evet, restorasyon hayır

Sevgili Okurlar,

İnşaat sürecinin yapısını kısaca anlatmaya çalıştım. Türkiye gökdelen yapma kapasitesine sahiptir. Fakat restorasyon yapma olanağı sınırlıdır.

Bu durum biraz da yeterli koşulların gerçekleşmemesinden kaynaklanmaktadır. Sonuçları da ilgili her vatandaşın şikayet ettiği tarih kıyımıdır.

Fakat bilgisizliğin en büyük zararı, inşaatın en pahalı örneklerinin seçilmesi bahtsızlığıdır.

Ekonomik durumu bizim gibi olan bir ülkenin bu tercihi yapması, ekonomik olarak bir intihar teşebbüsüdür.

Bu durum birkaç kişiyi zengin etse de, 82 milyon nasıl geçiniyor diye soran var mı? Sorulsa yanıt veren var mı? Bu durum bir ülkenin çözülme alametlerinden biridir. Zengin fakir ayrımı her ülkede var. Ortaya çıkan dengesizlik, zengin olanlarda sarsıntı, fakir olanlarda deprem yaratıyor.

Önemli sorun Türkiye’de ülke ile partiyi aynı kefeye koyma alışkanlığından vazgeçmektir.

Devlet, suyu ve ormanı ve tarımsal toprakları korumanın temel tasarruf ilkesi olduğuna inanırsa ve enerjiyi ülkenin güneş ve rüzgarından elde ederse, yine kendine yeten bir ülke olursak ve Türkiye sanayileşmeyi gerçekleştirirse, çağdaş dünyanın bir üyesi olabilir.

Bu sonuç her Türkün sahip olması gereken bir idealdir. Bunun en önemli örneği de Kurtuluş Savaşı’dır. Bu gerçeği Türk halkı bilmelidir. Ülkenin partiler arasında bölünmesi yakın gelecekte sömürge olmasına yol açabilir. Bunu bütün Türk halkının öğrenmesi gerekir. Partilerin görevi Türkiye’nin parçalanması değildir.

Son bir gözlem

Sevgili Okurlar,

Gazeteleri okuduğunuz zaman Türkiye’nin ikiye bölündüğünü görüyorsunuz. Zaten seçim sandıkları başında, sokaklarda ve konuşmalarda karşı görüşten insanlar neredeyse düşmanlığı Hazreti Muhammed’in zamanına kadar uzattılar. Acaba Orta Asya’dan mı başlamış bu düşmanlık?

Hacılar, hocalar ululanıyor. Bu durum Osmanlı döneminde de vardı. Koca İmparatorluk İstanbul’da müttefikler tarafından yok edildi.

Aslında çöküntü Viyana’dan eli boş dönülünce başladı. Avrupa’da Müslüman düşmanlığı azalmaz. Belki biraz yumuşar.

Şimdi Arap dünyasının halini de biliyoruz.

93 yaşımda bütün Türk halkıyla sade sevgi duyarak yaşamak istiyorum.

Yaşama şansı en kesin olan bütünleşmiş bir toplumdur.

Geçen yazım da toplumun parçalanmasına ilişkindi. Bunları, bütün duyarlı vatandaşları uyarmak ve onları ilgilendirmek için yazıyorum.

Partiler devletler için mikrop olmamalıdır.

Doğan Kuban

Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 160. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban