Neden bilim? – Mehmet Özdoğan: Bilimi, bilim dünyası ve toplumla paylaşmak

Öne Çıkanlar Yaşam Bilimleri
Neden bilim? – Mehmet Özdoğan: Bilimi, bilim dünyası ve toplumla paylaşmak

Arkeolog olmaya karar verdiğimde öngörüm bilimsel çalışma yapmak değil bir şeyler bulup ortaya çıkartmaktı; bu bağlamda şansım ya da şanssızlığım Halet Çambel’in öğrencisi olmakla başladı. Ondan duyduğum ilk söz “arkeolojinin toprağı kazıp bir şeyler bulmak olmadığı, uygarlık tarihine yönelik sorulara somut verileri inceleyerek yanıt aramak olduğu ve ortaya çıkan bulguları veri, verileri de sistematik olarak ele alarak bilgiye dönüştürmemiz gerektiği” olmuştu.

Benim için önceleri soyut olan bu kavram Halet Hoca’nın Çayönü kazısına gittiğimde, kazıyı yöneten bilim heyetinde arkeologların azınlıkta, doğa bilimcilerin çoğunlukta olduğunu görünce, önce şaşırtsa da bir süre sonra somut bir biçim aldı ve “iş yapmak” ile “bilimsel çalışma” yapmak arasındaki ayırdı daha açık olarak görmemi sağladı. Halet Çambel Hoca’dan aldığım bir diğer ders, bilimin sürekli değiştiği, bu nedenle bilginin bellenmemesi, özümsenerek yeniliklere her zaman açık kapı bırakılarak anlamlandırılması olmuştu. Bunların yanı sıra bilim yapmanın iş değil görev olduğu, uzun erimli somut projelerle topluma yansıması gerektiği olmuştu.

Yaptığınız bilimsel çalışma, kapsamı ve içeriği ne olursa olsun, bilim dünyası ile paylaşılır, çalışmanın belirli bir bilim bilimsel düzeyi varsa, bilim dünyasında yankı bulur. Bilimsel toplantıların dışında paylaşımı kalıcı yapan da yayınlardır; ancak zaman içinde bilimsel yayının anlamı da tanımı da değişmiş ve halen de değişmektedir.


Benim kuşağım için önemli olan, bir bilim insanının yazısının bilimsel düzeyinin titizlikle hazırlanmış olması ve özellikle ele alınan konuyla ilgili atıf yapılmamış eksik bir yazının kalmamış olmasıydı; atıf yapılırken atlanmış bir çalışma, yazarın bilim dünyasını gereğince izlemediği anlamını taşırdı. Bu nedenle de çok yazı değil, nitelikli yazı yazması beklenirdi akademisyenlerden.

Zaman değişti, akademik kadrolarda yükselme, yazınızın yayınladığı derginin atıf indeksindeki yerine ve ayrıca da sizin kaç atıf aldığınıza bağlanınca, günümüzün gerçeği olarak üç şey değişti. Bunların ilki, yazınızın çok atıf alması için çok sayıda araştırmacının çalıştığı popüler bir konuda çalışmanız gereği, başka bir deyiş ile özgün yeni bir konu üzerinde çalışan bilim insanları kaybeden oldu. İkincisi, atıf indeksi yüksek bazı dergiler yazınızı basmak için para ister oldu, bir pazar açıldı. Daha da vahimi, sistemin çok sayıda yayın talebiyle getirdiği zorlama, genç akademisyenlerin akademik puan gereksinimini karşılamak için her üniversite birdenbire dergi çıkartır oldu, kimsenin görme olasılığı olmayan bir dergi enflasyonu oluştu. Gerçekten nitelikli olan, tutumunu bozmamakta direnen saygın dergilerin üzerinde de “şunun yazısını basın, iyi bir arkadaştır” baskısı şantaj düzeyinde gelişti. Bu nedenle saygın bazı Alman Dergileri atıf indeksine girmeye reddeder oldu.

Yukarda özetlediğimiz, bilim dünyası içindeki yayın politikalarının günümüzdeki durumudur. Topluma yönelik bilim yayıncılığını ise bundan tümüyle farklı düşünmek gerekir. Bu bağlamda temel sorun, bilim insanının ürettiği bilginin toplumun her kesiminin zorlanmadan okuyacağı ve anlayacağı çizgiye aktarımı, daha doğrusu “kültürel çevirmen” olarak adlandırılan, bilgiyi deforme etmeden çevirebilen ara kesimin eksikliğidir.

Biz bilim insanları, ne kadar çabalarsak çabalayalım dilimizi de, önceliklerimizi de bilgiyi toplum ile paylaşmaya uygun duruma getiremeyiz. Kültürel çevirmenin de bizim alanımızın temel çizgi ve terimlerini bilmesi ve topluma aktarabilecek kadar da toplumu anlaması gerekir.

Her ne kadar Herkese Bilim ve Teknoloji, Sarkaç, Meraklısına Bilim, Bilim ve Teknik gibi dergiler bu açığın kapanması için yadsınmaz katkı sağlıyorsa da, ülkemizin bilim alanındaki canlılığı ve dünyada her alanda hızlı gelişen yenilikler göz önüne alındığında bu yayınların sayısının yeterli olduğunu söylemek güçtür.

Prof. Dr. Mehmet Özdoğan