Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar ve düşündürttükleri

Öne Çıkanlar Toplum
Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar ve düşündürttükleri

Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne yapılan atama ve sonrasındaki tartışmalar ülkemizde uygulanan rektör atama sisteminin ne kadar hatalı bir yöntem olduğunu bir kez daha kamuoyu dikkatine getirdi. Devlet ve vakıf üniversitelerine rektör atama yetkisi 2018 yılında 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nda yapılan bir değişiklik ile tümüyle Cumhurbaşkanı’nın yetkisine verilmişti. O tarihten bu yana atanan rektörlerin çoğu akademik özelliklerinden çok siyasal faaliyetleri ile bilinen öğretim üyelerinden seçildi.

19 Mayıs 2020’de Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Engin Karadağ tarafından “Higher Education” dergisinde yayınlanan bir çalışmaya göre tüm rektörlerin üçte birinin H-indeksi sıfırdır. Yapılan araştırmalar akademik nitelikleri yetersiz olan rektörlerin yönettiği üniversitelerin URAP sıralamasında aşağıya düştüğünü göstermiştir. Şu anda uygulanan yöntemle üniversite rektörlerini atamaya devam etmek üniversitelerimizin eğitim ve araştırma alanlarında daha da geriye gitmesine yol açmaktadır. Yanlışlarda ısrar ederek üniversiteleri değersizleştiren yöntemleri kullanmaya devam etmenin kimseye faydası yoktur. Çünkü toplumun tüm kesimleri çocuklarının daha iyi eğitim almasını istemektedir.

Üniversiteler eğitim ve araştırma yapılan ve doğaları gereği farklı fi kirlerin özgürce ifade edildiği ve tartışıldığı kurumlardır. Yaratıcı fi kirlerin ortaya çıkabilmesi özgür araştırma ve eğitim ortamı varlığında mümkündür. Liyakat, özgürlük ve dürüstlük ilkeleri üniversitede yapılacak her türlü atamada dikkate alınması gereken ana ilkelerdir. Liyakati olmayan her atama üniversite değerlerine karşı yapılmış bir atamadır. Üniversitelerin değeri eğitim, sanat ve araştırma alanlarında ürettiklerinin evrensel ölçütlerle ilişkininde ortaya çıkar. Üniversitelerde evrensel ölçütte üretim ise ancak liyakat, özgürlük ve dürüstlük ilkelerinin hayat bulacağı özerk ve demokratik bir işleyişle mümkün olabilir.


Her üniversite eğitim ve araştırma politikalarını ve bu politikaların toplumsal ihtiyaçlar ile ilişkisini kendi belirlemelidir. Bu nedenle üniversite özerkliği kavramı üniversite değerlerini var eden en önemli kavramdır ve üniversite özerkliğinin bilimsel, idari ve mali boyutları olduğu akılda tutulmalıdır. Bu çerçevede üniversiteler kendi yöneticilerini, başta rektörler olmak üzere, üniversiteyi var eden tüm paydaşların katılımıyla kendileri seçmelidir. Gelenek ve ihtiyaçlara bağlı olmak üzere farklı üniversitelerde farklı seçim yöntemleri olsa da esas mesele üniversite paydaşlarının seçim sürecine katılmasının gerekli olduğudur.

Üniversite rektörlerinin siyasi güç tarafından ve tek kişinin iradesi uyarınca atanması üniversite özerkliğinin ortadan kaldırılması anlamına gelir. Hele yasaların Rektörlere verdiği ve üniversite paydaşları tarafından denetlenmeyen kontrolsüz gücün üniversitelerde olması gereken demokratik ortamı ortadan kaldırdığı 40 yıllık YÖK tarihinde birçok örnekle hatırlanabilir. Kanımca sorun sadece rektörlerin nasıl atanacağından daha derindedir. Atanan rektörlerin ve yöneticilerin üniversite içi kurumlar aracılığıyla denetlenebileceği bir işleyiş ancak demokratik değerlere ve özgür tartışma ortamına saygı ile mümkündür.

Üniversiteler bir toplumun aklı ve vicdanıdır. Bu aklın arkasında tüm dogmalara karşı olan ve ancak özgür ortamda var olabilen eleştirel düşünce yatar. Bilimsel veriler ışığında problemleri ve muhtemel çözüm yollarını topluma anlatmak üniversitenin toplumsal sorumluluğunun bir parçasıdır.

Boğaziçi Üniversitesine yapılan atama sonrası ortaya çıkan tartışma ortamı üniversitenin anlamını ve üniversite değerlerini tüm topluma yeniden hatırlattı. Bu tartışmayı yeniden başlatan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve öğretim üyelerine bu toplum kocaman bir teşekkür borçludur.

Prof. Dr. Okan Akhan
Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi Bilim Akademisi Üyesi

Bu yazı HBT'nin 252. sayısında yayınlanmıştır.