Dünya gündeminde akademik özgürlük ve üniversite özerkliği

Lale Akarun
Dünya gündeminde akademik özgürlük ve üniversite özerkliği

Geçtiğimiz haftalarda, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Baltimore şehrindeki Johns Hopkins Üniversitesi’nde bir yaz okulunda davetli bir konuşma yaptım. Konuşmalarıma, Boğaziçi Üniversitesi’nde akademisyenlerin akademik özgürlük ve üniversite özerkliğine yapılan saldırıyı protesto için her iş günü sürdürdükleri nöbetin bir fotoğrafıyla başlıyorum; fotoğrafın ne olduğuyla ilgili de bir açıklama yapıyorum. Bu sefer, konuşmamın başındaki bu açıklamadan sonra bir alkış koptu. Doğrusunu isterseniz bu ilgiye ben de şaşırdım.

Konuşmadan sonra, Johns Hopkins Üniversitesi’nden bir profesör, konuyu açtı ve akademik özgürlükler konusunda epey sohbet ettik. ABD’de de bu konuların önemli bir gündem maddesi olduğunu öğrendim.

Johns Hopkins, bir özel üniversite; bizdeki karşılığı ile, bir vakıf üniversitesi. Üniversite sıralama kuruluşları tarafından dünyada ilk on beş arasında gösterilen bir araştırma üniversitesi. Vakıf üniversiteleri, özel bağışlarla kuruluyor; bu bağışları bir vakıf yönetiyor; vakfın da bir mütevelli heyeti var. Mütevelli heyeti, üniversitenin iç işlerine karışmasa da rektörü ve dekanları mütevelli heyeti atıyor. Vakıf üniversitelerinin aşağı yukarı benzer sistemleri olsa da, ayrıntılar üniversiteden üniversiteye değişiyor.


Rektör nasıl atanıyor

Johns Hopkins Üniversitesi (JHU) yönetmeliklerinde rektör ve dekanların, üniversitenin iş güvencesi olan kadrolu profesörleri olacakları yazıyor. Ancak mütevelli heyeti, genelde, dışarıdan rektör adayları buluyor. O zaman, önce bu adaylar, o üniversitede profesör olmak üzere gerekli aşama- lardan geçiyor; sonra rektör atanıyorlar. Profesör atanmanın ilk şartı, ilgili bölümün adayı bilimsel yeterlilik açısından değerlendirmesi ve tüm öğretim üyelerinin katıldığı bir oylama ile onaylaması. Dolayısı ile, teorik olarak, dışarıdan bir kişinin rektör atanması mümkün değil; öğretim üyelerinin veto hakkı var. Bu nedenle, mütevelli heyeti, o üniversitede öğretim üyesi olamayacak bir kişiyi rektör atamaya kalkışmıyor. Öğretim üyeleri de adayı bilimsel açıdan değerlendirerek karar veriyorlar. Şimdiye dek bir rektör adayının veto edildiği görülmemiş.

Amerikan vakıf üniversitelerinin bizdeki vakıf üniversitelerinden önemli bir farkı, kadrolu doçent ve profesörlerin yaşam boyu iş güvencesi olması. İngilizcede buna “tenure” deniyor. Akademik kurumlarda bu tür kalıcı kadrolu pozisyonlar için belli sayıda aday kadrosu (tenure track kadro) açılıyor. Bu aday kadrolarda yardımcı doçent olarak işe başlayan akademisyenler, akademik hayatlarının ilk 6-7 senesinde çok çalışıp, üstün başarı gösterip, sürekli kadroya başvuruyorlar; kabul edilirlerse o üniversitenin kalıcı kadrolu hocası oluyorlar.

Bunun getirdiği iş güvencesi, akademik özgürlük için önemli bir ön şart sayılıyor. Kalıcı kadroya yükselecek başarıyı gösteremeyenler ise başka bir üniversiteye gidip, orada tekrar deniyorlar; ya da kalıcı kadro dışında, araştırma odaklı olmayan işlere geçiyorlar.

JHU’da kalıcı kadroya yükselme kararları, bizde olduğu gibi; ilgili bölümün bölüm kurulu tarafından verildikten sonra, ilgili fakülte ve senato onayı alınıyor ve rektör atamaları yapıyormuş.

Burada akademik değerlendirme, ilgili bölüm tarafından yapılır; üst kurullar, genelde kararların içeriğine girmeden, sadece prosedürün doğru işletilip işletilmediğini denetlermiş. JHU rektörü, bir süre önce, artık akademik yükselme kararlarını özel bir komisyon kurarak değerlendireceğini söylemiş. Her biri ayrı uzmanlığa sahip yüzlerce bölümün yaptığı işleri tek bir komisyonun değerlendiremeyeceğini, bölümlerin üniversitenin geleneği ile oluşmuş değerlendirme mekanizmaları olduğunu rektöre anlatmaya çalışsalar da dinlememiş.

Bu tartışmalar, üniversitede büyük sorunlara yol açmış. Rektör bütçe sorunlarını öne sürerek pek çok sosyal bilim bölümünü kapatmış ya da birleştirmiş. Bu büyük sorunlara rağmen, orada öğretim üyeleri toplu bir itirazda bulunmayı, “kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz” demeyi başaramamışlar. Bizim nöbet fotoğrafımız bu nedenle büyük alkış almış.

Lale Akarun

*Bu yazı, HBT Dergi 430. sayıda yayınlanmıştır.

Lale Akarun