İşçi olmak… Yeni bir 1 Mayıs daha..

Özlem Yüzak Y
İşçi olmak… Yeni bir 1 Mayıs daha..

Ekonominin tüm yükünü sırtlayan onlar... Çarkları döndüren de onlar. Yani işçiler, emekçiler...

1.5 yıla yaklaşan pandemi, kısıtlamalar, kapanmalar emekçinin önemini daha da bir gözler önüne sererken en büyük bedeli ödeyenler de onlar oldu. Sağlıklarını hatta yaşamlarını kaybederek... İşlerinden olarak... Ya da köle düzeninde çalışma koşullarına itilerek... Ücretsiz izne gönderilip açlığa mahkûm edilerek...

Bildik konu ama tekrarlamakta yarar var. Hatırlamakta ve hatırlatmakta...


İnsanın emeği üzerinden yükselir kapitalizm. Emeğin karşılığı da “ücret” adı altında ödenen parasal bir değerdir. Bireyin günlük çalışma saatine göre hesaplanır temel olarak. Üreticinin, işçinin kendi emeğini yeniden üretebilmesi için ihtiyacı olan gereksinimleri karşılayabileceği parayı elde etmesi için... (Barınma, gıda, ısınma, giyim, eğitim..)

Emeğinin gerçekten karşılığı mıdır? Tabii ki değil... Çünkü işçinin aldığı ücret, kapitalistin kârı düşüldükten sonra ödenir. Ayrıca bireyin çalışma saatlerinin üzerinde her fazladan çalışması kapitaliste ekstra kâr olarak geri döner.

İşte bu bildik durum bozuldukça bozuldu. Hâlâ da bu sürüyor.

Çalışanların, emekçinin gelirinin milli gelirdeki payı sürekli olarak düşüyor. Bu da gelir adaletsizliğini, toplumsal eşitsizliği körüklüyor. Dünyanın birçok ülkesinde böyle. Türkiye de başı çekenlerden... Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) verilerine göre 1970’lerin sonlarından beri 133 ülkenin 91’inde, milli gelirleri içinde ücretlilerin payı sürekli olarak düştü. Şirketler maliyetlerini düşük tutarak daha ucuza mallarını satabilmek için maaşları düşük tutma eğilimi içine girdiler. Buna karşın şirketlerin elde ettikleri kârların milli gelir içindeki içindeki payı büyüdü. IMF ve OECD’de de benzer rakamlar var. Sonuç: Giderek artan gelir eşitsizliği, azalan talep ve işgücü verimindeki artışın azalması. 

Bir diğer bağlantılı konu daha var. Bahçeşehir Üniversitesi’nden Fırat Kara’nın Herkese Bilim Teknoloji dergisindeki “Kapitalist çalışma koşullarında insan sağlığı” başlıklı yazısı son derece önemli. Kara, “Peki, bu durumun iş kazalarına etkisi nedir” diye soruyor. Yine ILO verilerine göre dünyada her yıl 3.2 milyondan fazla insan iş kazaları ve işle ilgili hastalıklar yüzünden yaşamını kaybediyor. Anlayacağınız, koronavirüs pandemisi yüzünden yaşamını kaybeden insan sayısı her yıl sürekli olarak tekrarlanıyor; iş kazaları ve hastalıkları nedeniyle.

Türkiye’de sosyal güvenlik kurumu verilerine göre 2018 yılında toplam 430 bin 985 iş kazası meydana geldi. Bunlar içinde ölümcül kaza sayısı 1541 olarak belirtiliyor. Bir diğer deyişle Türkiye’de 280 kaza başına 1 ölümcül kaza meydana geliyor. Rakamlar Türkiye’de her gün 4.2 işçinin hayatını kaybettiğini gösteriyor. Hem Eurostat hem de Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) verilerine göre Türkiye, Avrupa’da iş kazalarında en fazla insanın hayatını kaybettiği ülkeler sıralamasında birinci.

PEKİ, NEREYE KADAR? 

Eşitsizlik, dünyanın önemli sorunlar listesinde artık ilk sıralarda ve liberal ekonominin en sıkı savunucuları bile bu durumdan rahatsız. Ücretli bir büyüme stratejisinin, sürdürülebilir bir ekonomik büyümeyi destekleyeceği ve bunun için radikal adımlar atılması gerektiği tartışılıyor. Ama nasıl?

Ücretlerin payını doğru politikalarla yeniden artırmak mümkün. Finansal sistemi yeniden düzenleyerek, sendikaları destekleyerek, sosyal güvenlik ağları ve eğitim fırsatları ile çalışanları güçlendirerek...

Tüm bunları sistemin kendisinden beklemek sadece enayilik olur. Kapitalist sistemin kâr hırsını törpüleyebilecek iki güç var sadece: Toplum bilinci ve sosyal devlet. Ve her ikisinden de giderek uzaklaşılıyor ne yazık ki...

21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamak üzereyiz. Emeğin sömürüsüne göz yumarak, eşitsizlikleri artırarak insanlık kendi ayağına kurşun sıkıyor, farkında değil...

Özlem Yüzak

*Bu yazı 30.04.2021 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı.

Özlem Yüzak

Bilgi işçisi olarak tanımlıyor kendini... 15 yılı aşkın süredir Cumhuriyet Gazetesi’nde ‘Bilgi Toplumuna Doğru’ adlı köşesinde çağdaş dünyanın anahtarı olan bilgi, bilim ve eğitimin önemi üzerine yazıp duruyor. İnsanın doğa ve insan üzerinde kurduğu iktidardan dehşetli rahatsız; bu yüzden sürdürülebilir kalkınma, toplumsal cinsiyet, iklim değişikliği yine ilgi duyduğu alanlar arasında. “Kıskaçtaki İnsan ve İsyan” adlı bir kitabı bulunuyor.