Sayın yetkililer, bu koşullarda yetenekli bilim insanlarının ülkeye geri döneceğine inanıyor musunuz? Ülkedeki koşullar değişmediği müddetçe bu önlemlerin beyin göçünü önleyemeyeceğini ve göçün daha da artacağını ve dışarıdan yetenekli bilim insanlarının gelmeyeceğini düşünmekteyim.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile TÜBİTAK, ortak bir çalışma çerçevesinde, TÜBİTAK tarafından yürütülen Yurda Dönüş Araştırma Burs Programı’nı Uluslararası Lider Araştırmacılar Programı’na dönüştürerek ülkemizde son yıllarda sıkça gözlenen beyin göçünü tersine çevirmeyi planlamaktadır. İyi niyetle hazırlanan bu programın kısa sürede hazırlandığı anlaşılıyor.
Ancak, bir hastanın tedavisinde nasıl ki analizler yapılarak önce teşhis koyulur ve sonra tedaviye başlanırsa, burada da ilk önce ülkeden beyin göçünün sebeplerinin kapsamlı bir şekilde araştırılması ve değerlendirilmesi, sonra nelerin yapılacağı konusunda karar verilmesi gerekirdi. Belki böyle bir çalışma yapılmış olabilir, fakat hali hazırdaki uygulama bunu göstermemektedir.
Bu programa hem yabancı uyruklu hem de yurtdışında çalışan Türk araştırmacılar dahil edilecektir. Program çerçevesinde deneyimli araştırmacılara aylık 24.000 TL, genç araştırmacılara 20.000 TL maaş ödenmesi düşünülmektedir. Ayrıca altyapı desteği olarak deneyimli araştırmacılar için 1.000.000 TL, genç araştırmacılar için 500.000 TL, bağlı oldukları kurumlara aktarılacaktır. Bunların yanı sıra araştırmacıların eş ve çocuklarına aylık 2.250 TL aile ödeneği sağlanacak, Türkiye’ye gelen aile fertlerinin tamamı sağlık sigorta desteğinden yararlanabilecek ve geliş uçak bileti masrafı da karşılanacak.
Bu program çerçevesinde değerlendirilecek araştırmacılarda aranacak olan en önemli nitelik, bulundukları ülkede başarılı bir kariyere sahip olmalarıdır.
Şimdi akla şöyle bir soru geliyor. Yurtdışında başarılı olan bilim insanları için önerilen bu koşullar, onları bu ülkeye getirecek kadar cazip midir? Çünkü yurtdışında başarılı olan araştırmacılar zaten bu vaat edilen maaşların çok üzerinde maaş almaktadırlar. Diğer bir aleyhte durum ise bu maaşların yalnız üç yıl boyunca ödenecek olmasıdır.
Peki 3 yıl sonra paraları azalacak mı?
Şimdi şunu sormak gerekiyor. Üç yıl sonra araştırmacılara ödenen maaşlar birden mi azaltılacak? Araştırmacıların bu duruma tepkisi ne olacak? Acaba daha düşük bir maaşa razı olacaklar mı yoksa tekrar yurtdışında kendilerine yer mi arayacaklar? Ayrıca hali hazırda çalıştıkları kurumlarda araştırma altyapısını kurmuş üretken kişiler Türkiye’ye gelip tekrar bir altyapı oluşturma zahmetine girerler mi?
Altyapı için verilecek destek kurumlara aktarılacak ve böylelikle araştırmacılar doğrudan harcama bürokrasisinin içine girmiş olacaklardır. Vaat edilen bu mali destek büyük bir olasılıkla çoğu deneyimli araştırmacının altyapı oluşturması için yeterli olmayacaktır.
Varsayalım, yukarıda söz konusu olan koşullar sağlandı, araştırmacılar altyapılarını oluşturdu ve çalışmalarına başladı. Peki bu durum bu ülke içerisinde çok zor koşullarda çalışan ve uluslararası düzeyde araştırma yapan başarılı araştırmacıları rahatsız etmeyecek mi? Onlara sağlanan olanaklar yurtiçinde başarılı olanlara da sağlanacak mı? Eğer bu yapılmazsa çok ciddi sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Aksi takdirde ciddi bir ayrımcılık yapılmış olacaktır.
Temel soru: Beyin göçü neden arttı?
Her şeyden önce cevaplanması gereken bir soru üzerinde durmak gerekir. Neden son yıllarda ülkemizden beyin göçü arttı ve de giderek artmaktadır. Bugün lise öğrencileri arasında yurtdışına gitme olanaklarını arayan çok sayıda öğrenci bulunmaktadır. Bunun ana nedenleri son yıllarda giderek artan toplum içindeki ayrımcılık, ötekileştirme, siyasiler arasındaki gerilim, ekonomik kriz, gelecek kaygısı, yüksekokul mezunu olanların %20 civarında işsiz olmalarıdır.
Diğer aleyhte durumlar ise birçok ailenin çocuğunu istediği devlet okuluna kaydettirememesi ve öğrencilerin İmam Hatip Liselerine gitmeye zorlanmasıdır. Bu durum aileleri ve genç öğrencileri huzursuz etmekte ve yurtdışı imkanlarını araştırmaya yöneltmektedir. Hali hazırda çocuğu yurtdışında olan birçok ailenin en sevdiği varlığı çocukları için “aman çocuğum yurda dönmesin” cümlesini rahatlıkla telaffuz edebilmesi ülkemizdeki eğitim durumunu aynı zamanda ülkenin durumunu ortaya koymaktadır.
Bir diğer önemli husus, gelecek olan araştırmacılara hür bir ortamın sağlanmasıdır ki bu nokta ödenecek olan maaşlardan daha da önemlidir. Araştırmacı fikrini serbestçe açıklayabileceği bir ortamda çalışmak ister. Doğruların eleştiriler sonucunda ortaya çıktığı gerçeği gözardı edilmemelidir. Bugün maalesef üniversitelerimiz suskundur. Acaba neden? Bilim insanı hür olmalı, fikirlerini serbestçe kamuoyu ile paylaşabilmelidir. Fikir özgürlüğünün olmadığı bir ortamda bilim özgürlüğü de olmaz. İşte Türkiye’de beyin göçünün diğer önemli sebeplerinden biri budur.
Üniversite ahbapların ekmek kapısı mı?
Sayın Cumhurbaşkanımız Türkiye’deki üniversitelerin neden dünyanın saygın üniversiteleri arasında yer almadığını sorgulayarak ciddi bir sorunu haklı olarak gündeme getiriyor. Bunun da nedenlerinin iyi araştırılması gerekiyor. Evrensel manada üniversite; bir ülkenin en yetenekli ve yaratıcı kişilerinin istihdam edildiği kurumlar olarak tanımlanır. Maalesef bu tanım ülkemiz için söz konusu değildir. Üniversitelerimiz çoğunlukla eş, dost ve ahbap ilişkileri ile doldurulan kişilerin ekmek kapısıdır. Durum böyle olunca kısa sürede bir kaç üniversitemizi dünyanın saygın üniversiteleri arasına sokmak, uygulanması planlanan Uluslararası Lider Araştırmacılar Programı ile de mümkün olmayacaktır. Bu konuyu uzun vadede çözmek için gerekli önlemlerin bugünden alınması gerekir.
Ne yapılmalıdır? Akademik kariyer yapacak elemanlar kesinlikle sadakate göre değil, liyakate göre alınmalıdır. Bunu yapmaya başladığımız zaman 20-30 yıl sonra arzu etmiş olduğumuz hedeflere ulaşabiliriz. Zaman zaman bazı vakıf üniversitelerimiz ilk 500 bandında yer almaktadır. Çünkü bu üniversitelerimiz elemanlarını liyakate göre seçmekte ve aşırı öğretim üyesi istihdam etmemektedir.
Bugün devlet üniversitelerinde görev yapan öğretim üyelerinin büyük bir çoğunluğu bir şey üretmemekte ve araştırmadan çok uzaktadırlar. Çünkü devlet üniversitelerinde öğretim elemanlarını sorgulayan bir mekanizma mevcut değildir. Oysaki Vakıf Üniversiteleri öğretim elemanlarını sorgulayan bir mekanizma geliştirmiştir. O halde üniversitelerimiz de kalitenin arttırılması için gerekli önlemlerin alınması ve sorgulama mekanizmasının geliştirilmesi gerekmektedir.
YÖK: Geriye gidiş var
Ancak YÖK’ün çıkardığı bazı yönetmeliklerle üniversitelerimizin kalitesinin artması bir yana her geçen durum daha da geriye gitmektedir. Örneğin, doçentlik sınavının kaldırılması, yabancı dil puanının düşürülmesi, ULAKBİM bünyesindeki dergilerde yayın yapma zorunluluğunun getirilmesi, doçentlik kriterlerinin iyileştirilmemesi, yapılan doktora tezlerinin ciddi bir şekilde incelenmemesi vb. nedenler üniversitelerimizi çağın gerisine götürdüğü gibi bazı öğretim üyelerimizi de etik dışı davranışlara sevk etmektedir.
Paralı dergilerde yayımlanan üç makale ve sahte kongrelerde sunulan uyduruk bildirilerle doçentlik unvanının verildiği, beş yıl bekleme sonrası profesör kadrolarına otomatik atamaların yapıldığı, verilen akademik ilanlarda neredeyse adayın fotoğrafının eksik olduğu bir sistemle üniversitelerimizi ilk beşyüz bandına sokmak hayal olur. Bugün üniversitelerimizde uygulanan yükseltilme kriterleri Avrupa ülkelerinin yükseltilme kriterleri ile kıyaslandığı zaman açık ara ile en kötü olanıdır.
YÖK’ün bir diğer uygulaması ise bir öğretim üyesinin çalıştıracağı öğrenci sayısını kısıtlamasıdır. Uluslararası Lider Araştırmacılar Programı çerçevesinde yurda dönüş yapan araştırmacılara çalıştıracağı öğrencilere verilecek olan burs sayısı da beş ile sınırlandırılmaktadır. Bu zihniyetle çok fazla bir şey yapılamaz. Yaygın etkisi yüksek kaliteli araştırmalar, büyük gruplar tarafından yapılmaktadır. Eğer yurt dışından kaliteli bir elemanı ülkeye getirmek ve gelecek kişiden maksimum seviyede faydalanmak isteniyorsa, araştırmacının çalıştıracağı öğrenci sayısına, vereceğiniz burs sayısına sınırlama getirilmemelidir.
ARGE: Yüzde 1
Bir diğer hususta ülkemizde AR-GE’ye ayrılan payın dünya ortalamasının çok altında olmasıdır. Gayri Safi Milli Hasıla’dan araştırmaya ayrılan payın %3’lere çıkarılması 1980 yıllardan beri tartışılmaktadır. Bu hedefe 2000 yılında ulaşılması planlanmıştı. Ne yazık ki aradan neredeyse 40 yıl gibi bir zaman geçmesine rağmen ancak %1’seviyesine ulaşabildik.
Elbette ki bu arada orta eğitime de el atmak gerekmektedir. Bu da öğretmenler sayesinde mümkün olacaktır. Gençlerimizin kopyacı, ezberci eğitimden uzak, araştıran ve sorgulayan bireyler olarak yetiştirilmesi şarttır. Öğretmenlerimizin yaşam standartlarının iyileştirilmesi bu hedefe ulaşmada yardımcı olacaktır. Çünkü onların geçim kaygılarının olmaması gerekir.
Ne yapmalıyız? Bilimde dünyada söz sahip olmak ve üniversitelerimizi gelişmiş üniversiteler arasına sokmak ancak kendi içimizden yetiştireceğimiz bilim insanları ile olacağını kabullenmek gerekir. Yoksa dışarıdan dolgun maaşla araştırmacı getirmeye çalışmak gibi çabalar çözüm olmayacaktır. Bu durum, Afrika’dan sporcu getirip, onları Türk Vatandaşı yapıp onların başarıları ile övünmeğe benzemektedir. Sporcumuzu da kendi içimizde yetiştirmemiz gerekir.
Sayın yetkililer, bu koşullarda yetenekli bilim insanlarının ülkeye geri döneceğine inanıyor musunuz? Ülkedeki koşullar değişmediği müddetçe bu önlemlerin beyin göçünü önleyemeyeceğini ve göçün daha da artacağını ve dışarıdan yetenekli bilim insanlarının gelmeyeceğini düşünmekteyim.
Prof. Dr. Metin Balcı, ODTÜ / mbalci@metu.edu.tr