Türkiye’de cehaletin doğası

Doğan Kuban
Türkiye’de cehaletin doğası

Neyin cehalet olduğunu yeniden tanımlamadan, cehaletten söz etmenin anlamsız olabileceğini yeni öğrendim. Önce yaşadığımız dünyanın, sözünü ettiğimiz dünyadan farklı olduğunu, sonra bilgimin, ciddi bir çaba gösterdiğim halde, toplumun ve dünyanın içinde yaşadığı değişimi anlayacak kavramsal aydınlığa sahip olmadığını anladım.

Doğan Kuban

Dünyada olan bitenleri yüzeysel olarak anlıyoruz. Fakat bunlar, bilmediğimiz yeni oluşumların modası geçmiş bir jargonla ifade edilen içi boş kılıflarına dönüşmüş. Biz hala sıradan okumuşlukla cehaleti eş anlamlı kullanıyoruz. Herkesin ilkokula gittiği bir ülkede bu doğru değil. Fakat hala okumamış olanların yaşadığı Türkiye’de ‘mürekkep yalamışlığı’ okumuşluk kabul eden bu toplum cahil kalmakta devam ediyor.


Günümüzün değişik bir cehalet ölçeği olması gerek. Bilgi artışı ve birikimi o denli yoğun ki, bir uzmanın sadece kendi alanında bile, yenilikleri izlemesi olanaksız hale geldi. Okumanın evrensel bir zorunluluk olduğu günümüzde sadece cehalet basamakları var. Gerçi hala Orta Çağ karanlığında yaşayanlar da var. Müslümanların bir bölümü bunlara dâhil.

Yine de çağımızın bilgisizliği ortaçağ bilgisizliği değil. Çünkü dünyanın ulaştığı iletişim aşamasında görsel ve duyusal ortam dünyayı yansıtmakta öğretimden çok daha güçlü.

Hükümetleri iktidara getiren ne?

Tüketim dünyasında yaşayan insanlar, bilgiyi okulda elde etmemiş olsalar bile, yaşamlarını etkileyen her şeyin varlığından haberleri var. Otomobil sahibi olup adam ezmek için fizik okumak gerekmiyor. Oy vermek için de iyi öğretim almış olmak gerekmiyor. Hükümetler otomobil satanla oy veren desteği ile iktidara geliyorlar. Bu bağlamda siyasi partileri ayakta tutan, hükümetleri iktidara getiren bilgi değil, eskiden kalma bir politik mekanizma olduğu açık.

İletişim, bilim-teknoloji çağında, dünya, bunlarla ilgisi fazla olmayanların oylarıyla idare ediliyor. Bu oldukça uzun ömürlü, zamanla gelişmelere ayak uyduran bir sistem bile olsa, bugün ‘caduc’ olması gerekir.

Bilgi yerine oy geldi, bilgelik değil

Çağdaş toplumlarla onları yönetenler arasındaki uyumsuzluk insanlığın çözemediği bir sorundur. Bugünkü durum kral ve sultanlardan daha iyi olsa da, günümüzün gelişmiş ve uygar denen toplumları için sadece yetersiz değil, ilkel bir sistemdir. Gelişmemiş, yeteri kadar aydınlanmamış toplumların yaşadığı ülkelerde ise, eskiyi aratacak kadar dejenere olabiliyor.

Dünyanın en insafsız despotları 20 yüzyılda ortaya çıktı. 21. yüzyılda da geleneği sürdürenler oluyor. Hitler’in Avrupa’nın en uygar ülkelerinden birinde ortaya çıkması, bilginin ve uygarlık dediğimiz davranışsal dünya görüşünün, politik iktidarla doğrudan ilişkisi olmadığını bilimsel olarak kanıtlamıştır. Gerçi bu yeni bir haber değil. Gerçekten bilge insanlar hiç bir zaman iktidara gelmek istememişlerdir. Hükümdarlar, en bilgili insanlar hiç olmadı. Kimi gücünü tanrıdan, kimi gelenekten, kimi fiziksel güçten almıştı. Şimdi bilgi yerine oy geldi. Fakat bilgelik gelmedi.

Bilgi yönlendirilen cehalet aracı

Ne var ki nüfusu 7,5 milyar olan dünyanın sorunları, tarihten öğrendiklerimiz değildir. Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’ndaki nüfusu 10 milyondu. Bugünkü nüfusu 80 milyon. 1950’de İstanbul nüfusu henüz bir milyon olmamıştı. Bugün 20 milyon. 1950 Türkiye’sinin nüfusu kadar. Bugün öğrenci nüfusu ise Türkiye’nin 1950’deki nüfusundan fazla.

Günümüz teknolojisi, bu yüzyılın başından bu yana neredeyse 5 yılda bir kendini yeniliyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında dış borçsuz olan bir Türk devleti varken, bugün insan başına borcu Birleşik Amerika’dan sonra gelen bir devlet var.

Bilgi, günümüzde, yönlendirilen bir cehalet aracıdır. Buna bir ölçüde herkes dâhil. Yönlendirilen ve yönlendirilemeyen arasında, o toplumun geri kalmışlığı ile orantılı bir fark var.

Temel sorun: Duyarlı kesimlere ulaşmak

Fakat dünyanın 500 yıldır tartıştığı ve sonuçlandıramadığı temel sorun, dünyanın gerçeklerini anlamadıkları için geleceklerini mahkûm eden cahillerle değil, tümden geleceği tehlikeye girmiş toplumun duyarlı kesimlerine ulaşmanın yöntemini yaratmaktır, bulmaktır.

Çarpık ilişkiler üzerine kurulu bir dünyada yaşıyoruz. Toplumları yönlendirenler onları sömürenlerin arasından çıkabiliyor, ya da onlara hizmet ediyorlar. Amerika başkanlık seçimlerini izleyin.

Son analizde, insan aklının doğrudan yana olduğuna inanıyorum. Berlin’de oturan adam, Amazon yerlisinden daha uygar bir ortamda yaşıyor. Yani tarihi gelişmenin öğrettiği daha iyi bir gelecek umudu var.

İnsanın yüceltici, iyilik ve güzellik dolu eylemleri de, hayvanlardan çok daha kötü özellikleri de var. İşkence, acımasızlık, cinayet, milyarlarca insanın aç bırakılması bizim türe özgü davranışlardır.

Yine de doğru düşünen, güzeli yaratan, haksızlık ve yalana başkaldıran, bilim, felsefe, etik, edebiyat, sanat, musiki, tiyatro, opera üreten, toplumları demokrasi denilen düzeye ulaştıran bir geçmiş aklın, kötülükten çok iyilikten yana çalıştığını kanıtlıyor.

Toplumun göremediği gerçek

İnsanın kafasını karıştıran bir durum var: Sömürü ve savaşın devam etmesine karşın, en uygar ve demokrat toplumların en zengin toplumlar olması ve cahil toplumları sömürmeleri. Gelişmiş toplumlar, herkesin bildiği mekanizmalarla kendilerinden daha cahilleri sömürüyor. Ona karşın, despotlar daha çok gelişmemiş ülkelerde türüyor. Uygarlık Eldoradroları, insanlığın umudu olarak batıda. Kapılarında göçerler.

Bu bağlamda ülkede genel bilgi düzeyinin yükselmesi, bilinçlenmiş bir politik irade ve yoğun bir entelektüel çaba gerekiyor. Toplum bu gerçeği göremediği sürece bu umut gerçekleşmeyecek!

Çağdaş yaşam, bilimin olanakları içinde tanımlanabilir. İnsanlık uygarlığa bu sorumluluk bilinciyle ulaştı. Cumhuriyetin yolu da buydu.

Sorunlarımız çözümsüz

İkinci Dünya Savaşı'ndan kurtulduktan sonra, dünya ile birlikte, Amerika’nın eline düştük. 1950’den sonra dışarıdan kurgulu bir demokrasi bozuntusu ile ordu arasında oynanan ve 1980 darbesine kadar süren bir süreçten geçtik. Kentleşme-kırsallaşma, sanayileşme karışımı bir az gelişmiş toplum sürecine girerek, bugüne ulaştık. ‘Gelişmekte olan ülke’ adını taşıyan Türkiye, dünya sıralamasında Megalopolis yozlaşması aşamasında, az gelişmişlik kategorisinde yer alıyor. Türkiye Yirminci Yüzyıl dünyasında, 1950’ye kadar, örnek gelişme gösteren bir ülke idi. Şimdi sorunların çözümü yok.

Bilinçlendirmek uygarlık sorumluluğudur. Aklımız, eğitimimiz, bilgimiz oranında çevremizi aydınlatmak zorundayız. Bu küçük aydınlık odakları toplum sinerjisini, toplumun gelecek umutlarını korumağa yardım edecektir. Bu çağdaş bir insani dayanışma örneğidir. Dayanışma insan sevgisinden kaynaklanırsa amacına daha kolay ulaşabilir. Bu davranışlar, insanlık bilincinizin kişiliğinizi ve varlığınızı zorlayan enerjisinden, insanlık ve sorumluluk duygusundan kaynaklanır. Bunun ölçütleri evrensel ve bilimseldir. Politik değildir.

Öncül teknoloji üretiminde yeterlilik bunun meyvasıdır. Ülke ekonomisine giderek daha çok yük olan büyük kentleri şişirerek değil, ülkeye yayılmış bir ileri sanayileşme çabası ve ona paralel bir teknik öğretimle gerçekleşebilir. Bu düşünceleri üretecek entelektüel ortamın gelişmesi, toplumun zaman içinde, çağdaş uygarlık aşamasına ulaşmasıdır.

Uçurum kenarında dolaşan aydınların görevi bu aydınlığın yayılmasıdır.

Doğan Kuban