Boğaziçi Üniversitesi kampüsünde 15 yaşında bir kız çocuk öldürüldü. Olayı herkes gibi üniversite çalışanları da basından okudu: 15 yaşındaki maktulün, mesai günleri öğretim üyeleri kafeteryası olarak kullanılan ve akşamları düğünler için kiralanan binada düzenlenen bir düğünde çalışan bir çocuk işçi olduğu, tanıştığı ancak ayrılmak istediği 20 yaşındaki bir erkek tarafından ateşli bir silahla öldürüldüğü yazıyordu. Yazılanlara göre, katil, gündüz saatlerinde üniversiteye gelerek olay çıkarmış, sonra akşam silahlı olarak üniversiteye girip cinayeti işlemişti.
Öğrenciler, bir kız çocuğunun öldürülmesini protesto etmek üzere gösteriler yaptılar. Protesto edilecek çok şey buldular: Erkek şiddeti, bir çocuğun işçi olarak çalıştırılması, çocuk işçinin işverenince korunamamış olması, üniversite güvenliğinin silahlı bir kişiyi içeri sokmuş, öldürülen çocuğu korumamış olması. Gösteri yapan öğrenciler, güvenlik güçlerince gözaltına alındılar. Birkaç öğretim üyesi, kampüste kız çocuğunun öldürüldüğü yere bir demet çiçek bıraktı. Güvenlik, çiçek bırakan öğretim üyelerini izledi ve hemen çiçekleri kaldırdı.
Üniversite rektörlüğü, yaptığı açıklamalarda, olayın üniversite ile ilgisi olmayan kişiler arasında ve “kapıda” meydana geldiğini söyleyerek üniversite ile ilgisini yok göstermeye çalıştı. Basının bunun doğru olmadığını ortaya koymasından sonra, öldürülen çocuğun üniversite tarafından işe alınmadığını, üniversite güvenliğinin arama yetkisi olmadığı için katilin “düğüne geldim” diyerek içeriye silahla alınmasının normal prosedür olduğunu söyleyen tuhaf bir açıklama yaptı.
Oysa bahsedilen kale kapıda, dört yıl önce “derse geldim” diyerek içeriye girmek isteyen üniversite hocası Can Candan, içeriye alınmamış, öğretim üyesi arkadaşları protesto düzenlemişti. Rektörlük, kıdemli profesörlerimiz Sumru Özsoy, Yaman Barlas, Fatma Gök, Oya Başak, Cevza Sevgen, Alper Sevgen, Ayfer Hortaçsu, Ali Rıza Kaylan, Güler Fişek ve Murat Arsel’in kampüse alınmaması için kapılara yazı yazmıştı. Aktif görevde olan değerli hocalarımız Tuna Tuğcu, Ünal Zenginobuz ve Taner Bilgiç aylarca kampüse alınmamıştı.
Üst arama meselesine gelince, bunun cevabını tüm festivallerde üstlerinin didik didik arandığını hatırlatan öğrenciler verdi. Tüm kampüsün kameralarca izlendiğini, üstlerinin arandığını, çeşitli bahanelerle disiplin soruşturmaları ile karşılaştıklarını söylediler ve sordular: “Güvenlik öğrenciyi denetlemek ve akademisyeni dışlamak, ticari müşteriyi ise içeriye buyur etmek mi demek?”
Güvenlik konusundaki ihmaller daha sonra güvenlik kamerası görüntüleriyle aleni hale geldi, katilin aracıyla neredeyse hiç durmadan kampüse girdiği görüldü. Gelelim üniversitede çocuk işçi çalıştırılmasına. Üniversite yönetimi, hizmet aldığı alt yüklenicilerinin denetlenmesinden sorumludur. Üniversitenin eski zamanlarında, hocaların yer aldığı bir “taşeron denetleme komisyonu” vardı. Bu gibi hususları denetler, gördüğü eksiklikleri yönetime raporlardı. Yeni yönetim, tüm bu usulleri kaldırdı. Kaldırmamış olsa, komisyon rektöre şunları söyleyecekti: “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının yayınladığı 30 Soruda Çocuk ve Genç İşçilere Özel Çalışma Koşulları El Kitabı’na göre, 15 yaşını tamamlamış, ancak 18 yaşını tamamlamamış genç işçiler, yönetmeliğin 2 numaralı ekinde çalışmalarına izin verilen işlerde çalıştırılabilirler. Bu işler, hafif ve tehlikeli olmayan işlerdir ve işçilerin günde en fazla 7 saat çalışmasına izin verilir. İşverenler çocuk ve genç işçilerin tecrübe eksikliği, mevcut veya muhtemel riskler konularında bilgisizlik veya tamamen gelişmiş olmamalarına bağlı olarak gelişmelerini, sağlık ve güvenliklerini tehlikeye sokabilecek herhangi bir riske karşı korunmalarını temin etmek zorundadırlar. Aynı zamanda, çocuk işçiler, hiçbir şekilde gece çalıştırılamazlar. Gece, saat 20:00’den sabah 6:00’ya kadar olan zaman olarak tanımlıdır.”
Buna göre, rektörlüğün akşam yapılan düğünlerde çocuk işçi çalıştırılmasına izin vermemesi gerekir. Gündüz çalıştırıldığında ise, risklere karşı korunmalarını temin etmekle sorumludur. Bu bakımdan, yönetimin görevini yapmamış olduğu da aşikardır.
Lale akarun
*Bu yazı, HBT Dergi 488. sayıda yayınlanmıştır.