Ölüm fikri bizleri nasıl etkiliyor?

Toplum
Ölüm fikri bizleri nasıl etkiliyor?

Bugünlerde Türkiye’de ve dünyada art arda meydana gelen terör saldırıları, güvendelik duygumuzu zedelemiş durumda. Geçtiğimiz Pazar günü İstanbul caddelerindeki trafik yoğunluğu, son yıllarda hiç görmediğimiz kadar düşüktü. İstanbul’un en kalabalık caddelerinde dahi in cin top oynuyordu. Esasında evde otururken bile daima belirli bir ölüm riskiyle karşı karşıya olmamıza rağmen, terör saldırıları bir tür bulunabilirlik etkisi yaratarak, hayatımızı ne kadar kolay kaybedebileceğimizi hatırlatıyor bize.

Timur Kuran ve Case Sunstein’in bulunabilirlik silsilesi (ing. availability cascade) olarak adlandırdığı sosyal etki (1), belirli bir olayın art arda gerçekleşmesi halinde o olayın gerçekleşme olasılığının çok yüksek algılanmasına neden olduğunu ifade eder. Terör saldırılarının bu kadar sık gerçekleşmesi ve engellenememesi, doğal olarak kendimizin ve sevdiklerimizden birinin bu gibi hadiselerde hayatlarını kaybetmelerinden ciddi seviyede endişelenmemize neden oluyor. Peki… Öleceğimizi bilmek davranışlarımızı nasıl etkiliyor?

Ölüm, her ne kadar kimi zaman inkâr etsek de, korkutucu bir hadise. Bilhassa yaşamı sevdiğimizde, uhdelerimiz olduğunda, yapmak isteyip de yapamadıklarımızı beklediğimizde… Aşırı ölüm korkusuna tanatofobi deniyor. Yani ölümden, normal bir hayat sürmenizi engelleyecek kadar korkuyorsanız, evet… Bu bir sorundur ve yüksek olasılıkla tedavi edilmesini gerektirir.


Ancak böyle bir sınıflama, bu sınıflama dışında kalanların ölümü düşündükleri zaman bazı davranış değişiklikleri yaşamayacağı anlamına gelmez. BBC’de yayımlanan bir makaleye göre (2), insanların ölüm anlarını hayal ettiklerinden sonraki davranış değişikliklerini inceleyen 200’dan fazla deney yapılmış.

Bunlardan çarpıcı olanlarından birinde, ABD’deki yargıçlara “kefaletle serbest bırakma” konusunda karar almaları gereken bir senaryo sunulmuş. Ölüm anını hayal etmeleri istenen yargıç grubunun kefalet talebini reddetme oranları, herhangi bir şey istenmeyen yargıçlara göre daha yüksek olmuş.

Yine bu tür deneylerden çıkan bir sonuca göre, ölümü düşünmek görüşlerimizde daha şahinleşmemize neden oluyor. Yani öleceğimizi düşündüğümüz anlardan sonra bir konuda tavır takınmamız gerektiğinde, liberalsek daha liberal, muhafazakârsak daha muhafazakâr davranıyoruz.

Belki intihar bombacısı olabilmek de böyle bir silsilenin sonucudur: Eğer ölümü düşünmek fikirlerimizde şahinleşmemize neden oluyorsa, daha aşırı uçlardaki ideolojilerin kendilerine intihar bombacısı bulabilmeleri kolaylaşıyordur. Zira burada bir döngü ortaya çıkıyor: Ölümü düşünmek fikirlerde şahinleşmeyi, fikirlerde şahinleşmek o fikirler uğruna ölmek istemeyi besliyor.

Elbette ölüm korkusu, toplumsal kurumları ayakta tutan etkenlerden birisi. Mesela ölüm korkusu çocuk sahibi ya da ünlü olma arzularımızı artırıyor (2). Bu da nüfus artışının ya da sanatsal üretimin ölüm korkusundan kaynaklanan bir fenomen olduğu yönünde spekülasyon yapmamıza izin verecek bir bilgidir. Zira aslında gen aktarımı dediğimiz şey, ölmemiz halinde genlerimizin hâlâ yeryüzünde varlığını sürdürme amacı taşırken, sanatsal başarı da kişinin isminin, eserlerinin ya da fikirlerinin kültürel zenginlik içerisinde varkalımının bir garantisidir. Toplumsal bir kurum olarak din, ölümden sonra hayat fikrini sunarak, zaten bireylerin ölüm adlı sonu kolaylıkla kabullenebilmelerini kolaylaştırır (3). Çok eskilerde, Türk hükümdarların fethettikleri yerlerdeki din adamlarını kendilerine uzun ömür dilemeleri halinde affettikleri de düşünülürse (4), dinin sadece bireysel düzeyde değil, politik bir kurum olarak da var olmasının ardında bile güç sahiplerinin ölüm korkularının olduğu iddia edilebilir.

Tevfik Uyar / @tevfik_uyar

Kaynaklar