Türkiye Tasarım Konseyi?

Edip Emil Öymen
Türkiye Tasarım Konseyi?

Sabaha karşı üzerinde bir kürk, kırmızı ceket eteğiyle, siyah süet şık ayakkabılarıyla, dinamik saçlarıyla güzel bir kadın hışımla bir evden çıkar. Posta kutusuna yüzüğünü atar. Hızlı ve kızgın adımlarla yürürken boynundaki inci kolyeyi çıkartıp çöpe atar. Kürkü atar. Tam mazgalın önüne geldiğinde elindeki araba anahtarını da atmayı düşünür. Vazgeçer. Yüzünde ilk kez bir tebessüm görürüz. Kenarda, camı buğulanmış bir VW beklemektedir. Girer, oturur, cam sileceklerini çalıştırır. Memnun yüzünü görürüz. Direksiyona vurur eliyle, gülümsüyerek. Ekranda, müzikle “Her şey VW kadar güvenilir olsaydı?” yazar. Araba gider.

Bağımsız, özgür, çağdaş kadın bir tartışmadan (kiminle?) çıkmıştı? Kürk ve kolye o kişinin hediyesiydi? İlişkisinden, yüzükten, kürkten, kolyeden vazgeçiyor, ama kendisine ait tek şey olarak giysisi ve güvendiği arabası mı kalıyor?

Ya da acaba araba da mı hediye? Kadın, diğer hediyelerden vazgeçmiş, ama hediye arabadan mı vazgeçememişti?


İngiliz televizyonlarında 1987’de çok ses getiren bu (o döneme özgü feminist) reklam filmi; mesajı, müziği, hızıyla 1980’lere “damga vuran” bir reklam filmi olarak Londra Tasarım Müzesi’ne alınmıştı. (David Bailey, DDB Needham).

Tasarım Müzesi’nde reklam filmi? Evet, çünkü (bazı) reklamlar, “zamanın ruhunu” yansıtan yaratıcılık örnekleri. Yaratıcılık ise, bütün tasarımların, inovasyonların oksijeni. Yaratıcılık olmadan, özgür ve eleştirel düşünce biçimi, sıradışılık olmadan, dünyada dikkat çekecek tasarım yapılamaz. Tasarım ürününe kimliğini, yaratıcı düşünce verir.

Şimdi, belki de bu konuda “nereden geldik, nereye gidiyoruz” diye düşünmeye başlama fırsatımız var, ilk kez: Eğer, İKSV Tasarım Bienali’nden geriye kalacak tek somut eser, Türkiye’nin Tasarım Kronolojisi olacaksa, ve eğer 2018’deki Tasarım Bienali’ne kadar bu proje, bir kitaba dönüşecekse, ilerde bir zamanda ilk Türkiye Tasarım Konseyi’ne de dönüşebilir. Ve bu gereklidir.

Çünkü tasarım fikri, Osmanlı-Türk yaşamında bu isimle ve bilinçle değil, ama hep vardı. Taşı yontarak duvarlara ayet yazıp bezeme yapmaktan, bugün formülü kayıp renk ayarlarıyla eşsiz çini imalatına, bilgisayar ve çelik kullanmadan en ince minareleri dikerek, en geniş kubbeleri yaparak gelen bir tasarım kültürü var bu diyarda. Tanzimat’tan sonra Batılı etkilerle elbette “öteki” tür tasarımlar da Levanten mimari örnekleriyle “bizim” oldu.

Buraya özgü tasarım zihniyeti ile Batılı etkileri tarihsel bir süreçte incelemek, ortaya çıkacak bilgiyi kalıcı hale getirerek tasarım anlayışımızın bir kronolojisini yapmak: Aydınlatma. Ambalaj. Grafik. Reklam. Konut. Mobilya. Müzik. Oyuncak. Peyzaj. Sağlık. Sanayi yapıları. Seramik. Ve bu çerçevede sivil toplum örgütlenmesinin dünü-bugünü-yarını hakkında referans bilgisi oluşturmak. Ama sonra bunu, bir sivil toplum-sanayi-akademi ortaklığında, bağımsız, özerk bir kuruma dönüştürmek: Buna şimdiye kadar en başarılı örneklerden biri İngiltere’deki Tasarım Konseyi’dir (Design Council). Zaten İngiltere’de, tasarım zenginliğinin bir durağı olarak Tasarım Müzesi de kurulmuştu (1989). Tasarımı önemseyen kültürlerde böyle star müzeler var (New York Cooper Hewitt, Basel Vitra, Berlin Bauhaus, Kopenhag, Helsinki, Milano). Ama bunlar asla durağan “depolar” değil. Tam aksine, tasarımda inovasyonu destekleyen, hatta planlayan, sanayi ile sanatçı arasında eşgüdüm sağlayan yenilikçi kurumlar.

İstanbul’da Tasarım Bienali biterken, inovasyonlu başka bir hafta başlamak üzere: Burada TİM Başkanı’nı yine yeniden anıyoruz: “Artık, taklit değil, tasarım istiyoruz. Ancak bu şekilde yüksek katma değer yaratarak, küresel arenada rekabet gücü sağlayabiliriz.” (19.10.16)

Edip Emil Öymen

*Bu yazı 28.11.2016 tarihli Dünya gazetesinde yayınlandı.


Edip Emil Öymen