İleri teknoloji

Ali Akurgal Y
İleri teknoloji

Ülkemizin teknolojideki yeri arzulanan düzeyde değil. Eğer iyileşmezse de kişi başı gelirin artacağı ve orta gelir eşiğini aşacağımızdan pek ümit yok. Teknoloji düzeyini artırmak için en kestirme yol, kendi üniversitesinde geliştirilen kazanılan bir temel yetkinliği; kendi sanayisinin; kendi tasarladığı bir üründe kullanmak üzere teknolojiye dönüştürmesi.

“Küresel ekonomi” sözleriyle başlayan ve tek yolun bu olmadığını anlatmaya çalışan sözler de doğru elbette. Ama, o yolla düzey yükseltmek çok daha uzun süre gerektiriyor ve yükselen düzey yüzeyde kalıyor, derine işlemiyor. Öyle ki, o üretirken kullandığınız ileri teknolojide bir sorun olsa, çözmek için kendi ülkenizin üniversitesine değil, bir yabancı ülkenin üniversitesine başvuruyorsunuz.

Yükselen çıtayı kovalayabiliyor muyuz?


Ülkemizde ileri teknoloji ile üretilen malların sayısı ve toplam değeri, belirlenmiş listeye göre artıyor. Ama, bir teknolojinin sınıflandırması da sürekli değişiyor. Listeyi güncellemek gerek. On sene önce ileri teknoloji sınıfına alınan bir malı üretip hâlâ ileri teknoloji sayıyorsak, büyük olasılık kendimizi aldatıyoruzdur. Değişim hızlıdır. On sene önce kullandığınız cep telefonlarını hatırlamanız, bu hızlı değişimi görmek için yeterli.

Ülkemizde ileri teknolojinin her gün biraz yükselen çıtasını kovalayan ve o çıtaya hep biraz daha yaklaşan bir sektör, savunma sanayii. Bu başarının ardında, kanımca, Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın iş bölümü ve koordinasyonu yatıyor. Benzer olayı sivil sektörde ne yazık ki oluşturamadık. Koordinasyon “serbest piyasa ekonomisi”ne iş paylaşımı da “arz-talep dengesi”ne bırakılmış durumda. Evet “liberal ekonomik yaklaşım”da kural öyledir ama sorarım: Kore o sıçramayı, liberal ekonomiyle mi yaptı?

Küreselleşmenin etkisi

Küresel ekonomide, bir ara malını, bir alt sistemi nerede daha ucuz ve güvenilir, kaliteli bulursanız, oradan, o ülkeden alma olanağı var. Bize Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarında teknik üstünlük sağlayan savunma ürün ve silahlarımız için de bu böyle. Savunma Sanayi Müsteşarı’nın bir söyleşi programında ifade ettiği gibi “yerli tedarik” %70in üstüne çıktı, bu övünülecek bir durum ama, o ürünlerin içerisinde başka ülkelerden temin edilen hammadde ara malı ve alt sistemler yer almakta. Dış politikadaki kutuplaşmalar nedeniyle bir kısım ülkelerin size o malını, alt sistemi, hattâ yedek parçayı veya hammaddeyi satmadığı dönemler de oluyor. Böyle dönemler yaşadık, yaşıyoruz ve göründüğü kadarıyla yaşayacağız. Taaa ki, bütün tedarik kanalları kapandığında o ihtiyacı da yerli olarak karşılayacak düzeye gelene kadar.

O zaman kimseye “muhtaç” olmadan her türlü ihtiyacınızı karşılayabiliyorsunuz. Ama biz, tarımda bile kendi kendine yeten ülke olmaktan uzaklaşıyoruz. ABD bile buna önem veriyor ve bu durumunu koruyor. AB ise, sanayi başta, işte tam da bunu sağlamak için kuruldu. Türkiye, AB içerisinde yer alıp o büyük bütünün kendi kendine yeterli olması esasında kurmuştu dengeleri. Ama bu bir türlü gerçekleşmeyince, zorluklar çekmeye başladık.

Birlik için “ne istedilerse verecek” bir politika elbette izlenmemelidir, izlenmeyecektir. Ama AB’nin temelinde usanmadan ve usandırmadan müzakere etmek ve uzlaşmak yatar. Biz galiba bu yeteneğimizi kaybettik. Bunu tekrar kazandığımızda konuşur, görüşür, uzlaşır ve kendi kendine yeten bütünün bir parçası olabiliriz. Aksi durumda, kendi kendine yetebilmek için bir kısım işleri küresel ekonomideki değerinden daha pahalı olarak kendimiz yapmak durumunda kalırız. Bir kısıtlamaya konu olabilecek belki de en son ve teknolojik düzeyi en düşük ürün ama, saman ithalini düşünün. Diyelim kimse satmadı. İki katı fiyatına kendimiz üretirsek, et ve süt fiyatları nereye koşar, bir düşünün.

Ali Akurgal / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 112. sayısında yayınlanmıştır.

Ali Akurgal