16 Mayıs Cuma akşamı Cemal Reşit Rey konser salonunda, Boğaziçi Akademisyenleri ve Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar derneğinin düzenlediği “Değişim Arifesinde Üniversite” etkinliği vardı. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin desteklediği ve CHP milletvekillerinin katıldığı etkinlikte, İBB seçilmiş başkanımız Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasından sonra onun vekili olarak İBB başkanı olan Nuri Aslan içten bir konuşma yaptı.
Açılış konuşmacısı Harvard Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi Cemal Kafadar’dı. Sonrasında da değişik üniversitelerden akademisyenlerin, hukukçuların ve üniversite bileşenlerinin katıldığı iki panel oldu. Bu panellerdeki konuşmalar hakkında da yazmak istiyorum; ancak bu yazımı Prof. Kafadar’ın konuşmasına ayıracağım; çünkü çok önemli iki konuya değindi. Aşağıdaki düşünceler, tam olarak onun söyledikleri değil; daha çok onun konuşmasının bana düşündürdükleri, benim yorumlarım.
Prof. Kafadar’ın konuşmasının bir bölümünü T24’te Murat Sabuncu yazdı. İlk ele aldığı konu, meseleleri Türkiye-Batı toplumları karşıtlığı içinde ele almanın yanlışlığı idi. Olması gereken, ilkesel olarak doğru olan bir şeyi “İleri ülkelerde böyle” diye ele almak, konuyu özünden saptırıp, Batı hayranlığı – Batı karşıtlığı çerçevesine hapsediyor. Ayrıca Amerika’da yaşananlar ileri ülke-geri ülke karşıtlığının da geçerli olmadığını gösteriyor. Ülkemiz o bakımdan Amerika’dan ileride olmasa, Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri beş yıldır direnemezdi, çoktan işten atılmış olurlardı.
Öte yandan, “tüm dünyada böyle” demek de direnme azmini baltalayan, yapılanlara rıza üretmeye, kişileri yanlışlara karşı koymaktan alıkoymaya hizmet eden bir söylem. Prof. Kafadar bu söyleme örnek olarak, İstanbul’daki tarihi yarımadada yapılacak metro köprüsüne karşı çıkanlara cevaben, tarihi cami silueti arkasına Zeytinburnu’ndaki kuleleri alarak çekilmiş fotoğrafı kapak sayfasına alarak “İstanbul zaten bitmiş” başlığını atan Radikal gazetesini gösterdi. Bu söylemin üretilmesinin arkasındaki motivasyon bilinince, bu başlığın metro köprüsüne karşı çıkmanın anlamsızlığını ortaya koyarak rıza üretmeyi hedefleyen niteliği daha iyi yorumlanabiliyor. Aynı şekilde, “ileri ülke-geri ülke” diye bir şey olmadığı gibi, “tüm dünyada böyle” söylemine de çekince koymak, doğru olan neyse onu savunmak gerekli.
Fikir özgürlüğü konusu Prof. Kafadar’ın ele aldığı ikinci ve esas konu, fikir özgürlüğü ile bilimsel özgürlüğün, üniversite özerkliğinin farkı idi. Amerika’da bu konu, bakış açısı çeşitliliği diye bir kavram ortaya atarak, üniversitelere baskı yapan yönetim tarafından gündeme getiriliyor ve üniversiteler taraflı olmakla, sol görüşlere yer verirken sağ görüşlere yer vermemekle suçlanıp baskı görüyor. Bunun bir örneğini, Prof. Kafadar yaşamış ve Filistinlilere verdiği destek nedeniyle Orta Doğu çalışmaları merkezi müdürlüğünden alınmıştı.
Bakış açısı çeşitliliği nedir? Üniversiteler fikir özgürlüğü nedeniyle her görüşe yer vermeli midir? Mesela fizik bölümünde dünyanın tabak gibi düz olduğu fikrini savunan, biyoloji bölümünde yaratılış teorisini savunan bir akademisyen işe alınmalı mıdır? Ya da, Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşandığı üzere, çocukların ve kadınların insan haklarına aykırı tezler savunan bir konuşmacıya karşı çıkmak, fikir özgürlüğüne karşı olmak mıdır?
Bilim, her biri kendi alanında uzmanlaşmış, belli bir alanda derinlemesine bilgi sahibi kişiler tarafından yapılır. O alana katkı yapabilmek için, daha önce yapılanların her ayrıntısını bilmeniz gerekir. Daha önce yapılanları devamlı eleştirirsiniz; eksiklerini bulmaya, üstüne bir şeyler koymaya çalışırsınız.
On yıllar, yüz yıllar boyunca bu şekilde didik didik edilen teoriler gelişir, yerleşir, başka araştırmalara baz oluşturur. Onun üstüne bir tuğla koyabilmek kolay değildir; alanın uzmanları, önerdiğiniz yeniliği didik didik eder, her kelimenizin üstünden geçer, kıyasıya eleştirirler. Öyle her önüne gelen canı öyle istediği için, ya da inancına uymadığı için aklına eseni söyleyemez. Dolayısıyla, üniversitede fikir beyan etmenin belli bir yöntemi vardır; bu prosedür sayesinde söylenenler bilimsel olur. Bu yöntemi koyan ve uygulayan da o alanın bilim insanları, akademisyenlerdir. Bilimsel özgürlük ve üniversite özerkliği bunu gerektirir.
Lale Akarun
*Bu yazı, HBT Dergi 474. sayıda yayınlanmıştır.