Beyin nasıl düşünce ve zihin oluşturur? – 7

Öne Çıkanlar Yaşam Bilimleri
Beyin nasıl düşünce ve zihin oluşturur? – 7

Yeni hukuk, ‘adalet mülkün temelidir’ yerine ‘adalet bir bağlantısallık ağı olarak yaşamın temelidir’ der, vatandaş olarak insanın haklarını değil, yaşam ağının haklarını önceler.

Şimdilerde bu yeni hukuğa, ekolojik hukuk diyenler var ve bu değişimin bazı güzel örneklerine de rastlıyoruz. Mesela Almanya’da üç sene önce ev hayvanlarının, pet olarak değil de, ailenin evin bir ferdi olarak görülmesi kabul edildi. Sahiplik kaldırıldı. Yeni Zelanda’da koyunlar insanlarla eşit duygusal varlıklar olarak kabul edildi. Şu anda bu gelişmeler bazılarımızı gülümsetiyor olabilir, ama değişim başlamıştır.

Varolan ekonomi sistemlerinde, siz ister Marx’ın ekonomi anlayışını alın, ister Adam Smith’inkini, ikisi de aynı paradigmanın farklı yüzleridir; birinde ‘yaşamın’ mülkiyeti devlette diğerinde ise şahıslardadır. Buna göre ikisi arasında çok büyük bir fark yoktur. Önemli olan yaşamın paketlenebilirliğinin, sahiplenilebilirliğinin, satılabilirliğinin kabulüdür. Birinde, yaşamı devlet paketliyor, sahipleniyor ve satıyor. Diğerinde yaşamı özel sektör paketliyor, sahipleniyor ve satıyor. İkisinde de yaşam ‘paketlenir ve satılır’. Her ikisinde de ‘insan için yaşam’ paradigması esastır, oysa ‘yaşam’ dediğimiz bu içiçe geçmiş kodlamalar sistemi, sahiplenilemez ve satılamaz; aynen yaprağın ormana sahiplenemeyeceği gibi. Ekonomi, yaşam ağı içerisinde insanların, birbiriyle ‘karşılıklı bağımlılık’ sürecinin ‘yaşam için’liğini sağlayan ilkeler bütünlüğü olmalıdır.


Bağlantısal bütünsellik aslında burada anahtar sözdür; artık herşeyin içinde bulunduğu ağ ile anlamlı olduğunu, hiçbir ‘şeyin’ tek başına anlam taşımadığını biliyoruz. Günümüz uygarlığını, bilim ve teknolojisini büyük ölçüde borçlu olduğumuz, Bacon-Descartes-Newton’un isimleriyle simgelediğim bilim-kültür paradigması, yerini ‘Nörozihin-Epigenetik-Laniakea’ bilimsel gelişmeleriyle isimlendirdiğim, önceki yazılarımdan hatırlayacağınız yeni bilim ve (sonucunda) kültür kuramına bırakıyor.

Yaşamı daha iyi tanımaya ihtiyacımız var; ‘doğayı fethetmenin, ona hakim olmanın’ daha iyi yaşamak olmadığını artık anlamaktayız. 400 yıl önce Rönesansı, ‘aydınlanmayı’, yaratan paradigmanın, günümüz için artık yeterli ‘aydınlanma’ sağlayamadığını, içinde yaşadığımız (Oxford Sözlüğünün günümüz için seçtiği tanımlama ile) “Post-truth Era-Gerçeklik Sonrası Dönem”de görüyoruz. Doğru olarak sunulanın- kabul edilenin aslında gerçek olmadığı bu döneme, ‘kanıksanmış çelişkiler çağı’ demek de yanlış olmaz sanırım.

Metamorfoz sancısı

Yeni bilim paradigmasının yeni bir kültür yaratması on yıllar alabilir ve bu dönüşüm de (dünyanın yaşadıklarından anlaşılabileceği gibi) her metamorfoz gibi sancılı olabilir. Tırtılın (kendisiyle aynı gen yapısına sahip) kelebek olma değişimini yaşaması için önce kendini sindirmesi gerekir.

Evrensel dönüşüm sürecinin öncülüğünü yapmak, bu yeni bilim ve kültürü tanıyıp yaratmakla mümkündür. Ülkemizin, kaçınılmaz dönüşümün sonucu gerçekleşecek, ‘gerçeklik-sonrası-dönem’ sonrasındaki bilim ve kültürün yaratıcılarından biri olabilmesi için iki önemli özelliği edinmemiz ve öğretmemiz gerekli: İyilik ve yaratıcılık. Bu iki nörozihin özelliğinin, günümüz uygarlığını yaratan (ve çok kıymetli) iki özelliğin; zeka ve çalışkanlığın üst katmanı olarak yerleşmesini gerekli görüyorum.

İnsanın, yaşam dediğimiz bağlantısal enformasyon ve varlık ağının parçası olması, her zaman anlaşılması ve anlatılması kolay olmayan bir yaşantı hali bizler için. Ancak iki yaşam bilgesinden ben çok ciddi yardım aldım, her ne kadar bu öznel bir durum olsa da, bu ‘deha’ları paylaşmak istiyorum: Mevlana ve Spinoza. İnsan-zihin- evren ayrımının kaldırılmasında Mevlana’dan; yaşam içerisinde sevinçli bir akışın iyilik yaratabileceğini öğrenmede de Spinoza’dan çok şey edinilecektir.

Böylelikle HBT için hazırladığım 7 parçalık serinin sonuna geldik. Bu seride paylaştığım konularla ilgili sohbete devam etmek için Twitter üzerinden bana ulaşabilirsiniz. @turkerkilic

Prof. Dr. Türker Kılıç
Bahçeşehir Üniversitesi, Tıp Fakültesi Dekanı

Bu yazı HBT'nin 129. sayısında yayınlanmıştır.