Korona günlerinde felsefe (2)

Öne Çıkanlar Toplum

“El” denilince aklıma ilk gelen I. KANT’ın sözü oluyor: “Eller aklın uzantısıdır.” Yani, Eller, kendi başlarına, akıl olmadan pek bir işe yaramıyorlar; Akıl da eller olmadan pek bir şey yapamıyor. Akıl amacı veriyor, yolu gösteriyor, El de yapıyor. El teknolojinin Yapıcı Tanrısı Demiourgos gibi. Nerede akıl varsa, orada el var. İnsan Elinin yapılanışı ile akıl arasındaki koşutluk da burada temelleniyor. Önemli olan ikisinin birlikteliği. Kant’ın bu saptamasında İnsan’a ve İnsan’ın yarattığı uygarlığa bir saygı hissediliyor. Acaba İnsan’ın yapıp yarattığı her şeye aynı düzeyde saygı duyabilir miyiz?

El, aklın paranteze alındığı ya da bir süreliğine göz ardı edildiği yerlerde de iş başında. Örneğin, hiddete kapılmış, öfkenin acı tadıyla sarhoş birinde akıl ne gezer. Oktay Rıfat, Elleri var özgürlüğün diyor. Ellerimizle iyi kötü, güzel çirkin, doğru yanlış, değerli değersiz, vb birbirine karşıt her şeyi yapabilme olanağımız bulunduğuna göre eller ve özgürlük arasında sıkı bir bağlılık var demektir. Bu karşıtlık ve bu seçme olmasa özgürlükten de pek söz edemeyiz. KANT’ın saptamasını şöyle de anlayabiliriz kanısındayım: “İnsan’ın bulunduğu her yerde El vardır ve işlevseldir.” Olumlu, İnsanı canlandıran, İnsana saygılı bir yaşama için ellerle neyi nasıl yapacağımızın bilinci önem kazanmaktadır.

“Kirli Eller”; Sartre’ın tiyatro yapıtlarından biri. İlk bakışta ellerin siyaset ortamındaki acımasızlığını, hoyratlığını, çirkinliğini ve kirliliğini anlatan bir oyun izlenimi veriyor. Elbette oyunun kabuğu böyle. İçine girdikçe ellerin marifetiyle siyaset dünyasının neredeyse evrensel işleyişi sergileniyor. Oyunda Höderer Hugo’ya şöyle söyler: Temiz kalmaya ne kadar meraklısın yavrum. Ellerini kirletmekten ne kadar korkuyorsun. Peki öyle ise temiz kal. Kimin işine yarar?...Benim ellerim kirli, hem de dirseğime kadar. Onları hem lağıma soktum, hem de kana buladım, ne zannettin? İdare mekanizması masum olarak yürütülür mü zannediyorsun? Ağır sözler bunlar. İnsan elini bir şeye uzatırken aklına gelirse, durup düşünmesi gereken sözler, özellikle kişi yönetici konumundaysa.


Acaba bir el ahlakı olabilir mi? İnsanın yaşamasıyla Elleri öylesine kenetlenmiş, biri olmadan diğeri olanaksızlaşmış ki, bir el ahlakı olamaz, fakat elleri önemsemeyen bir ahlak da olamaz. Böylesine önemli olan Ellerimizi değerlendirmemiz, anlamamız için çok zaman bir dış neden gerekiyor. Örneğin, Korona olayı çıkmasaydı ellerimize böylesine önem verir miydik; o da sürüp giden yaşamamız içinde diğer organlarımız gibi sıradan olurdu; kullanırdık. El insanın dış dünyaya, kendisinden öteye uzanan yanı; el sıkışırız, el sallarız, el veririz, el uzatırız, dua ederken ellerimizi kullanırız, yumruk yapıp saldırırız, el falına baktırırız, konuşmaktan yana engelliysek el dili kullanırız, ellerimizle alkışlarız...

Evrim canlının ellerini çok işlevli kullanmasına doğru gelişmiştir. Bu kadar çok işe girince El kirlenmeye en açık organ olmakta. Eller yalnızca kirlenmiyor, kiri ile kirletiyor da. Her türlü kirlenmede İnsan eli var: İnsan kirleten bir varlık. Doğa kirletmez. Doğa kendisidir. İnsan ise kendisi olmaya çabalar, fakat hangi kendisi?...

İşte sonunda olan oldu ve Korona ellerimizi önümüze koydu. İnsanlarda bir korku, bir telaş. En yapıcı-yaratıcı organımız, dikkatli olmazsak, bize ölüm getirebilir ve zaten getirmekte. Bu bir Kuru Yaşama kaygısıdır; bir Düz Yaşama feryadı; sürecinde içimizdeki İnsanı ortaya çıkartmak bir yana kımıldatmayan bir yaşama; İçindeki İnsan’ı uyutmuş bir yaşama. İçimizdeki İnsan uyursa ya da korkup sinerse ya da kaçarsa meydan İnsan olmayan-lara kalıyor demektir. İşte orası da Korona’nın, giderek Veba’nın ve daha başkalarının alanıdır.

Merak ediyorum, İnsan mı daha canavar, Korona mı? Sakince düşününce, tarihi boyunca İnsan’ın yaptıklarını göz önüne getirince soruyu yanıtlamakta zorlanıyorum. Korona’nın İnsana benzeyen bir yanı var: Kendi başına hiç bir şey değil. Bazı etkiler ve katkılarla değişime( mutasyona) uğradığı zaman özel bir yıkıcı, zorlu bir zararlı oluyor. Hiç bir görüşün yaşama anlayışının etkisinde kalmadığı zaman Kuru, Düz Yaşayan İnsan da öylesine zararsız bir varlık. İşine gidiyor, işinden geliyor, hiç bir şeye karışmıyor. Derken bu İnsan bir görüşle, yaşama anlayışı ya da ideolojiyle karşılaşıp kaynaşınca Moğol orduları harekete geçiyor, Haçlılar sürüler halinde geliyorlar, Naziler tüm yıkıcılıklarıyla ortaya çıkıyorlar. Bundan sonrasını şaire bırakıyorum:... Ya savaş meydanlarında yitirip, bulamadığımız gerçek/ Engizisyon işkenceleri 20. Yüzyılın/Fırınlar, gaz odaları, Kitle halinde ölümler/ Kara sineklerin konduğu çürümüş et yığınları/ Yaylım ateşleriyle delik deşik olmuş İnsanlığımız/ O azgın atların çiğnediği kollar, bacaklar/ o kan çanağı gözler, o süngü uçlarında yükselen kesik başlarımız/ Bizi alçaltan bu kanlı zafer taçları işte/ Öptüğümüz o pis eller, o maymun maskara soytarılar...(1)

İnsan olmanın bir bedeli var. Korona bu bedeli ödememenin, bu bedeli ucuza getirmenin sonucu. Yaşamak İnsana verilmiş bir ödevdir; İnsan dışında hiç bir canlının böyle bir sorumluluğu yoktur. Korona diyor ki, ellerinle yarattığını, ellerinle temizle. Bu bir savaş. Dünyamızda hiçbir savaşı İnsan dışındaki bir canlı yaratmadı. Savaş İnsanların eseridir. Şimdi Korona çıktıysa, onun da bir bedeli var.

Sorumlusun...

Sorumluyuz.

Attilla Erdemli

(1) Ümit Yaşar Oğuzcan İki Kişiye bir Dünya 3. Bölüm “Karanlıkta”

*Bu yazı HBT'nin 213. sayısında yayınlanmıştır.


Korona günlerinde felsefe (1)