İnsanlığın “mikro dünya” ile savaşı; kazanacak mıyız?

Editör ne diyor?

Mikro dünya, şüphesiz çok kapsamlı bir kavram. Atomu var, atomaltısı var, ağırlığı olmayan delip geçen parçacığı var, bunlar fizikle ilgili. İnsanlığın, yani bilim dünyasının yüzyıllardır bu konuyu anlamak için attığı büyük adımlar, evren kavrayışımızı derinleştiriyor ve daha güvenli ve insanlığın lehine bir yaşamı tetikliyor adım adım... CERN ve benzeri büyük projeleri anımsayın.

Ama bir de biyolojinin mikro dünyası var. En mikrosundan en makrosuna (mesela insan) kadar geniş bir yelpaze beraber bulunuyorlar. Ve birbirini etkiliyorlar. Bu dünyada hiçbir şey yalıtılmış değil. Biz “biriz”. Yani bakterisinden virüsüne, maymunundan insanına kadar, bir ve tek! Bütünlüklü bir yaşam yapısı! Biyolojinin bir anlamda da tanımıdır bu.

İnsanlık binlerce yıl bu “mikro dünya”ya yabancı kaldı. Bilimle birlikte mikro dünyayı algıladı. Ve zamanla, kendisi için “oradaki düşman”ı tanıdı.. Tahmin ettiğiniz gibi konumuz hastalık etkeni olan biyolojik “ajanlar”. İnsanlığın 200 yılı aşkın savaştığı.. Ve bu hastalık yapan etkenlerin salgın nitelikli olanlarına verilen büyük kayıplar: İspanyol Gribi 1918’de 50-100 milyon insanın grip virüsüne kurban gitmesi.


Kapak konumuzun orta sayfaya koyduğumuz grafiğini lütfen iyi inceleyin. Virüs salgın veya saldırılarının nasıl 10-20 yıllık dönemler içinde tepe yaptığını görüyorsunuz. Yüz milyarlarca lira harcanarak yapılarak, bu “virüs- bakteri dünyası”nın dili anlaşılmaya, çözülmeye çalışılıyor. Çünkü sistemin nasıl çalıştığını anlamazsanız çözüm üretemezsiniz.

Virüsler de birer canlı! Siz onları öldürecek mekanizmalar –ilaçlar vb– geliştirdikçe, onlar da hayatta kalabilmenin yeni stratejilerini, dirençli yapılara sahip alt türlerini geliştiriyor. Veya bilmediğimiz virüsler bize merhaba diyor.

Virüsleri yenebilir miyiz? Zor bir soru, ama bugünkü bilgilerimiz ışığında diyebiliriz ki, hayır! Ebedi olarak onlarla birlikte yaşayacağız. Çünkü biyolojik hayat tektir, birdir ve biz “biriz”! Şüphesiz alanı onlara bırakamayız ve bizi yenmelerine de izin veremeyiz. Bilim hep üstün gelmeli, bir zorunluluk bu. Fakat yapmamız gerekenler ve endişeler var. Çok kapsamlı, yönlü ve derin kaygıları da barındıran bir yazıyı size sunuyoruz.

Doğan Kuban’ın İstanbul’u dünya kenti yapma projesi

Kuban hayatının önemli bir bölümünü İstanbul için tüketen bir bilge insanımız. İstanbul için çok önemli öngörüleri ilk dile getiren o oldu. “Collapse” teorisini ortaya koydu, İstanbul’un ekonomik olarak da Türkiye çökertmeye gittiğini ve yeni bir ekonomik tasarımla İstanbul’un Anadolu’ya dağıtılması gerektiğini de bir kapak konusuyla HBT okurlarıyla paylaştı.

Kuban, “tarihi İstanbul”u en iyi bilenlerimizden. Çünkü fiilen çalışarak üreterek yazarak bu tarihin bir parçası kıldı kendini. Hayatı İstanbul’a “değer katmak” uğraşısı içinde geçti.

Epey zamandır kıyısından köşesinden hep dile getirdiği bölük pörçük olmuş “tarihi kenti” bir bütünlüklü yapı içinde ele alıp bir proje önü sürüyor. Eğer gerçekleştirilebilirse, dünyanın en gözde kentlerinden birini yaratabiliriz. İstanbul’u ucubelerle doldurmanın sonucu, kentin değerini düşürdü sadece! İstanbul’u en azından barındırdığı değerlerle yeniden ayağa kaldıracak bir irade var mı ülkemizde?

Proje çok anlamlı, yazıyı okuyun ve gözünüzde canlandırın…

HBT başka bir dünyaya kapılar açıyor okura: Espri, zeka belirtisi.. İnsanlığı esir alan ‘zahmetsiz düşünme sanatı” köşesinden: Biri kazanırken diğeri kaybetmek orunda değil.... Yapay zekâ şimdi de hastalıkları gözümüzden mi tanıyacak? Kahve kalp hastalıkları riskini düşürüyor... Peynir: Her gün yiyebilirsiniz! Doğal diye bitkileri ilaç niyetine kullanma salgını: Doğal olan gerçekten zararsız mı? Alkol kök hücrelerimize ağır hasarlar verebiliyor…

Tanol Türkoğlu, Dijital dünyanın emojilerini yazdı... Herkesin kullandığı bir iletişim aracı oldu.. Yeni yüzyılın global alfabesi... Peki emojiler beynimizi nasıl dönüştürecek, üzerinde durulması gereken asıl konu bu. Acaba herkesin haklı olmasının anlamsızlaştığı bir dünya mı yaratıyoruz.

Müfit Akyos, Almanya’da orta ölçekli şirketlerin gücünü, onların teknolojik yetkinliklerini uluslararası arenaya taşımalarını örneklerle anlatıyor. Bunlar, yaptığı işte uzmanlaşan, yeniliklerle gelişen ve sayıları 3.6 milyona ulaşan şirketler... Önemli bir saptama. Bu bağlamda TÜBİTAK’ın yeni Ar-Ge ve girişim sistemini tanıtırken, bugüne kadar neden başarısız olduklarına ilişkin itiraflarda da bulunması da, Almanya ile aramızdaki uçurumu özetler nitelikte. Mustafa Çetiner, umutsuz hastaların peşinde; uygulamaya başlanan ve yüksek maliyeti nedeniyle çok az kişinin ulaşabildiği yeni bir tedaviyi yazdı.

Bu arada, Prof. Hasan Şimşek, Z kuşağını anlattığı yazısında, bir talep yokken çocuklarının önlerine her şeyi koyan aileleri yazdı: Helikopter ebeveynler..  Prof. Mehmet Murat Sümer de insan beyninin evriminin sürdüğünü anlatıyor ve başka hiç bir organımız bizi diğer canlılardan ayırmıyor, diyor.

Herkesin çok şey okuyabileceği, beğeneceği, öğreneceği bir dergiyi daha tamamladığımızı sanıyoruz. Düşünüyoruz ki, HBT 50 bin satışa ulaşırsa, Türkiye çok faklı bir ülke olur!

Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak dileğiyle…