İnsan, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, hakları kutsal

Öne Çıkanlar Toplum
İnsan, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, hakları kutsal

Araştırmalara göre insanın biyolojik bir makine olduğu fikrini savunanlar, insan haklarına gereken saygıyı göstermekte ayak sürüyor. İnsan, hangi bağlamda tanımlanırsa tanımlansın -ister dini ister biyolojik ister felsefi bağlamda- kutsal bir varlıktır ve haklarının ihlali kabul edilemez.

İnsan nedir?

Bu, belki de Batı felsefe geleneğinin en eski sorusu. Bugün insanın ne olduğu ile ilgili birbiriyle çelişen üç temel tanım üzerinde duruluyor. İlki Hristiyan teoloji görüşünü temel alır, insan Tanrı’nın imgesinden yaratılmıştır. Daha felsefi bir boyutu olan ikinci tanıma göre insan, bilinç ve muhakeme gibi özel yeteneklere sahip bir varlıktır. Üçüncüsü biyolojik görüştür, insanlar DNA’larıyla tanımlanır.


Bu konu yalnızca akademik bir tartışma olarak ele alınamaz. Bilim insanları bu tanımların gerçek yaşamda çok önemli yansımaları olduğunu düşünüyor, çünkü insanların birbirlerine nasıl davrandıkları bu tanımlara bağlı olarak değişiyor. Ayrıca bu tanımlardan herhangi birini savunanlar, kamuoyunun “yanlış” bir tanımı kabullenmesi durumunda insanlığa haksızlık edildiğine inanıyor.

Görüş farklılıkları

Hristiyan teologlar, örneğin, insanların Tanrı’nın imgesinden yaratıldığı fikrine karşı çıkıldığında insanların kutsal bir varlık olmaktan çıkacağını, dolayısıyla herkesin bir diğerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya başlayabileceğini ileri sürüyor. Bu şekilde işkence gibi şiddet içeren davranışların daha kabul edilebilir bir çerçeve içine çekilebileceğine dikkat çekiyor.

Öte yandan sosyal bilimciler ve biyo-etikçiler benzer şekilde biyolojik tanımı savunanların, insanları diğer hayvanlar veya nesnelerle aynı kefeye koyacaklarını ve bu doğrultuda hareket edeceklerini iddia ediyor. Sonuç olarak yoksul insanların organlarını satın almak gibi uygulamaların da daha kabul edilebilir bir uygulama olarak değerlendirilebileceği uyarısında bulunuyor.

Bunlar önemli iddialar. Peki doğru mu? Tarihe baktığımızda bazı olaylar bunun doğru olabileceğini işaret ediyor.

Bu tür bir paradigmatik iddiaya en iyi örnek Nazilerin insanları ırklarına göre sınıflamalarıdır. Bu yaklaşım ne yazık ki soykırım ile sonuçlandı. Benzer şekilde 19. ve 20. yüzyıllardaki ayırımcılık hareketleri, insanları kapasitelerine göre sınıflandırmış ve bu kapasitelere sahip olmayanlar değersiz bulunmuştur.

Bugünkü durum  

Bugün insan tanımında hangi görüş egemen? Bir kere şunu iyi bilmeliyiz ki insanın aslında ne olduğu önemli değildir; insanlar kendi doğruları çerçevesinde hareket ederler. Dolayısıyla tartışma şu ampirik soruda düğümlenir: İnsanlar ne düşünür ve diğer insanlara nasıl davranılmasını ister?

Amprik iddialar sınanabilir. Bu soruya yanıt getirebilmek için yapılan ilk sosyal bilim çalışmasında, ABD’de 3.300’den fazla yetişkine bu üç insan tanımına ilişkin ne düşündükleri soruldu. Ayrıca insanlarla ilgili şu üç ifadeye katılıp katılmadıkları sorgulandı:

-İnsanlar makineye benzer
-Hayvanlarla karşılaştırıldıklarında daha özel bir konuma sahiptirler
-Her insan biriciktir, diğerlerinden farklıdır
-Hepsi eşit değerdedir

Bunun amacı, birbiriyle çatışan insan tanımlarından herhangi birinin, insanlara nasıl davrandığımız ile ilgili olumsuz bir etki yaratıp yaratmadığını tartmaktır.

Deneklerden ayıca insan haklarına ilişkin şu soruları da yanıtlamaları istendi:

-Askerlerimizi yabancı bir ülkedeki soykırımı önlemeleri için riske atmalı mıyız?
-Yoksul insanların organlarını satın almak serbest bırakılmalı mı?
-İyileşme umudu kalmayan hastaların, mali kaynak israfına yol açmamaları için, intihar etmesine göz yummalı mıyız?
-Mahkûmlardan, onaylarını almadan kanlarını almalı mıyız?
-Masum insanların yaşamlarını kurtarmak için terör zanlılarına işkence yapılması kabul edilebilir mi?

Bu deneyden çok çarpıcı sonuçlar alındı. Bir kere denek biyolojik tanıma ne kadar yatkınsa, insanları makine gibi görme eğilimi de o kadar yüksekti.

İnsan haklarına ilişkin sorularda biyolojik tanım yanlılarının görüşleri şöyleydi: Soykırımı önlemek için askerleri riske atma fikrine sıcak bakmıyorlar; böbrek satın almayı doğru buluyorlar, eninde sonunda ölecek bir hasta için boşuna masraf yapılmasına gerek görmüyorlar intiharı destekliyorlar ve mahkûmlardan kan alınmasını doğru buluyorlardı.

Oysa tam tersi, teolojik görüşe yakın olanlar intiharı onaylamıyor ve istekleri hilafına askerlerden kan alınmasını doğru bulmuyorlardı.

Biyolojik tanım insan haklarına saygı duymuyor

Bu deneyin sonucunda biyolojik tanımı kabul edenlerin insan haklarına çok da saygıları olmadığı ortaya çıktı. Bu görüş ABD toplumunun %25 tarafından kabul görüyor. Ancak yukarıda sözü edilen çalışma, konu hakkında son sözü söylemekten çok uzak. Bu deney yalnızca insanların ne yaptığını değil, ne düşündüğüne ışık tutuyor.

Bu deney aslında önemli bir başka sorunu daha ortaya çıkartıyor: Biyolojik tanımı destekleyenlerin bir kısmı insan haklarına da gereken özeni gösterebiliyor. Bu pozisyonda olanlara en güzel örnek Richard Dawkins’tir. Dawkins’e göre insanlar DNA bazlı makinelerdir. Ancak Dawkins aynı zamanda insan haklarına da son derece saygılıdır, zaten İngiliz Hümanist Birliği başkanıdır.

Samimi ancak dar görüşlü

İnsan haklarıyla ilgilenen çok sayıda akademisyen, biyolojik insan tanımı ve insan haklarına saygı duyma arasında çözümlenemeyen bir sorun olduğunu kabul ediyor. Bu görüşü benimseyenlerin samimiyetinden kimse kuşku duymuyor, ancak biyolojik tanımın yaygınlaştırılması yönünde çaba harcandığında, insan haklarına duyulan kamu desteğinin de tehlikeye girme olasılığı artıyor.

Peki, ne yapılabilir? Eğer Dawkins önceliği insan haklarına veriyorsa, insanların Tanrı’nın imgesinden yaratıldığı fikrine de karşı çıkmaması gerekir. Kuşkusuz böyle bir şey olmayacak ve olmamalı da. Her durumda insan tanımının Hıristiyan versiyonunun, tarih boyunca hümanist olarak değerlendirilemeyecek pek çok olaya zemin hazırladığı biliniyor.

Çözüm

Dawkins gibi kamuoyunda saygın bir yeri olan kişiler, insanın tanımı ile insanlara nasıl davranılması gerektiği yolundaki görüş arasındaki bağlantının kesilmesi için önayak olabilirler. Bu, toplum için örnek alınacak bir davranış olarak algılanabilir. Bunun da tek yolu insanların kutsal bir varlık olduğu fikrini yaymaktır. Buradaki kutsallık kavramı, dini bir temele dayanmaz; pek çok ülke anayasasında belirtildiği gibi seküler bir yaklaşıma dayanır.

İnsanların kutsal bir değere sahip olduğu fikri, insanı biyolojik bir makine olarak tanımlayanların, aynı zamanda insan haklarına saygı göstermelerinin yolunu açabilir.

Reyhan Oksay

Kaynak: New Scientist, 6 Ağustos 2016