Ya çağdaş teknoloji ortaklığı ya ekonomik kölelik

Doğan Kuban Y
Ya çağdaş teknoloji ortaklığı ya ekonomik kölelik

Çağdaş kapitalizmin bütün dünyanın artık farkına vardığı çöküşünü örtmek için çıkardığı yaygaranın dozu, her çeşit uyuşturucu sürümünden daha yoğundur. Bu yaygaranın başlıca öğeleri reklam ve politik söylemdir. Bunlar örtüşerek çağdaş insanın beynini ütüleyen ve onu, güya daha çağdaş bir geleceğe götüren yönlendirici propagandalardır.

Örneğin Otomobil sahibi olmak sizi özgürleştirebilir. Bir otomobiliniz varsa özgür bir vatandaş olduğunuzu sanabilirsiniz. Bu pakete adam ezme özgürlüğünüz de dâhildir. Bir akıllı telefon sizi dünyanın bütün bilgilerinin ortağı yapar. Bu öğrenme özgürlüğüdür. Fakat hiçbir beyin bir ansiklopediyi ezberleyemez. Cahil kalmakta devam edersiniz.

Çağdaş iletişim olanakları, yeterli bilgiyi sistematik öğretimle elde edenlere yardımcı olur. Lise mezununun akıllı telefonu, ona ikinci bir diploma vermez.


Almanya bu yıl, bu farkın altını çizen ilk ülke oldu. İletişim ile bilginin karışmaması için, iletişim araçları belirli bir yaşın altında çocuklara verilmemelidir. Kanımca, kullanabileceği çağdaş araçların sunduğu kolaylıklar, daha kentlileşememiş halkı bu günün dünyasına ortak olduğuna inandırıyor. Türkiye’de korkulacak durum, gerçek öğretimin telefon ansiklopedisine indirgenmesidir. Şimdiden telefonu elinin uzantısı gibi kullananlar çoğaldı. Aynı eğilim eğitim alanında da var. Sınavlar piyangoya dönüşünce okullar da Monte Carlo kumarhanelerine dönüşüyor. Dünya istatistiklerinin Türk eğitimi üzerindeki verileri umutsuzluk verici. İmam-Hatip ise, yakın gelecek için zincire vurulmuş bir öğretim.

Çöküşün nedeni, politik standart düşüklüğü

Sevgili okuyucular, Türkiye’nin her alandaki çöküşü egemen politik standartların düşüklüğündendir. Toplumun bugünkü geri kalmışlığının nedeni, Batı endüstrisinin müşterisi kalmasıdır. Endüstri mühendisi yerine imam hatiple çağdaşlaşma girişimleri ile dünya öğretimi dışlanıyor. Bu, Osmanlı’nın Rönesans’ı dışlayarak çökmesi ile aynı tavırdır.

Yazmakla bitmeyen bir formül var. Teknoloji üretimindeki boşluğu kapatmakta zorundayız. Bu, bilimsel öğretimin yeniden örgütlenmesini gerektiriyor. Bunun gerçekleştirilmesi, bilim insanı yetiştirmeye ve araştırmanın üniversite öğretiminde çok yoğun bir yer tutmasına bağlı. Peki, Türkiye bu gereksinmeyi düşünmeden mi öğretim planı hazırlıyor? Ülkeyi müşteri olarak mı yetiştiriyoruz?

Vurdumduymazlığın nedeni ne?

Bu vurdumduymazlığın anlamadığımız bir nedeni mi var? Bu bir sistematik engelleme ise, kökende başka engellerle buluşuyor mu?

Bilimsel öğretime, araştırma ve üretime yatırılacak bütçenin gökdelen ve yollara tahsis edilmesi gelecek için ne anlama geliyor?

Bunu zorlayan bir dış ya da iç neden var mı? Medyayı dolduran boş söylemler, geleceğin endüstrileşmesi sorununa bir ölüm kalım sorunu olarak bakılmasını engelliyor; bu konuda bir tartışma ortamı yaratmıyorlarsa ne işe yarıyorlar?

Büyük kentleri ve İstanbul’un trafiğini yok etmek ve kentleri boğmak üzereyiz. Toprak spekülasyonu ve rant hırsı sadece bilimselleşme ve endüstrileşmeyi engellemekle kalmıyor. Kentleri yozlaştırarak ülkenin tarihi karakterini de yok ediyor. Halk, tarihini bilmediği gibi, geleceğin parametrelerini de anlamıyor. Oysa ülkenin bunlara ulaşmasının, halkın kırılgan ve fakir yaşamını aşmasının tek yolu ve umudu olduğunu öğrenmesi gerek.

Okul ve öğretim kavramları din ile değişiyor

Cumhuriyeti kurduğumuz zaman okul ve öğretim devrimin temel sözcükleri idi. Bugünün politikası onları ‘din’le değiştirdi.

Laik topluma bunu empoze eden neydi?

Bunu anlamak için İkinci Dünya Savaşı galibi ABD’nin İslam’la ilişkilerini ve İslam dünyasının tümünün durumunu incelemek gerekir. Hemen hepsi Amerika’ya bağımlı bu devletler kendi aralarında da itişip kakışıyorlar. Cumhuriyet Türkiye’sinin sınırlarındaki hiç bir devletle düşmanlığı yoktu. Şimdi Araplarla karşı karşıya gösteri yapıyoruz.

Türkiye’de hiçbir olgunun nedenini halk bilmez. Her şey günceldir. Kuşkusuz bazı bilgi sahipleri vardır. Onlar da halka erişmez. Bunu görmek için ülkenin sanayileşmesi ile bir soru sorun sokakta: Örneğin, ‘toplum sanayileşmeye nereden başlamalı?’

İstanbul, daha kentlileşmemiş, sabahları resimli gazete okuyan, tarlasını boş bırakan köylüsü ile, çevresindeki ağaçları kesen ve çağdaş olamadan kendini bu dünyadan sanan kentlisi ile Batı dünyasının en büyük kentini dolduranlarıyla, ayakları yorganından dışarı taşan bir ülkedir. İstanbul gökdelenle hasta olmuş bir dev spekülasyon kenti. Plansız çirkin bir aglomeradır.

Anadolu’ya çağdaş sanayi

Sevgili okuyucular,

Türkiye’nin geleceğine ilişkin ilk konu bilim ve öğretimdir.

Ülkenin geleceği öncelikle sanayileşmesini gerektiriyor. Bu devletin yeni bir gelişme programı hazırlaması, inşaattan sanayileşmeye geçmesi, köylülerin bir bölümünün topraklarına dönmesi demek. Böylece, sanayileşmenin ülkeye yayılması da paralel bir süreç olmak zorunda. Kayseri’ye, Erzurum’a, Van’a, çağdaş sanayi giriş yapmazsa devletin bu adımı atması gerekir. Bugünkü sistemle ekonomik üretimin atılım yapması sadece hayaldir. Yirmi milyonluk nüfus ise daha çok yol ve gökdelen yaparak ekonomiyi düzlüğe çıkaramaz.

İleri sanayi, önümüzdeki yüzyılda ülkenin köle olmadan yaşaması için tek çaredir. Oysa her gün işittiklerimiz ise, ileri sanayileşme değil, yeni çarpıklıklara borazan çalan akıl dışı söylemlerdir. Çağdaşın ne olduğunu bilen aydınlar, kendini ortaçağ karanlığına gömmüş yarı kentliye, yaşadığı dünyayı anlatmalıdır. Bu söylemin içeriğini henüz medyaya mal edemedik.

Kurtuluş Savaşı iradesi

Dünyaya ortak olmak, politik parti programlarından geçmiyor. Amerika’nın İslam programının parçası olmak da, dünyaya ortak olmak değildir. Kastettiğimiz politik bir program değil, bir kalkınma planıdır. Toplumu ortaçağ kapısında bekletmek için değil, dünyaya ortak etmek için bir toplumsal çaba göstermeliyiz. Anadolu halkı bu iradeyi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde Kurtuluş Savaşı’nda ve sonrasında göstermişti.

Sanayi dünyasının kölesi olmamak için aynı çaba gerekiyor. Gazete, televizyon konuları bu geleceğin tanımını yapmaktan çok, toplumun ilkel yapısını ve entelektüel yetersizliğini sayıp döküyorlar. Bu gelecek için bir teşvik olmaktan çok, psikolojik umut kırma oluyor.

Bu noktada yanıt aranması gereken bir sorun var:

Cumhuriyet’in başarısı Türkiye’yi İslam tarihinin gelişmesi içinde başka eşi olmayan bir çağdaşlaşma örneği yapmışken, ona ve Atatürk’e saldıran insanları kim teşvik ediyor? Bu kışkırtıcı ve sahte söylemin arkasında Türk politikası mı var, yoksa yabancı odaklar mı? Kuşkusuz bu sorunu bir Fetö hikâyesine dönüştürmek zırva bir çaba olur. Sorunun çözümü kendi toplumumuz ait olacaktır. Fakat çağdaşlaşma çabasının önüne yığılan engellerin kökeni konusunda daha ihtiyatlı olmak gerekir. Onun için sanayileşmenin son aşaması, yani Cumhuriyetin çağdaşlaşması için son aşama politik değil, ulusal ve kültürel bir sorun olarak algılanmalıdır.

Bu irade, toplumun tümüne ait olmalıdır. Bu ulusal iradeyi birleştiren yeni bir demokrasi dönemi olacaktır. Bu çaba kimin ne yaptığını değil, ne yapması gerektiğini algılamanın temelidir.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 88. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban