Akademik sahteciliklere şaşırıyor muyuz?

Lale Akarun
Akademik sahteciliklere şaşırıyor muyuz?

Akademik sahtecilikler hakkında yazdığım bir kaç yazı şaşkınlıkla karşılandı. Ben hiç şaşırmadım; çünkü doçentlik sınavı jürilerinde, bu tür örneklerle sık sık karşılaşıyordum.

Doçentlik sınavları, akademik kariyerde, son kalite kontrol mekanizmasıydı: Başka üniversitelerden beş profesör tarafından, yayınlarınızın incelendiği ve sözlü bir sınavla meslekte yeterliğinizin sınandığı, zorlu bir tecrübeydi. Bu sınava girmek için, doktora sonrası bağımsız akademik çalışmalar yapıp bunlardan kaynaklanan yayınları dosyada sunmak gerekirdi.

Doçent adaylarının yayınlarından oluşan dosyayı, profesörler okur; yazılı raporlarını sunarlardı. Bu sınavın yazılı kısmıydı. Yazılı kısımdan başarılı bulunan aday, daha sonra sözlü sınava girerdi. Sözlü sınavda, girilen alanda çeşitli sorular sorulabilirdi; ancak öncelikle, bu yayınları adayın yapıp yapmadığına, yayın yapılan alana hakimiyetine yönelik sorular sorulurdu. Kendi yayınlarından habersiz adaylar hiç az değildi. Bu yayınların başkaları tarafından, para ya da başka bir çıkar karşılığı yazıldığına dair bir görüş oluşturmuştum.


Profesör atandığım 2002 yılından sonra düzenli olarak doçentlik jürilerinde yer aldım. Sözlü sınav öncesinde dosya incelemesinde de, etik ihlallere dair ayrıntılı bir bilgilendirme ve yayınlarda etik ihlal olup olmadığına dair sorular vardı. 2013 yılında yaptığım dosya incelemelerinden birisinde, bir “kendinden intihal” yayın bulup raporumda etik ihlal olarak işaretlemiştim. İlk defa bu tür bir ihlali raporumda belirttiğim için, başıma ne geleceğinden habersizdim.

Jüriye ceza önerisi!

O dönem rektör yardımcısı olarak görev yapıyordum. Rektörümüz, belli görevleri, yardımcılarına veriyordu. Bunlardan birisi de, Üniversitelerarası kurul (ÜAK) toplantılarına katılmaktı. ÜAK, üniversiteler arasında koordinasyon, politika geliştirme gibi çeşitli görevler yapar; ancak belki en önemli görevi, doçentlik ile ilgili kuralları koyup sınavları düzenlemektir. ÜAK başkanlığını rektörler dönüşümlü olarak yapar ve kurul o yıl başkanlığı yürüten rektörün üniversitesinde toplanır.

Katıldığım ÜAK toplantısı, Isparta’da, Süleyman Demirel Üniversitesi’nde, 400-450 kişilik kalabalık bir toplantı salonunda yapılıyordu. Toplantı başladı; elinde mikrofonu ile ÜAK başkanı sahneye çıktı; bir taraftan konuşuyor; bir taraftan ileri geri yürüyor. Önce oldukça hamasi bir konuşma yaptı; sonra kararlara geçildi. Yönetim kurulunda alınan kararların genel kurulda oylaması yapılıyor. Bunun için kararların özetini çok hızlı bir şekilde okuyor; “kabul edenler etmeyenler” diyor; yıldırım hızıyla eller inip kalkıyor.

Kararların biri şöyle: “Etik ihlal komisyonu, doçentlik sınavında etik ihlal dosyalarını incelemiş, etik ihlal olmadığına, etik ihlal kararı veren jüri üyesine ceza verilmesine karar vermiştir. Yönetim kurulu, bu cezayı görüştü ve ceza verirsek kimse jüri üyeliği yapmaz, ceza verilmesin dedi. Kabul edenler etmeyenler”.

Gerçi benim adımı söylemedi ama ben de daha yeni etik ihlal raporu yazdım; acaba ben olabilir miyim? Bu düşünceler içinde toplantıdan çıktım ve bir daha dönmedim. Ben çıktıktan sonra, ÜAK başkanı elindeki mikrofonla bir kaç şarkı da söylemiş!

Suç örgütünün elemanı çıktı

İstanbul’a döndükten kısa bir süre sonra ÜAK’tan bir mektup aldım; raporumda belirttiğim vakanın etik ihlal olarak kabul edilmediğini, bu durumda ceza almam gerektiğini ama bana ceza verilmesinden vaz geçildiğini bildiriyordu. Mektubu ibret için panoma astım.

Aradan 3 yıl geçti; 15 Temmuz sonrası, etik ihlal raporu yazdığım bu adayın akademik olmayan başka suçlara ve sahteciliklere de karıştığını gazetelerde okudum. SDÜ rektörü ise örgüt üyeliğinden 27 yıl hapis cezası aldı. Şaşırdık mı? Evet, çok şaşırdık; bu derecede büyük bir suç örgütünü aklımız almadı.

Sonra ne oldu? Doçentlik sınavları kaldırıldı. Artık böyle bir kalite kontrol mekanizması yok. Tezler? Onların da önemli bir kısmı para karşılığı başka birileri tarafından yazılıyor. O tezlerle doktora alanlar, aynı mekanizmalarla yayın yapıyorlar; doçent oluyorlar. Şaşırıyor muyuz? Sizi bilmem; ben şaşırmıyorum.

Lale Akarun

Bu yazı HBT'nin 252. sayısında yayınlanmıştır.

Lale Akarun