Bu seneyi Kovit’le geçirdik, şimdi ArGe Konuşma zamanı

Ali Akurgal Y
Bu seneyi Kovit’le geçirdik, şimdi ArGe Konuşma zamanı

2020 boyunca en önde gelen sorunumuz KOVİT-19 salgını oldu. Her yazı hazırlamaya oturduğumda, salgındaki gelişmeler ele almak istediğim konulara baskın çıktı. Senenin yarısı yazılarımı salgına ayırmış oldum. Bu yazıdan başlayarak, dizi şeklinde ArGe üzerine eğileceğim. Böylece “Politik Bilim” köşesinin hakkını vermeye çalışacağım. Anlatacaklarım, bir yerde benim de meslek yaşamımdan kesitler, ama aslında Türkiye’nin teknolojiyle serüveni.

ArGe neden gerekli?

Dilimize dolamışız, yeterince ArGe yapmıyoruz diye. Doğru, doğru da, neden gerekli bu çalışma? Yanıt basit: “ekonomi için gerekli”.


Ucuz işgücüne dayalı ekonomi ile gelebileceğimiz düzeyin sonuna ulaştık. Bakınız, bu sene, çeşitli nedenlerle Türk Lirası, yabancı paralar karşısında önemli bir değer kaybına uğradı. Bunun anlamı, bizim ortaya koyduğumuz işçiliğin yabancı para karşısında neredeyse yarı yarıya ucuzladığı. Ucuzlayınca ne oldu? İhracat yaptığımız pazarlarda ucuzlayan emeğimiz karşısında rekabet üstünlüğü kazandık da, bizim malımıza hücum mu oldu? İhracatımız 3-4 kat arttı mı? Böyle bir şey olsaydı duyardık ve salgına rağmen bayram ederdik. Olmadı. Neden? Nedenini seneler önce Prof. Alkin şöyle açıklamıştı: “Ne kadar gazlarsan gazla, bu araba bu kadar gidiyor”. Evet ucuz işgücü ile varabileceğimiz düzey bu. Fazlasını istiyorsak, başka bir şeyler daha yapmamız gerek. Bizden ileri ülkelere baktığımızda, o başka bir şeylerin, ileri teknoloji ürünleri yapmak olduğunu, bunun için de önce araştırma sonra da özgün geliştirme çalışmaları yaptıklarını görüyoruz.

Türkiye’de ArGe

Cumhuriyetin kuruluşu ile, Osmanlı’nın tıp alanındaki araştırma çalışmaları düzenli ve programlı şekilde ele alınmış ve toplumu kırıp geçiren hastalıkların aşıları üretim teknikleri araştırılıp geliştirilerek aşı üretimi yapılmış. Bunun sonucunda da toplum sağlığı önemli ölçüde iyileştirilmiş.

Ama, “fabrika kurma”ya sıra gelince, örneğin Nazilli bez fabrikasını Rusya’ya kurdurmuşuz. Sanırım karşılığını tarım ürünleri ihracatı ile ödemişiz.

Sanayi üzerine geliştirme çalışmaları da yok değil. Üstelik nitelikli ürünler ortaya koymuşuz: Nuri Demirağ’ın ve Vecihi Hürkuş’un uçak tasarımları ve üretimleri, Şakir Zümre’nin bomba (mühimmat) fabrikası, sisli puslu anılar olarak anlatılmakta. Cumhuriyet kurulduğunda (bu anlatımı köşe yazarı duayeni Hasan Pulur’dan okumuştum) “gaz lambasının fitilini yukarı iten mekanizmaya makine denir ve ithal edilirdi” noktasında imişiz. Çok kısa sürede uçak yapabilir noktaya gelmek de ilginç. Kuşkusuz, uçak tasarlayabilmek için esaslı bir araştırma gerekiyor. “Buluş” yapmaya gerek olmasa bile teknikleri araştırıp bulmanız ve kendi uygulamanıza göre uyarlamanız gerek. Bütün bunları başaran da “özel sektör”.

Sanayi

Beyaz eşya üretim devlerinin başta yabancı lisansı altında üretim yaptıklarını hatırlayın. O sıralarda “ithal ikâmesi”, diğer bir deyişle yurt dışından getirilen ürün yerine yerlisini yapmak, en önemli hedeflerden biriydi. Kendi teknolojisine yaygın biçimde sâhip olan ise gıda endüstrisiydi. Burada “formüller” gizli tutulur ve babadan oğula aktarılırdı. Formüllerde yenilik yapmak çoğu yerde sahtecilik olarak karşılanır ve gelenekler korunurdu. Dolayısıyla bir ArGe çalışmasına da pek gerek görülmezdi. Ama gene de helvanın yağı sızmasın diye içine stearin katmak gibi yöntemler 1960larda “bulunmuş”tu.

Büyük fabrika ve tesisler kurmak için ise, devlet yabancılardan hizmet alırdı. Petkim, Seydişehir Alüminyum tesisleri gibi. Özel sektörün bu boyutta fabrika ve tesis kurmak için bilgi ve becerisi de yoktu, sermayesi de. Fabrika kuran fabrika yapmak, 1970lerin sloganı olmuştu. Araştırma bu dönemde üniversitelerde yürütülen bir çalışma şekliydi; sonuçlarının sanayie yansıması sık rastlanan bir olay değildi.

Yeni yılınız, sağlık, mutluluk ve bereket getirsin. Yeni senenin ilk yazısında, teknolojide ilk adımları anımsatacağım.

Ali Akurgal