Birlikte düşünelim – 1

Ali Akurgal
Birlikte düşünelim – 1

Geleceği düşünmek: Şirketlerin, ülkelerin, büyümeleri, yöneticilerin “gelecek” hakkındaki kestirimlerinin ne kadar doğru olduğuna bağlıdır. Geleceği doğru olarak görebilenler, doğru alanlara yatırım yapabilirler, sunacakları ürün ve hizmetlerin talebi ve değeri yüksek olur. Ama, çoğu zaman, yöneticilerin, günlük işler ve sorunlar içinde boğulduklarını ve gelecek hakkında düşünmeye bile vakitlerinin olmadığını görürüz. Ya da, günlük sorunlara harcanan paradan geleceğe yatırım yapmaya bir şey artmadığı için, olsa da planlar uygulanmaz.

Geleceğe ilişkin üç çalışma: Netaş’ın teknoloji bölümünde çalışan Nazan Tuğbay, 1992-94 yıllarında, AB’nin ne yapacağını gözlemek için girdiği “European Information Infrastructure” planı çalışmasında, bu belgeyi hazırlayan 11 kişiden biri oldu. Ardından, AB’nin çalışmasındaki deneyimi ile, Türkiye için, TÜBİTAK tarafından yapılan benzer bir çalışmaya katıldı. Bu çalışma, TUENA, 15 yıl sonrasına kadar kestirimlerde bulunuyordu. Aradan 15 yıl geçtiğinde, kestirimlere baktığımızda, %2-%5 sapmalar ile doğru olduklarını gördük. Birçok yenilikle, örneğin “on-line government” terimiyle de ilk defa bu belgede karşılaştık. Günümüzde bunlar “olağan”.

Buna karşılık, 30 yıl önce yapılmış bir başka çalışmada Yusuf Işık’ın ortaya koydukları, bugün tüm tazeliği ile geçerliliğini koruyor: “bilimin … başlıca rekabet gücü kıstasını oluşturması”; “hangi sistem yaklaşımları ve teknolojilerin öne çıkacağı”nı HBT’de tartışmıyor muyuz? Yusuf Işık’ın saptamaları, bunları hâlâ tartıştığımıza göre, ele alınmamış. Ele alınmazsa endişesiyle geleceği düşünmemek olmaz.


Birlikte bakalım

Siz okurlarımdan da düşüncelerinizi, paylaşmak için bekliyorum. Sorularla giriş yapayım:

Bir kuşak sonra “ev sâhibi olmak” mı geçerli olacak, yoksa otelde kalır gibi 3 gün orada, 5 ay burada “rezidanslarda” ya da tatil beldelerinde yaşamayı mı seçeceğiz? Eğer ev sâhibi olmak yaşam tarzımızdan çıkacaksa, arayacağımız bir dizi, bugün alışık olmadığımız hizmet gerekecek. Elbette bunların teknolojileri ve altyapıları da. Gene, bir kuşak sonra patatesi soyup soğanı doğrayıp yemek mi yapacağız, yoksa hazır yemek mi ısıtacağız, yoksa dışarıda mı yiyeceğiz / dışarıdan mı ısmarlayacağız? Gıda endüstrisi, elbette “evde yemek pişmesin” ister. Ya siz?

10 sene sonra elektrikli ve şoförsüz otomobiller yaygınlaştığında kendi arabanızın sâhibi olmaktan vazgeçip, cep telefonunuzdan çağırdığınız bir taneye binip, “beni şu adrese götür” diyerek; vardığınız yerde, “git nerede istersen kendini orada şarj et” diye aracı başınızdan savmayı mı düşünürsünüz?

Bir kuşak sonra hâlâ “işe gitmek” gerekecek mi, yoksa işinizi evinizden mi yöneteceksiniz, bilek gücü gerektiren tüm işleri de üretim robotları mı yapacak? Sinema diye bir şey kalmayacak, sinemalar konutlara mı taşınacak, yoksa konut sizin malınız olmayacaksa her binada bir sinema mı olacak? Ya konser? veya opera, bale?

Gazete, haber, TV neye evrilecek?

Karşımızda, “şöyle olursa böyle olur” dedirten bir dizi yaşam tarzı değişikliği. Bunlar gerçekleştikçe, yeni iş alanları, yeni uğraşlar ortaya çıkacak, yeni teknolojilere ihtiyaç duyulacak. Teknolojilerden değil, yaşam tarzlarından yola çıkmak, doğru kestirimler için anahtar. Ama tabii, elde edilebilir teknolojileri düşlemek şart.

Ali Akurgal / [email protected]

Not: Önceki yazımla ilgili, düşüncesizliğim için bir özür. Buzların erimesiyle denizin yükselmesi arasındaki şu bağı düşünememişim: Kuzey kutbundaki buzlar denizde yüzüyor. Bunlar, denizin içindeki ve üstündeki kısımlarıyla, zâten “ağırlıkları kadar su taşırmış” durumdalar (Arşimed prensibi). Dolayısıyla bunların erimesi ya da yeniden donması, deniz seviyesini etkilemez. Ancak, yeni yağışla kuzey kutbuna daha fazla buz eklenirse, bunların taşıracağı su, deniz seviyesini yükseltir. Denizi asıl yükseltecek olan, karadaki, özellikle de Antarktika karasındaki buzulların erimesi. Ama önce atmosfer aşırı su yüküyle yükleniyor.

Bu yazı HBT'nin 182. sayısında yayınlanmıştır.

Ali Akurgal