Selfie, kozmetik yarattı

Edip Emil Öymen
Selfie, kozmetik yarattı

Amerikan Tıp Derneği’nin Plastik Yüz Cerrahisi Dergisi’nde yayınlanan bir makale, yepyeni bir sağlık sorununa işaret ediyor: Selfie (özçekim) sayısı arttıkça, çekilen görsele uygun plastik yüz cerrahisi yaptırmak isteyenlerin artışına... Şöyle: Selfie’sinin görseline fotoşop yapıp, sonra da cerraha gidip, “Böyle olmak istiyorum” diyorlar (doi:10.1001/jamafacial.2018.0486). Selfie, dijitalleşmenin sunduğu bir yenilikken, tıbbi, psikolojik sonuçlara yol açabilecek yepyeni bir toplumsal sorun yaratmaya aday. Vücudunun her hangi bir yerinde bedensel bir bozukluk, bir kusur olduğuna inanıp, bunu “düzeltmeye” karar vermenin tıpta adı var: Bedensel dismorfi. Şimdi ise, çektiği selfie’ye bakıp, yüzünde bir “sorun” olduğuna inananlar için “Snapchat dismorfisi” denilmeye başlandı. Bu durumun fobiye (patolojik korku) dönüşmesi kolay.

Şip-şak, gör-geç, bak-geç

Snapchat, bir ceptel uygulamasının adı. İngilizceden uydurma yapay bir sözcük. Gel-geç, şimdi gör-10 saniye içinde yok kadar hızlı çalışan şip-şak bir görsel kısa mesaj uygulaması. Günde en az 166 milyon kullanıcısı var (2017). Bir başka işlevi ise: Snapchat’teki filtrelerle, çekilen görsele fotoşop yapılabiliyor. 20 milyon kez indirilen, halen 500 bin abonesi olan FaceTune, ayda 400 milyon kişinin kullandığı Meitu gibi benzer uygulamalar da aynı. Böylece, kendini olduğundan daha güzel, daha genç, cildi daha pürüzsüz, saçı daha farklı gösterme fırsatı kaç yüz milyonlarca kişinin bir tıkı’na bakar oldu. Boston Üniversitesi bilimcileri Susruthi Rajanala, Mayra Maymone ve Neelam Vashi’nin kaygı yaratan makalesinin arkası gelecek: Çünkü ABD plastik cerrahları arasında yapılan bir ankete göre, selfie’lerindeki fotoşopla güzelleştirilmiş görüntülerine “kavuşmak” isteyenlerin oranı 2016’da yüzde 42 iken, 2017’de yüzde 55’e yükselmiş. 


Güzelliğin algoritması

Snapchat ve benzeri uygulamalarda algoritma, görüntüdeki asimetriyi, fiziksel “sorunları” (cilt lekesi, sivilce), renk farklarını, hatta kemik yapısından kaynaklanan görüntüleri bile “düzeltiyor.” O kadar ki, Çin kaynaklı Meitu’nun filtreleri eleştiri konusu oldu: Uzak Doğulu çekik gözleri Batılı göz tipine “düzeltmekle”, ufak burunları daha uzun ve estetik göstermekle, çeneyi daha belirgin yapmakla, cilt rengini sarıdan beyaza dönüştürmekle, ırkçılıkla eleştirildi. Benzer şekilde, FaceApp uygulamasının siyahların yüz rengini “beyazlattığı” fark edilince, FaceApp kurucusu Yaroslav Goncharov, İngiliz Guardian gazetesine özür beyan etti.

Selfie uyumlu kozmetik

Kozmetik şirketlerinin, sırf selfie amaçlı olarak piyasaya çıkarttığı ürünler de artıyor: Örneğin, yüzü “daha flu hale getiren” fondöten (Wunder2). Sloganı: “Fotoğraf filtrelerine elveda!”. Revlon’un “airbrushée” adlı ürünü, yüze resmen fotoşop. Nyx’in “nofilter face” ve Huda Beauty’nin ürünü “fauxfilter” (faux sözcük olarak sahte demek zaten!). Marc Jacobs’un “Instamarc” pudrası. L'Oréal, her an selfie çektirmeye hazır olanlara “SelfieReady” satıyor: Selfie’ye hep hazırsınız.

Kylie Jenner “olayı”

Popüler kültürü izlemeyenlere Kylie Jenner bir şey ifade etmeyebilir. Ama o, bir İnstagram kraliçesi: 114 milyon izleyicisi var. ABD ekran yıldızı (!) Kardaşyan Grubu’nun en küçüğü (Babası Bruce Jenner, cinsiyet değiştirerek Caitlin adını almıştı). Jenner, kendi kozmetik markasını, -elbette bir ceptel uygulamasıyla- dünyaya sundu. Kozmetik ürünlerine, anlamı olmayan, kulağa değil “göze” hoş görünen isimler verdi. Ve şunu yaptı: Selfie çeken, bu uygulamayı kullanarak selfie’sinde sanal makyaj yapabiliyor. Ruj rengini, dudağın geometrisini, yüzün tüm makyajını ekranda değiştirebiliyor. Koşulsuz müşteri memnuniyeti uyarınca bu uygulama ayrıca otomatik olarak kirpikleri daha gür gösterdiği gibi, yüze daha pürüzsüz bir cilt de takıyor. İşte bu aşamadan sonra bu görsel, sosyal medyada görücüye çıkabilir: Sürekli olarak yalancılık/sahtecilik hakkında konuştuğumuz bu dönemde, geri kalan her konuda da sahteciliğin “hiç de ayıp olmadığını” makyajlı olarak gözümüze sokan post-ahlakla karşı karşıyayız.

Edip Emil Öymen

*Bu yazı 26.10.2018 tarihli Dünya gazetesinde yayınlandı.


Edip Emil Öymen