Aşkın ardındaki nörobilim: Bir illüzyon mu, hormonlarımızın bize oynadığı bir oyun mu?

Öne Çıkanlar Toplum
Aşkın ardındaki nörobilim: Bir illüzyon mu, hormonlarımızın bize oynadığı bir oyun mu?

İnsanoğlunu etkileyen bu en derin duygunun yüzyıllardır tanımı yapılmaya çalışılıyor. Nörobilimciler romantik aşkı pek de romantik olmayan bir şekilde tanımlıyor: “çiftleşme enerjimizin belirli bir kişide yoğunlaşmasını sağlayan ve aktive eden bir içgüdü.” Araştırmalar da “Aşk devreye girince, akıl devreden çıkıyor” diyor.

Şaşırdınız mı?

Eğer hayatınızda en az bir kere aşık olduysanız, pek de şaşırmış olamazsınız.


Zihnimizde olup bitenlerin neredeyse tümü bilincimiz dışında gerçekleşiyor. Yani, aslında bizi yöneten beynimizin en derinlerine yerleşmiş, biyolojik olarak yararlı bir amaca hizmet eden içgüdülerimiz.

Beyinde ödül merkezi

Aşık olan insanların beyin taramalarında ortak bir nokta bulunuyor. Aşk, beynin derinlerinde, yani rasyonel kararlarla ilgili beyin bölgesinin çok uzağında ilkel beyinde bulunan Ventral Tegmental Alan (VTA) adı verilen bir bölgeyi etkiliyor. Bu bölge aynı zamanda beynimizin ödül, motivasyon ve şiddetli arzu gibi dürtülerini yöneten ve dopamin üreten bir merkez.

Dopamin, sevdiğimiz ve zevk aldığımız şeyleri yaptığımızda artan bir nörotransmitter. Aşık olduğumuzda artan dopamin düzeyleri ile birlikte bağımlılık, yüksek enerji, uykusuzluk, iştahsızlık, çok fazla arzu duymak, neşe, mutluluk hissi gibi durumlar ortaya çıkıyor. Öyle ki, MR taramalarında aşık insanlarda kokain bağımlıları ile aynı beyin bölgesinin aktive olduğunu görüyoruz.

Riski aktifleştiren bölge

Aşık olan bir insan karşısındaki ile ilgili rasyonel kararlar yürütemiyor, saplantılı oluyor ve sürekli olarak aşık olduğu insanı düşünüyor. Tanıdık geldi mi? Tam anlamıyla aklını kaybetme durumu! Aşık olduğumuz kadar, aşık olduklarımız tarafından terk edilmeyi de deneyimliyoruz … İşte aşık oldukları insan tarafından terkedilenlerin de beyin dalgalarını inceleyen nörobilimciler, aşk acısı çektiğimizde beyindeki motivasyon, arzu ve konsantrasyonu yönlendiren ödül sisteminin, daha da aktifleşip, saplantılı arzuya dönüştüğünü ortaya koyuyor! İlginç bir nokta; aşıkken olduğu gibi aşk acısı çektiğimiz dönemde de yaratıcılığımız artıyor.

Romantik aşk ile ortaya çıkan bağımlılık her şey yolundayken harika bir his yaratırken ayrılık durumunda korkunç bir duyguya dönüşebiliyor. Aşık beyinlerle ilgili çalışmalar yürüten Helen Fisher romantik aşkın bağımlılık yapan maddelerden biri olarak kabul edilmesini savunuyor. Fisher’e göre bu bağımlılık 3 temel özelliğe sahip; tahammül, geri çekilme ve nüks etme.

Aşık insanlarda nucleus accumbens adı verilen başka bir beyin bölgesi daha aktifleşiyor. Kazanç ve kayıplarımızı hesaplarken etkinleşen nucleus accumbens aynı zamanda büyük riskler almaya karar verdiğimizde de aktive oluyor. Aşık olduğumuzda kendimizi yaşamımızda her şeyi terkedebilecek kadar güçlü hissetmemizin nedeni işte bu.

Aşık olduğumuz insanla hayatımızı sonsuza kadar geçirmek istediğimiz dönemlerde beynimizde oksitosin hormonu artıyor. Çiftler arasındaki yakın temas ile yükselen oksitosin düzeyleri gerginlik, stres ve depresyonun azalmasına neden oluyor. Romantik yakınlaşmalar, sarılma ve öpüşme oksitosin düzeylerini artırdığından, sevdiklerimize aramızda derin bir bağ oluşturmamıza da etki ediyor. Oksitosin kadınlarda doğumdan hemen sonra salgılanan bir hormon. Fakat, yakın zamana kadar erkeklerdeki işlevi bilinmiyordu. Şimdi biliyoruz!

Oksitosin hormonu

Oksitosin düzeyi yüksek olan erkekler daha uzun süreli ilişkiler yürütebilirken, eşlerini de daha çekici buluyorlar. Oksitosin etkisiyle hem kadın, hem de erkeklerde yakınlaşma ortaya çıktığında karşı tarafın yüzü diğerine çok daha fazla anlam ifade etmeye başlıyor. Kişinin sevdiği insanın resmini görmesi bile oksitosin düzeylerinde artışa neden oluyor. Bu duygusal cevaplar, ilişkide etkileşimi, çekiciliği ve monogamiyi artırıyor. Kısaca, yerinizde olsam, sevdiklerinize ve özellikle de sevgilinize daha çok sarılmayı denerim.

Aşk hormonu veya bağlılık hormonu olarak tanımladığımız oksitosini nöro-ekonomist Paul Zak “ahlak molekülü” olarak adlandırıyor. Paul Zac oksitosin hormonunun dengeli bir toplumun oluşmasında etkili olan güven, empati ve diğer duyarlılıklara neden olduğunu ortaya koyan çalışmalar yaptı. Bazı insanların daha yardımsever, bazı eşlerin daha sadık ve kadınların erkeklere göre daha yumuşak olmasının nedeni olarak oksitosin düzeylerini gösterebiliriz.

Bir diğer hormon, vücuttaki temel işlevi su tutulumunu düzenlemek olan vazopressin aynı zamanda sadakat hormonu olarak ta biliniyor. Sadakat problemi yaşayan veya hiç evlenmemiş erkeklerde vazopressin hormon seviyesinin düşük olduğu görülürken, tek eşli olmayı seçen ve bu konuda herhangi bir problem yaşamayan erkeklerin vazopressin düzeylerinin yüksek olduğu görülüyor.

İlk görüşte aşk

Peki, ilk görüşte aşk var mı? Nörobilim çalışmaları, belirli beyin bölgelerinin ilk karşılaşma anında aktive olmasıyla saniyeler içerisinde karşımızdaki kişiden etkilenebildiğimizi söylüyor. Böyle bir durumda adrenalin, okitosin, östrojen, testesteron, dopamin hep birlikte devreye giriyor. Kalp hızımız ve damarlardaki kan akışı artıyor. Yani birçoklarının tanımladığı gibi insan tam olarak kendini çarpılmış hissediyor.

Aşkın bir ömrü var mı?

Yakın zamanda evrimsel psikoloji uzmanları birbirine aşık olan iki insanın üç yıla kadar varan bir süre boyunca heyecan ve çoşkunun zirvede olduğu bir dönem yaşadıklarını saptadı. Bu dönem boyunca vücut ve beyindeki sinyaller bir aşk iksiri olarak görev yapıyor. Daha sonra iniş başlıyor. Evrimsel bakış açısı bir çocuk yetiştirmek için gereken süreyi aştıktan sonra (ortalama 4 yıl) seçtiğimiz eşe ilginin azalmasına göre programlandığımızı kabul ediyor.

Psikolog Helen Fisher’a göre vucutta üretilen ‘aşk iksirleri’ erkek ile kadını yavruların sağ kalma olasılığını yükseltmeye yetecek kadar birarada tutmaya yarayan evrimsel mekanizmanın parçası olmaktan başka birşey değil. Ancak 25 yıl sonra bile birbirine aşık olduklarını belirten çiftlerin beyin MR çalışmalarında beyinde aşkla ilgili bölgelerin hâlâ aktif olduğu görülebiliyor. Yani üç veya dört yıllık süre her zaman ve herkes için geçerli değil.

‘Aşk, yaşanması, anlaşılması gereken yegane gizemdir’. Osho

Kuşkusuz romantik aşk insanın sahip olduğu en güçlü ve en gizemli deneyim. Ve belki de asıl sorulması gereken soru neden başka biri değil de o kişiye aşık olduğumuzdur. Bu güçlü çekimin ardındaki gizemi çözmek ise nörobilimin ilgi alanlarından biri olmaya devam ediyor.

Kıvılcım Kayabalı / [email protected]

Kaynaklar
http://neuro.hms.harvard.edu/harvard-mahoney-neuroscience-institute/brain-newsletter/and-brain-series/love-and-brain
http://blogs.discovermagazine.com/crux/2015/02/13/love-addiction-brain/
David M. Eagleman, Incognito, 2011

Bu yazı HBT'nin 99. sayısında yayınlanmıştır.